Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi, daha sonra ise yolsuzluk soruşturmasından gözaltına alınmasının ardından Türk siyasetinde oldukça hareketli günler yaşadık. Daha olayın üzerinden kırk gün geçmeden ise mesele soğumaya bırakıldı. Süreç içerisinde ise Türk solunda yine geçmişten gelen benzer aksiyonları gördük. 2013 Gezi Parkı eylemleri sırasında olduğu gibi yıkım, şiddet, vandallık bu aksiyonların başında geldi. Bunun yanında demokrasi çatısı altında Türk ekonomisine zarar vermeye ulaşan eylemler dizisi ile de karşı karşıya kaldık.
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Saraçhane’de toplanan grup polise saldırı, çevreye zarar verme gibi eylemlere karıştı. Bunları da demokrasi, hak, hukuk için yaptıklarını savundular. Maalesef ülkemizde belirli bir grubun kendine has demokratik çizgileri var. Öyle ki bu grubun istediği kadar ses çıkartabilirsiniz veya müdahale edebilirsiniz. Bunun içinde değilseniz demokrasiyi yok saymış oluyorsunuz. Ve linç kampanyasının da hedefinde oluyorsunuz. Bu grubun bir diğer özelliği ise ülkede tüm yargılamaların, mağduriyetlerin kendilerini bulduğu sanmasıdır. Adeta ülkede 28 Şubat süreci yaşanmamış ve sonrasında 2011’in sonuna kadar başörtüsü sorunu devam etmemiş gibi. Bu grup tüm bu süreçleri görmezden geldiği gibi kimi zaman hukuksuzluğa da alkış tutan taraf olmuştur. Nitekim 2007 yılında Cumhurbaşkanı’nı seçtirmemek için Meclis’te oynanan oyunlara ve demokrasi dışı eylemlere Tandoğan meydanından destek verenler farklı kişiler değildi. Yine başörtüsü sorunu Meclis’te çözülmek istenince “kaos” benzetmesini yapanlar da bugünlerin sözde mağdur tarafı oldu.
28 Şubat sürecinde oldukça demokrat, barışçıl eylemler yapılırken 2007’de ise vatandaş oynanan oyuna erken seçimde sandıkta tepkisini gösterdi. Şimdi ise Saraçhane’de eylemleri kontrol edemeyen, ne yapacağını bilmeyen bir topluluk vardı. Sadece sağa sola saldırarak “demokrasi, hukuk” arıyorlardı. Daha sonra ise bir de boykot adı altında Türk ekonomisine zarar vermeyi amaçlayan eyleme kalkıştılar. Normal şartlarda dünyada eylem dediğimiz aksiyonu alan genelde sol partiler olurken Türkiye’de bu durum farklılaşıyor. Türkiye’de sol, eylemi vandalizme ulaştırırken kendi dairesi dışındakileri de ötekileştiriyor. 2013 Gezi olaylarında bunun en net örneğini gördük. Sesinin fazla çıkmasını haklılık gören bir grubun yakıp yıkmasını tüm Türkiye destekliyor gibi lanse ettiler. Sonucunda ise akabindeki seçimlerde büyük bir yenilgi yaşadılar. İsrail’e karşı en büyük eylemleri dünyada sol partiler yaparken Türkiye’de CHP sessiz kaldı. Hatta başlatılan boykotlara ise tepki gösterdi. Günün sonunda ise Ekrem İmamoğlu olayından sonra Türk markalarına karşı bir boykot girişiminde bulundular.
Bakıldığı zaman hem eylemlerin yapılış şekillerinde hem de zamanlamasında oldukça başarısız kalındı. Tüm bunlar olurken diğer tarafta sağ- muhafazakar- milliyetçi seçmen ise konsolide oluyor. Öyle ki 28 Şubat sonrası 2002 seçimleri, 2007 hukuksuzluğu sürecinde erken seçimde gelen başarılı sonuçlar ve Gezi Parkı eylemleri sonrasında iktidarın aldığı oy oranı ortada. Sağ seçmen her zamanki gibi sessiz çoğunluğu oluşturuyor. Ve eylemlerde kullanılan dil, yapılan hareketler ile resmen sağ seçmenin bir arada tutulması için önemli bir zemin oluşturuluyor. Türk solu için “geç uyanır” tabiri kullanılıyordu… İşte muhalif kesim de bu konsolide olmayı gördüğü için fonksiyonel sandığı eylemleri bitirdi. Günün sonunda Türk solu yine geç uyandı.