ABD ticaret savaşlarına başladı. Başkan Trump deli dolu şekilde ülkesinde kararnameler çıkarıyor; yardım kuruluşunu kapattı -etkileri yavaş yavaş ortaya çıkacak-, binlerce memuru işten çıkardı, yapay zekâ çalışmalarına büyük bir kaynak ayırdı, ülkedeki eğitim bakanlığını kapattı. Son olarak ise 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana uygulanan ticareti adeta rafa kaldırdı ve gümrük vergileri uyguladı.
Bunların yanı sıra AB’ye yalnızlık duygusunu hissettirdi. AB, askeri anlamda zayıf olduğunu fark etti. (Yine de bahsettiğimiz zayıflığın göreceli olduğunu belirtelim. AB yüksek teknolojisi ve iyi ekonomisi ile kısa sürede gücünü toparlayabilir.)
ABD, Çin’i ticaret savaşına soktu, Tayvan’ı koruyacağını net olarak belirtti, var olan BM sistemini açıkça anlamsız buluyor; Trump 2.0 döneminde BM’nin çöktüğüne şahit olabiliriz.
İsrail Ortadoğu’daki hedeflerine yoğun bir motivasyonla odaklandı. Trump’ın Nobel Barış Ödülü takıntısına rağmen İsrail bölgede terör estiriyor. İsrail Golan Tepeleri’nde İran’a yönelik saldırı için hazırlıklar yapıyor; ABD’nin Husiler’e yönelik saldırılarını da bu çerçevede okumak gerekir. Ayrıca İsrail, Türkiye’yi de tehdit olarak gördüğünü açıkça ifade ediyor. Yakın zamanda İsrail yönetimi tarafından verilen bir demeçte birkaç ay içerisinde Türkiye ile çatışma ihtimalinden bahsedildi ve İsrail geçtiğimiz günlerde Suriye’de kullanmayı planladığımız üsleri bombaladı. (Muhtemelen Türkiye-İsrail arasındaki gerginlik Suriye üzerinde vekil güçlerle devam edecek; Trump müdahale edip anlaşmaya zorlamazsa!)
Çin ise oldukça önemli adımlar atıyor. Teknolojisi ile şaşırtmaya devam ederken Trump’ın dünya sistemine meydan okumasını açıkça propaganda olarak kullanıyor. (M. Friedman’ın NYT’de yayınlanan “Çin’de Şunu Gördüm: Gelecek Amerika’da Değil” yazısını okumanızı öneririm!)
Çin’in Güney Kore ve Japonya ile ticaret anlaşmaları da oldukça önemli. Çin medyası bu anlaşmaları ABD’ye yönelik açıkça meydan okuma olarak nitelendirdi. Tarihsel ilişkiler, çıkar çatışmaları henüz orada bir ittifak ihtimalini engelliyor ancak dünya bu kadar hızlı değişirken çıkarların değişmeyeceğini, tarihsel akışın farklılaşmayacağını da iddia edemeyiz.
Tüm bunların yanı sıra dünyada artan bir trend daha var: Trump başta olmak üzere bazı liderler adeta ragion di stato tarzı adımlar atmaktan çekinmiyor. Gerekçeler benzer; yeniden yapılanma dönemlerinde hukuk düzeni gerektiği gibi işlemeyebilir deniyor ve atılan adımlara yönelik “hukuksuzluk” eleştirileri bu şekilde yanıtlanıyor.
Bunlarla beraber Ortadoğu’da Suriye yeni bir kabine açıkladı. Kabine için el Şara eleştirilere kulak vermiş görünüyor. Kabinede reformistlerin olması olumlu, bir de Kürt bakan var. Ama Türkmen bir bakan yok. Ayrıca geçici anayasa hem çok otoriter hem de kapsayıcılıktan uzak.
Lübnan’da da işler yolunda değil. Ne yazık ki orada istikrarın sağlanamayacağını bir süre daha rahatlıkla öngörebiliriz.
Irak’ta ise Nedim Kuteyş, Musa Kazimi’nin dönüşünün yeni bir projenin bir parçası olabileceğini ifade ediyor. Irak’ta Kürtler arasında gerilim önemli ölçüde hissedilirken Suriye’de bu denli güçlü Kürt yapılanmasının merkezî orduya katılıp katılmayacağı, katılacaksa hangi şartlarda katılacağı merak konusu.
Bunların yanı sıra İbrahim Andlaşmaları’nın (Abraham Accords, 2020) İsrail’in uyguladığı Gazze Soykırımı nedeni ile şimdilik akamete uğrasa da Suudiler, BAE ve ABD arasındaki ilişkiler oldukça iyi ilerliyor. Özelikle Suudiler’in modernleşme adımları izlenmeye ve dikkate değer.
Birkaç yıl içerisinde ise muhtemelen Rusya ile Ukrayna arasında bir barış sağlanması kuvvetle muhtemeldir.
Yakın zamanda Levant/Maşrik Bölgesi’nin daha da karışacağı; ABD’nin barış ve enerji güvenliği isteğine rağmen İsrail’in fırsat olarak gördüğü bu süreci değerlendirerek; Suriye’de ve Lübnan’da istikrarı bozmak isteyeceği, Irak’ta değişiklikler yapılmak isteneceği, İran’ın nükleer bölgelerine saldırılar düzenleneceği ve 5-10 yıl içerisinde bir yönetim değişikliği için çalışılacağı üzerine senaryolar üretebiliriz.
Eğer gelişmeler böyle devam ederse AB önderliğinde, Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya, G. Kore, Japonya, ABD liderliğinde İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve diğerleri; Çin liderliğinde Kuzey Kore, Pakistan, Afrika’da bir kısım ülkelerin yakınlaşmalarını görebiliriz. Bu senaryodaki önemli nokta Rusya’nın herhangi bir tarafta olmama ihtimali; Japonya-G. Kore gibi ülkelerin Çin ile ticaret savaşında doğrudan ABD’nin yanında yer almama ihtimali ve AB’nin Trump’ın Rusya konusundaki AB’yi rencide edici adımlarının intikamının alıp almak istemeyeceği ihtimalidir.
Ancak tüm bu senaryolar 2026 yılında yapılacak olan ABD Temsilciler Meclisi seçimlerinde Demokratlar’ın kazanması ile ciddi manada değişebilir. Trump kararnameleri ve projeleri yargı engeline ve bütçeye takılabilir. Yanı başındaki tekno oligarkları kendi yollarını çizebilir veya Musk ile Trump arasında bir mücadele başlayabilir.
Her ne olursa olsun, Trump’ın yalnızca birkaç ayda attığı adımların etkileri çeşitli çatırdamaları beraberinde getirmiştir ve Biden’ın ertelediği bazı sorunlarla ABD için yüzleşme vakti gelmiştir.
Bütün bunların yanı sıra artık dünyada tekno-oligarkı gerçekliği vardır ve bu isimler dünya sisteminde artık inkâr edilemeyecek kadar etkilidirler.
Bunların yanı sıra, The Economist’te geçtiğimiz aylarda kapitalizm için de tehlikeli olduğu belirtilen bir kavram tartışılmaya açıldı ve bu kavram bana kalırsa daha çok duyacağımız ve geleceğin dünyasında etkili olabilecek bir kavramdır: İnheritokrasi yani miras ile zenginleşen kesimin çok daha zenginleşmesi ve miras iktidarı. Bunun liyakati, ekonomik düzeni, kapitalist sistemi tehdit ettiği detayları ile anlatılmış. Farklı yabancı kaynaklarda ise konuya ilişkin miras vergisi tartışılmaya açılmış. Açıkçası bu kavrama da geleceğin dünyasına ilişkin kaleme aldığım bu yazıda yer vermeyi gerekli gördüm.
Herkesin ifade ettiği üzere belli ki yeni düzen, Vestfalyan düzenin veya Post Vestfalyan düzenin aksine büyük konsensuslar içermeyecektir. Dünya sisteminde başat bir güç olmayacak çok kutuplu dünya düzeni gelişecek, ülkeler herkesle ticaret yapmaya devam edecek, tehdit algıları dün olduğu gibi keskin bir şekilde ayrışmayacak, kimse kimseye tam anlamıyla bağlanmayacaktır. (Bu konuda çeşitli fütüroloji çalışmalarına göz atılabilir, Batılı think tanklar tarafından yapılmış çokça çalışma mevcuttur. Daha spesifik olarak Atlantic Council’in 2035 perspektifine de bakılabilir.)
Bu düzende medeniyetlerin birbiri ile uzlaşması ve diyaloğu sağlanamazsa ve en azından temel konularda küresel işbirliği gelişmezse zaten çökmüş olan uluslararası örgütlerle kurulmaya çalışılan hukuk düzeni, yerini daha çok kaosa, kargaşaya bırakabilir. İklim krizi, su krizi, gıda krizi, güvensiz sağlıksız gıda ve sağlıksız nesiller, olası bir pandemi riski, 21.yy’ın ortasında Gazze’de yaşanan soykırım gibi büyük problemler varken ve dünyamız yapay zekâ devrimi ile büyük bir değişimin eşiğindeyken dünyanın ihtiyacı, bilge, ferasetli, ağırbaşlı, vicdanlı, yeni çağı da tanıyan liderlerin ve sivil toplum aktörlerinin daha da etkin olmasıdır.
Haldun Barış