Türkiye zor bir memleket. Fikrî derinlik yok. Olaylara ve olgulara ilkesel ve derinlikli bakış zayıf. Önyargılar, çifte standartlar her yerde. Düşünme ve mantık yürütme becerisi yerlerde sürünüyor. Saygı, insaf, izan desen hakeza. Heyecan, nefret akıl alanını işgal etmiş. İnsanı umutsuzluğa sevk eden olaylardan bir demet sunarsam belki ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim.

Yolsuzluk iddiaları yargıda. Tüm karışıklıklara rağmen yargısal sürecin ilerleyeceği belli. Ama bakıyorsunuz bazıları iddiaların doğru olduğuna inanmışlar. İtham edilenleri çoktan mahkûm etmişler. Sanıkların aklanması gerekiyormuş. Niye? Hani masumiyet karinesi esastı? Aklanmaları mı gerekiyor yoksa ‘kara’ olduklarının ispatlanması mı? Suçluysalar yargılanmalarına ne gerek var? Asın gitsin.

Yargı bağımsızlığı ihlâl ediliyormuş. Evet ediliyor, ama bunu sadece hükümet yapmıyor. Ondan da çok bazı hukukçuların kendisi yapıyor. Davaları kişisel derdi veya grup meselesi hâline getirmiş savcı ve hâkimlerle bağımsız yargı olur mu? Tarafsız olmayan hukukçular nasıl âdil olacak? Mahkemelere çıkan insanlar neye dayanarak kendilerini güvende hissedecek? Yargıda otonom yapılanmayı görmezden gelerek yargının bağımsız olması gereğinden dem vurulabilir mi? Siz böyle bir yargıda yargılanmak ister misiniz? Savcı UYAP’a ya kayıt yapmıyor, ya da sahte isimlerle yapıyor. Dinleme izinlerini de isimlerle değil sayılarla alıyor. Bu yolla ulaşılan deliller ne kadar geçerli? Savcı sanıklara ve avukatlarına bilgi vermiyor ama bilgi sızdırdığı medya adeta canlı yayınla bir infaz kampanyası yürütüyor. Savcı dev firmaları, itibarlarını, onların ortaklarının çıkarlarını düşünmeden teşhir ediyor, yani itibar kıyımı yapıyor. Bu operasyonlar eskiden hafta sonunda yapılırdı ki ekonomi zarar görmesin. Şimdi hafta başlarında yapılıyor ki ekonomi olabildiğince zarar görsün. Bu nasıl yargı? Savcı operasyonları, dinleme ve izlemeleri kayda almıyor. Çözülen görüşme bantlarına ilâveler koyuyor, şerhler düşüyor. Böyle âdil yargı mı olur?

Hükümet cephesi iddiaları ülkenin zenginleşmiş olmasına atıfla reddediyor. Yolsuzluk olsaydı ülke bu kadar zenginleşemezdi diyor. Bu olsa olsa bir yan argüman olabilir. Sadece buna dayanarak yolsuzluk olmayacağı söylenemez. Başbakan benzer bir söylemi hayat tarzıyla ilgili tartışmalarda da tekrarlıyor. Endişe duyan insanlara seslenirken, ‘hayat tarzlarınızın garantisi benim’ diyor. Oysa, bir hukuk devletinde hayat tarzlarının garantisinin hukuk kuralları ve teamüller olması gerekir, mevkisi ve makamı ne olursa olsun kişiler değil. Diğer taraftan, hükümet halkın seçimde operasyonlara gerekli cevabı vereceğini söylüyor. Yanlış bir ilişkilendirme. Mahkeme yargılamalarının yerini seçim sandıkları alamaz. Sandıklar halkın iddialardan ne derecede etkilendiği hakkında fikir verebilir ama yargılama için karine teşkil etmez. Keşke Başbakan iddialar ortaya atılır atılmaz bakanları açığa alsaydı ve polis teşkilâtındaki atamaları yeni bakanın imzasıyla yapsaydı. Bunu yapmamış olması tayinlerin meşruiyetine zarar vermez ama halk arasında itham edilenlerin korunmak istendiği izlenimine yol açabilir.

Birileri kara para aklanmasından söz ediyor. Kara para söylemi ve ticaretin karalanması kabul edilemez bir tutumdur. Ticaret insanlık tarihinin başından beri var. Devletler ticaretin meşruluğunun kaynağı olmadığı gibi, bir ticaret türünü kafasına göre gayri meşru ilan edemez de. Ticarî işlemlerin meşruluğunu ABD’ye bakarak mı tayin edeceğiz? Gönüllülüğe dayanması ticaretin meşru olmasına yeterlidir. Devletler ticareti zorlaştırırsa ekonomik aktörler başka mecralar bulmaya çalışacaktır. Bu yüzden, Halk Bank’a atfedilen yolsuzlukların içi boş görünüyor.

Ayakkabı kutusunda para bulunup bulunmadığı şüpheli ama bazı insanlar sırf buna dayanarak ortada suç olduğuna karar vermiş. Ya polis taşımak veya bir algı yaratmak için paraları evdeki ayakkabı kutularına koyduysa? Buna ‘olmaz olmaz’ diyebiliyor muyuz? Aynı şekilde, para sayma makinaları da suç aleti sayılıyor. Suçların kanunî olması hukuk devletinin gereklerinden. Hangi kanunda para sayma makinası bulundurmanın suç olduğu yazıyor? Taksim’de bazılarının kafasında taşıdığı kask ve deniz gözlüğü ne kadar suç aletiyse para sayma makinası da o kadar suç aletidir. Suçlar tahminlerle değil ancak delillerle ispatlanabilir.

Yaşı genç tecrübesi az birileri yolsuzluk iddiaları ilk defa karşımıza çıkıyormuş gibi feryat ediyor. Yolsuzluk bu ülkenin mayasında var arkadaşlar. Tek parti dönemi toptan yolsuzluk dönemiydi. Anadolu’da birçok aile katledilen Ermenilerin malları üzerinde zenginleşti. İstanbul’un büyük sermayedarlarının birçoğu devletin özel imtiyazlarıyla, halkı soyarak palazlandı. Büyük bir bankanın ilk sermayesi yolsuzlukla ele geçirilen bir paraydı. Bir parti hâlâ bu tescilli yolsuzluğun ortağı. En az yolsuzluk demokrasi döneminde oldu ve seçilmiş siyasîlere yönelik yolsuzluk iddialarının belki de %90’ı boş çıktı…

Ne yorucu, ne zor bir memleket burası…

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.