“Şehirli Olamamak” (https://hurfikirler.com/sehirli-olamamak) yazımda dile getirdiğim şehirde yaşamanın meşakkatli oluşuna dair birtakım serzenişlerden sonra bu yazıda biraz daha derine inmek ve insanın “şehirli olma” mücadelesindeki içsel yolculuğuna odaklanmak istiyorum. Çünkü mesele sadece dış dünyadaki karmaşadan şikâyet etmek değil, bu kaos içinde insanın kendi ahlâkî pusulasını nasıl koruyacağını sorgulamaktır.
Her sabah uyandığımızda bizi bekleyen manzaralar çoğu zaman değişmez. Trafikteki kural tanımazlık, toplu taşıma araçlarındaki hoyratlık, komşuluk ilişkilerindeki nezaketsizlik ve genel anlamda birbirini görmezden gelen bir insan yığını… Ancak mesele, bu alışkanlık haline gelmiş düzen bozukluğunu fark etmekle bitmiyor. Durup düşünmek, zamanı durdurmak ve farkına varmak: Biz bu kaosun içinde ne yapıyoruz? İnsan kalabilmek için bir çaba gösterebiliyor muyuz?
Toplumumuzda çoğu zaman ahlâklı bir duruş sergilemek “zayıflık” olarak görülüyor. Hakkı teslim etmekten kaçınmayan bir tutum, çoğu kişinin gözünde “eziklik” olarak yaftalanıyor. Oysa tam da burada sabır ve dirayet devreye giriyor. Çünkü insanın en büyük savaşı, sadece dışarıdaki insanlarla değil, aynı zamanda kendi içindeki yılgınlıkla da. Her gün yeniden sormamız gerekmiyor mu: “Ben tam olarak kim olmak için çabalıyorum?”
Modern Cehalet ve Bencilliğin Yükselişi
David Hume’un “insanın en büyük düşmanı insandır” sözünü yukarıda sözü geçen yazımda anmıştım. Bu düşmanlık, sadece fiziksel şiddet ya da doğrudan zarar vermekle sınırlı değil. Modern çağın en görünmez ama en yıkıcı cephesi, bencilliğin ve cehaletin normalleşmesidir. İnsanlar, bilgiye ve insani değerlere uzaklaşarak, etraflarına bir bencillik kalesi örüyorlar. Bu kalenin dışında kalan herkes, onların dünyasında birer “yabancı” ya da “engel” olarak algılanıyor. Bu yabancılaştırıcı tavır, şehirdeki ruhsal yalnızlığı daha da derinleştiriyor.
Peki, insan bu bencilliğin ortasında nasıl şehirli olur? Tam bu noktada “empati”, modern dünyada kaybettiğimiz en temel duygulardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Kendi haklarımıza ne kadar önem veriyorsak, başkalarının haklarını da aynı şekilde önemsemek zorundayız. Ancak bu da bireylerin yalnızca farkındalık geliştirmesiyle mümkün olabilir. Çünkü bencillik bir alışkanlık, empati ise bir tercih meselesidir.
Kendimize Sorular Sorarak Rehabilite Olmak
Şehirde şahit olduğumuz hoyratlıkların bünyemizde verdiği olumsuz tesirlere karşı kendimize bazı zor sorular sorarak rehabilite olmaya çalışabiliriz:
Trafikte beni sıkan bir şoföre karşı öfkelenirken, acaba benzer bir durumda ben ne yapıyorum?
Kalabalıkta beni rahatsız eden davranışları eleştirirken, ben başkalarının alanına nasıl saygı gösteriyorum?
Şikâyet ettiğim davranışları eleştirirken, kendi alışkanlıklarımı sorguluyor muyum?
Bunlar hakikaten zor sorular ama değil mi? “Hakikati idrak etmek ve onu dile getirmek bir zekâ meselesi değil, bir şahsiyet meselesidir” der Erich Fromm. Belki de şehirli olmak, önce kendimizi terbiye etmekle başlar. Çünkü başkalarının hatalarını düzeltemeyiz ama kendi davranışlarımızı değiştirmek, bir domino etkisi yaratabilir. Bu da bizi, küçük ama anlamlı bir değişim başlatan kişilerden biri yapabilir.
Umut ve Dirayet
Son olarak, bu keşmekeş içinde ahlâkî ve insani değerlerini koruyan insanlara yeniden selam göndermek istiyorum. Her gün kaosun ortasında sabır gösterenler, sesini yükseltmeden direnenler, saygıyı ve sevgiyi kaybetmeden bu hayat mücadelesini sürdürenler… Onlar, modern dünyanın “sessiz kahramanlarıdır.” Belki de dünya, onların omuzlarında dönmeye devam ediyor.
Bu yazıyı bitirirken, hepimize küçük ama anlamlı bir görev düşüyor. Etrafımıza, en azından bir kişinin hayatına dokunacak kadar güzel bir iz bırakmak. Çünkü “iyilik iyidir”. Belki de gerçek şehirli olmak, kendimizden daha büyük bir şeye hizmet etmekle mümkündür. Şehirler bizimle güzelleşir, biz de insanlığımızla şehre değer katarız.
Unutmayalım ki insanın dünyadaki varlık sebebi, yalnızca tüketmek değil, aynı zamanda üretmek ve güzelleştirmektir. Ve şehir, bunu başarmak için en büyük sahnelerden biridir. Her şeyin güzelleşebileceğine olan inancımız belki de gerçekleşmeyecek boş bir hayal belki de değil. Bilemeyiz ama Epiktetosvari deriz ki “İyiye yormak, iyilik getirir. Sen istedikten sonra, karga bile sana uğur getirir.”
İnsan kalabilmek dileğiyle…