İmamoğlu’na soruşturma

Son dönemde polis muhabirleri fazla mesai yapıyor. Neredeyse her gün bir gözaltı, ifadeye çağırma veya polis eşliğinde ifadeye götürme ve tutuklama haberi alınıyor, iddianame hazırlanıyor, dâvâ açılıyor. Bütün bunların genellikle muhalif cenahın başına gelmesinin yarattığı tedirginlikle, İstanbul Büyükşehir başta olmak üzere muhalefetin elindeki bazı ilçe belediyelerine düzenlenen operasyonlar sonrasında ‘nereye gidiyoruz’ sorusu daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı.

Bir adım geriye çekilip öfke ve heyecandan uzak bir değerlendirme yapmakta fayda var. İddianame henüz hazırlanmadı. Kimin neyle suçlandığını ve delilleri tam olarak bilmiyoruz. Operasyonla ilgili malûmatımızın hem sınırlı hem de açık kaynaklardan toplanıyor olması üç önemli mahzuru beraberinde getiriyor: 1) Eksik bilgiyle yapılacak bir değerlendirme, hatalı sonuca ulaştırabilir; 2) Hangi kaynaklardan beslendiğimize bağlı olarak farklı sonuçlara ulaşılabilir; 3) Bütün bilgi ve belgelere erişsek bile, bunları analiz edecek uzmanlığa sahip olmayabiliriz. Bu yüzdendir ki İmamoğlu’na açılan soruşturma başta olmak üzere, son dönemde yaşanan gelişmeleri yorumlarken ihtiyatı ve temkini elden bırakmamaya çalışmakta fayda var.

Siyasî hedefleri olan herkes gibi, İmamoğlu’nun geçmişi de didik didik ediliyor. Sade bir vatandaş olsa veya cumhurbaşkanlığına aday olmasa muhtemelen gündeme gelmeyecek meseleler bile İmamoğlu’nun rakipleri, muhalifleri veya siyasî hasımları tarafından kullanılma potansiyeline sahip. Beğenelim ya da beğenmeyelim, siyasetin doğası bunu gerektiriyor.

Peki ama İmamoğlu’nun rakipleri, muhalifleri veya siyasî hasımları kimler? Evvelâ Erdoğan, Ak Parti ve Cumhur İttifakı cenahı. Bu halkaya, bir süredir arasının açık olduğu Meral Akşener ve ekibini de ekleyebiliriz. İkincisi, bir önceki kongrede yenilgiye uğrattığı Kılıçdaroğlu ve taifesi. Üçüncü olarak, cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisinin de aday olmak istediğini açıklayan Mansur Yavaş ve ekibini sayabiliriz. Dördüncüsü, İmamoğlu’nun parti içindeki gücünü kırarak ipleri eline almak ve cumhurbaşkanlığına kendisi aday olmak isteyebilecek Özgür Özel. Ve son olarak İmamoğlu ile şu veya bu sebeple ters düşen, ondan rahatsız veya mutazarrır olan şahıs ve/veya şirketler, çıkar grupları.

İmamoğlu’na yönelik her hamleyi hükümetten bilenler, İmamoğlu’nun yükselişinden rahatsızlık duyan diğer beş grubu hesaba katmıyor. Erdoğan’ın ‘bu operasyonla ilgili bilgi ve belge akışının CHP içinden geldiği’ne dair sözleri bu minvalde görülmeli. Gelen her ihbarı doğru kabul etmek ne kadar yanlışsa, peşinen reddetmek ve işleme koymamak da o kadar yanlış olur. Tahkikat aşamasında yapılması gereken şey, somut bilgi veya belgeye dayanan her ihbarı işleme koymak. İmamoğlu’nun dert yandığı gizli tanıklık müessesesi, bir sonraki aşama olan muhakemeyi ilgilendiriyor.

Gizli tanıklık, Ergenekon dâvalarının görüldüğü dönemde FETÖ’cüler tarafından icat edilen hukuk dışı bir uygulama olmakla birlikte, mevzuattaki yerini koruyor. Mevzuat ne derse desin, kim olduğu bilinmeyen veya açıklanmayan insanların ifadeleriyle kimse suçlanamaz, mahkûm edilemez. Esas olan, sanıkla tanığın yüzleştirilmesidir. Lâkin bu, dâvâ (muhakeme) aşamasına geçildiğinde mümkün ve ancak o aşamada dile getirilebilecek bir argüman. Kimliği belli olmayan veya açıklanmayan kişilerin ihbar ve beyanları dikkate alınarak pekâlâ tahkikat açılabilir veya genişletilebilir. Yani İmamoğlu, hakkındaki ithamları bu argümana sığınarak savuşturamaz. Kaldı ki kendisine yöneltilen suçlamaların tek dayanağının gizli tanık ifadeleri olmadığı anlaşılıyor.

Seçime üç buçuk yıl gibi uzun bir süre varken İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesi ve bu adaylığın -daha önce hiç olmadığı üzere- CHP delegelerine tescil ettirilmesi dikkate şâyan bir başka husus. Daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı seçim tarihinden iki-üç ay önce açıklanmışken bu defa sergilenen aceleciliğe bir anlam yüklemeli mi?

Bana kalırsa İmamoğlu, yaklaşan fırtınadan haberdardı. Soruşturmanın kendisine uzanma ihtimalini bertaraf etmek, bunu engelleyemediği takdirde ‘Erdoğan’ın yolsuzluk bahanesiyle kendisini bertaraf etmek istediği’ argümanını daha yüksek perdeden ve inandırıcı biçimde dile getirebilmek için belediye başkanlığından daha güçlü bir zırha ihtiyaç duyuyordu. Bir sonraki seçimde CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilanı, ona -hukuken olmasa bile- kamuoyu nezdinde bu zırhı sağlayabilirdi. Böylece adlî bir hadise, siyasî bir meseleye dönüşerek (veya dönüştürülerek) Erdoğan’ın en büyük rakibini (İmamoğlu’nu) siyaseten boğmak için yolsuzluk isnadında bulunduğu bir resim konulacaktı önümüze. Şu an yaşananlar, bu resmin bir parçası.

Bu soruşturmayı başlatmak için İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının ilan edileceği hafta mı beklendi sorusunu yöneltenlerin, 2028’de yapılacak bir seçim için neden şimdiden seferberlik ilan edilip aday belirlendiği sorusunu da yöneltmesi gerekmez mi?

Cem Uzan ve Genç Parti Tecrübesi

İmamoğlu cephesindeki gelişmeler, Cem Uzan’ı ve Genç Parti’yi hatırlatıyor. Temmuz ayında kurduğu Genç Parti ile 3 Kasım 2002 tarihine katılma talebi kabul edilmeyen Uzan, YSK engelini aşmak için rahmetli Hasan Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi’ni (YDP) delege oyunlarıyla ele geçirdikten sonra Genç Parti’yle birleştirerek seçime girme hakkını hülle yoluyla elde etmişti. YDP’yi kaybeden Güzel “Ne safmışım. Koca partiyi elimden aldı da ruhum duymadı” diyebilmişti sadece.

Kasım 2002 seçiminde %7 civarında oy alan Uzan, barajı aşıp meclise giremese de mücadeleyi sürdürdü. Ailesine ait İmar Bankası’na ‘malî vaziyetinin bozulduğu’ gerekçesiyle 2003 Temmuz’unda el konuldu ve mevduatın tamamına TMSF güvencesi verildi. Bilançoda gösterilen mevduatın üç-dört katı kadar (kayıt dışı) mevduat tespit edildi. Kayıt dışı olduğu için karşılık ayrılmayan mevduat sahiplerinin tümüne bütçeden ödeme yapıldı. Bütçeye binen yükü karşılamak için de Uzan Grubunun şirketlerine el konuldu ve nitelikli dolandırıcılıktan dâvâ açıldı.

O günlerde Cem Uzan, bu dâvâyı ve el koyma işlemini “kendisini yok etme girişimi” olarak lanse ediyordu. Meydan meydan dolaşarak Erdoğan’ı şikâyet ettiği halde, halktan teveccüh görmedi ve 2007 seçiminde oy oranı %3’e düştü. Şirketlerin iadesi için açtığı dâvâyı kaybettiği gibi, tahkimden (uluslararası hakemden) de sonuç alamadı. Ceza dâvâsının da aleyhine sonuçlanacağını anlayınca (47 yıl ceza aldı), 2009 yılında Fransa’ya iltica etti. Halen orada yaşıyor.

Cem Uzan ve Genç Parti tecrübesi, siyasetin bir zırh gibi kullanılmaya çalışıldığı kötü bir emsal olarak tarihteki yerini aldı.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et