Korumacılık politikaları ve korunma talepleri çok sık ortaya çıkar. Devlet korumacılık (protectionism) yoluyla hem genel olarak ekonomiyi güçlendirebileceğini hem de belli toplum kesimlerini onlara zarar vereceği düşünülen gelişme ve değişmelere karşı himaye edebileceğini zanneder.
Korunmak isteyenler de bunun mümkün olduğuna inanır. Doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla yapılabilecek korumacılık uygulamalarını belki de hiçbir zaman sıfırlamak mümkün olmaz.
Fakat bazı dönemlerde korumacılığın doruğa ulaştığı görülür. Korumacılık, tipik devletçi ve kolektivist bir çizgidir. Devletçiliğin her türü korumacılığın şu veya bu türünde demir atar. İktisat politikası olarak bakıldığında merkantilizm korumacılığın tipik bir örneğidir. İthal ikamesi modeli bir diğeri. Ancak, korumacılığın bunlarla sınırlı olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Eskilerin lonca ve ahilik sistemi, bugünün sendikaları, meslek odaları, devletin mesleklere girişte aşırı lisanslama yapması, regülasyonlar vs. hep korumacılığa açılan yollardır.
Korumacılık milli ölçekte uygulandığında milli ekonominin yabancı ekonomiler karşısında güçlendirilmesi, ülkenin ekonomik olarak güçlü ve rekabet edebilir olması gibi gerekçelere dayandırılır. Bu argümanlar daha ziyade ekonomik mahiyettedir. İçte belli toplum kesimleri lehine uygulanan korumacılık için de ekonomik argümanlara başvurulduğu görülür. Ancak bunlar milli ekonomi için öne sürülenler kadar güçlü olmaz; çünkü ne de olsa iç korumacılığın negatif ayrıma tabi tuttuğu yabancılar değil, vatandaşların başka bir bölümüdür. O yüzden iç korumacılıkta ekonomik argümanlar kadar sözümona ahlaki ve sosyal argümanlara da başvurulur. İktisadi akla değil, insanların acıma ve merhamet hislerine hitap edilir.
Korumacılık, korunanlara dahi, geçici bir yarar sağlıyor görünse de, zarar verir. Geniş topluma ise her halükarda zararlıdır. Korumacılık korunma talep edenlerin etkileme gücüne ve koruma sağlayacak otoritelerin takdirine bağlı olduğu için kesinlikle keyfidir. Asla genel bir ilkeye oturtulamaz. Bundan dolayı adaletsizlik yaratmaya teşnedir. Hem topluma hem devlete kötü alışkanlıklar kazandırır. Toplum kesimleri rekabete ayak uyduracak tarzda çalışmak yerine kamu otoritelerini etkileyerek mevcut ve muhtemel rakiplerinin önünü kesmenin kolay kazanç sağlamanın en iyi yolu olduğunu keşfeder. Buna uygun olarak örgütlenir ve enerjilerini buraya akıtmaya başlar. Buna ne kadar alışırlarsa o kadar sıkı lobici olmaları gerekir. Devletler de korumacılık yoluyla vatandaşların bir kısmını mutlu ettiklerini görürler ve korumacılığı temel politika haline getirir.
Tüketiciler her zaman zarar görür
Ancak, bir ekonomide herkesin korunması mümkün değildir. Herkesin korunduğu bir yerde zaten şartlar büyük ölçüde eşitlenmiş olacaktır. Bundan dolayı vatandaşların bir kısmı korunurken diğerleri korunmaz. Bu, toplumu korunanlar ve korunmayanlar olarak ikiye böler. Tahmin edileceği gibi üreticiler veya üreticilerin bir kısmı korunma talep etmeye daha yatkın ve bunu elde etmede daha şanslıdır. Bu tür bir korumadan, korunmayan üreticiler ve tüketiciler zarar görür. Bir süre sonra korunmayan üreticiler de koruma kapsamına alınabilir. Bu durumda asıl zararı gören tüketiciler olur. Bunun niye böyle olacağını “asimetrik menfaat algılaması” diyebileceğimiz bir kavramla izah edebiliriz. Üreticilerin menfaat algılaması çok güçlü, tüketicilerin menfaat algılaması ise çok zayıftır. Mesela bir üretici korumadan 10 bin birim istifade ediyorsa bir tüketici 1 birim zarar görecektir. Bu durumda üretici var gücüyle korunma elde etme mücadelesine girerken tüketici olan bitene aldırmayacaktır. Bu yüzden korumacılık daima tüketicilere zarar verir.
Ne var ki üreticiler de korumacılığın zararlarından kurtulamaz. Birincisi, bütün geleceğini sırf korunmaya bağlayan her işletme eninde sonunda batar. İkincisi, üretici bir kalemde üretici ise yüzlerce kalemde tüketicidir. Bir kalemde menfaat sağlıyor olsa bile diğer kalemlerde korumacılık yüzünden zarar görecektir. Özellikle küçük üretici daha fazla zarar görecektir. Korumacılık politikasının toplam sonucu toplumun büyük zarara uğraması ve adaletsizliğin yoğunlaşıp yaygınlaşması olacaktır. Her üretici kesimin korunduğu bir toplumu düşünün. Bu nasıl bir felakete sebep olurdu tahmin edebilirsiniz.
Korumacılık devletçiliği besler. Devlete ister ekonomik ister sosyal-ahlaki gerekçelerle toplumsal hayata müdahale hakkı vermek tilkiye kümes emanet etmekle eşdeğerdir. Bu devlet gücünü kullananları azdırır ve haksız kazanca boğar. Devletlerin fakirleri daha çok gözettiği tezi bir masaldır. Devletler her zaman güçlülerden yanadır. Güçlüler ise bürokratlar, politikacılar, onlara eklemlenen asalak zenginlerdir. İşçi, köylü, esnaf devletten menfaat elde edemez. Bir elde eder görünürse iki kaybeder. Elde ettiğini de yine diğer güçsüz toplum kesimlerinin aleyhine elde eder. O yüzden devleti korumacılık yoluyla toplumsal hayata müdahaleden uzak tutmak devleti meşru sınırları içinde tutabilmek için şarttır.Serbest ticaret kaynakları etkin oldukları alanlarda kullanıma yönlendirirken korumacılık tam tersini yapar. Kaynak tahsisini çarpıtır. Kaynakları çoktan çekilmeleri gereken sahalarda ve terk edilmiş olması gereken teknik ve yöntemlerle kullanılmaya mahkum eder. Bu fakirlik üretir. Artan fakirlik paylaşım kavgasını yoğunlaştırır. Korumacılık keyfidir. Kimin kime karşı korunacağına karar vermek eninde sonunda keyfi bir karardır. Sınırlar nerede çizilecektir ve korumacılık nerede son bulacaktır, bilinmez. Bugün bakkallar süpermarketlere karşı korunma istiyor ama bakkalların eski çerçilerin yerini aldığı unutuluyor. Çerçiler daha az erdemli ve daha az kıymetli insanlar mıydı ki hızla şehirleşen Türkiye’de doğmakta olan bakkal esnafına karşı korunmadı? Son otuz senede korumacılık uyguluyor olsaydık veya mevcut korumacı politikaları takip etseydik ben bu yazıyı bilgisayarla değil daktiloyla yazıyor olurdum. Siz bugünkü konforlu aracınıza değil efsanevi Reno 12 veya Anadol otomobile biniyor olurdunuz. Daktilolar ilk çıktığında hayatını elle yazarak kazananlar kim bilir ne sıkıntılar çekmiştir. Otomobillerin yaygınlaşması at arabalarıyla insan ve eşya taşımacılığı yapan insanları nasıl da sahneden silmiştir. Konfeksiyon atölyelerinin gelişmesi yarım asır öncesinin gözde mesleği terziliği ve terzileri kim bilir ne acılarla yüzleştirmiştir. Hayatın akışı budur. Belli meslekler silinmiş veya o işi yapanlar emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır. Ama onların çocukları babalarını ekonomik alan dışına iten gelişmeler sayesinde meslek ve iş sahibi olmuştur. Babaları korunsaydı çocukları işsizliğe, en iyisinden baba mesleğine mahkum olurdu. O zaman hayat durağanlaşır ve refah seviyesi asla yükselmezdi.
Ekonomik hayatın nasıl aktığı bellidir. Devletçi masallara inanmamalı, devleti lehimize başkalarına baskı uygulamaya çağırmamalıyız. Korumacılık hem adalete aykırıdır hem de etkinsizlik yaratıcı bir yöntemdir. Kimse toplumları Tanrısal bir yönetim ve denetime tabi tutabileceği hayaline kapılmasın. Herkes önüne baksın ve kendisi için en iyi işi en iyi şekilde yapmaya çalışsın.
Zaman, 12.02.2010