Korkunun Diktatörlüğü İçimizdedir – Aytekin Yılmaz

Benim kuşağımdan sol çevreden yazar, akademisyen, insan hakları savunucusu tanıdık kimseler ne zaman beni görseler ilk tepkileri “Bu kitapları, yazıları yazıyorsun korkmuyor musun, örgütler sana karışmıyorlar mı?” diyorlar. Sadece bunlar değil, sosyal medyada da çok kere buna benzer kaygılarını dile getirenler oluyor. İlginç bir durum tabiî ki… Ama aynı kişiler sürekli devleti eleştirenler için bu soruyu sormuyorlar, mesela, “Devlet sana karışmıyor mu?” diyene rastlamıyoruz. İşte mesele budur! Eğer gerçek sahici bir diktatör arıyorsanız, kendi mahallenizde ve içinizde arayacaksınız. Yani bana o soruyu soranlar çok haklılar, aslında benim de korkmam gerekiyor. Çünkü o desteklediğiniz, her fırsatta devrim beklediğiniz o örgütlerden korkulur. Ama bazılarımız korkmadığımız için biraz sorun oluyoruz.

Bu gibi sorulara cevabım şöyle oluyor: “Yok korkmuyorum, çünkü korkacak bir şey yaptığımı düşünmüyorum” diyorum. Bir yazar görüşlerini, eleştirilerini özgürce yazabiliyorsa kimden korkar? Bu korku sadece diktatörlerin yönettiği rejimlerde olur. Belli ki bazıları mahallesinde diktatörlük altında yaşıyor. Yoksa neden görüşlerini açıklamaktan korksun ki? Özgür eleştiri hakkımı kullandığım için bununla övünmüyorum, kendimi de öyle cesaretli biri olarak görmüyorum. Çünkü gayet normal bir şey yaptığımı düşünüyorum. Özgür düşünceyi savunan, eleştirel bir yazar şeyleri adıyla çağırmalıdır. Katile “katil”, yanlışa “yanlış” diyebilmelidir.

Bunu önce kendine ve yazarlık uğraşına saygının gereği olarak yapmalıdır. Özellikle sol mahallede yazdıklarımdan dolayı benden nefret edenlerin de olduğunu biliyorum. Neden çünkü yazdıklarım birçoklarının ezberini bozuyor ve rahatsız ediyor. Yazdıklarımdan rahatsız olanların bilmediği bir şey var, gerçek yazarlar yazılarıyla kitaplarıyla insanları rahatsız ederler. Yaptığım şeyin gayet normal olduğunu düşünüyorum, bu konuda illa ki tepki verilmesi gerekiyorsa, bu tepkinin bana değil, okurlarına gerçeği söylemeyen, şeyleri adıyla çağırmayan, mahalle baskısına boyun eğmiş yazarlara olmalıdır.

Bazen de diyorlar ki, “Bu devlet bu kadar baskı yaparken muhalifleri eleştirmenin zamanı mı?” Haklı gibi gözüküyorlar, ama değiller, bir de keşke şöyle düşünseler, daha iktidar olmadıkları halde eleştiremediğiniz bu muhalif parti/örgütler, yarın iktidar olduklarında neler yapmazlar? Muhtemelen sabahtan akşama kadar devleti eleştirenlerin bu soruya vereceğii bir cevabı yoktur. Bu yüzden özgür eleştirinin olmazsa olmazı, sadece muhalif olduğun devleti değil, kendi mahalleni, örgütünü de eleştirebilmektir. Daha iktidar olmadan mahallelerini korkuya boğmuş olanlar, iktidar olduklarında çok zalim olurlar. Unutmamak gerekir ki bugün iktidar olanlar da kendi içlerinde mahallelerinde eleştirilmediler. Bütün zalimlerin bir dönem mağdur olduğunu unutmayalım.

Başka ülkelerde kendi mahallesini eleştiren yazarlara “Entelektüel” diyenler, bizde mahallesini eleştiren yazarlara “hain” diyorlar. Bir toplumda geçmişle yüzleşmeyi, siyasi süreçlerin içinde yer almış olanlar yapabilir. Bizde ise bu yüzleşmeyi mahallenin Tüpçüsü ve Nalburcusundan bekleyenler var. Bu akılda olan yazar, sanatçı ve siyasetçiler, bu çarpık algılarından dolayı kendi mahallelerine dair bir yüzleşme içinde olmuyorlar. Bu yüzden de memleketin değişim dönüşümüne bir katkıları olmadığı açık. Dönüp kendileriyle yüzleşecekleri yerde, geçmişiyle yüzleşen bunun için riskler alan yazarları linç etmek daha kolaylarına geliyor. George Orwell, tam da bunlar için söylemiş gibi, “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” der. Son yıllarda neredeyse herkes herkese diktatör demeye başladı. Oysa kimin diktatör olduğuna dair tanım öyle o kadar da karmaşık değildir. Çok anlaşılır bir tarif yapıyorum, korkunun diktatörlüğü içinizdedir, kimi eleştiremiyorsanız diktatörünüz de o’dur. Bundan sonra diktatörlüğü de korkuyu da başka yerlerde değil, çok yakınınızda arayın, hemen yanı başınızda ve içinizde!

Yine mi? Evet, yine ve daima…

1945 sonrasında Nazilerin Auschwitz kampları ne zaman gündem edilse konuşulup tartışılsa, bu soykırıma sessiz kalan Alman yazarlar, sivil toplum örgütleri ve üniversite temsilcileri şöyle derlermiş: “Yine mi bu konu?” Bugün bir benzeri Türkiye’de yaşanmaktadır, burada ne zaman PKK ve sol örgütlerin cinayetlerini yazıp dile getirsem bazıları hemen, “Yine mi bu konu!” notunu düşüyorlar. Bunu kimler yapıyor? Örgütler bu cinayetleri yaptıklarında hiç sesini çıkarmayan ve kendilerini yazar, gazeteci, akademisyen ve insan hakları savunucusu sanan çevreler yapıyor. Bu çevreler bu konularda sessiz kaldıkları için, benim gibilerin sesini duyduklarında kendilerini suçlu görenlerdir. Onlar itiraf etmeseler de içten içe yaşadıkları dram budur. Sorun tekrar etmek mi, yoksa ikiyüzlü riyakârlığımız mı? Keşke sorun tekrar etmek olsaydı. Bazıları şimdi diyecektir ki, yine mi?… Evet, yine ve daima…

*******************

Benzer yazılar:

Totaliter Bir PKK Günlüğü, Mahmut Özdemirkol

Bireysel Özgürlüğün Katilleri: Kollektivizm, Örgütçülük ve Örgütsel Cemaatçilik

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et