Trump’la Başlayan Korumacı Dalgalar Nerede Duracak?

Küresel ticaretin bugünkü krizinin anlaşılabilmesi için, yalnızca son birkaç yılı değil, son birkaç on yılı dikkatle analiz etmek gerekir. Soğuk Savaş sonrasında oluşan ekonomik düzen, serbest ticareti esas alan bir çerçeveyle şekillendi. Dünya Ticaret Örgütü, bölgesel ticaret blokları, uluslararası yatırım anlaşmaları, bunların hepsi, kapitalizmin küreselleşmeyle kurduğu yeni ittifakın kurumlarıydı. Ancak bu düzen, 2008 küresel krizinden sonra önce sorgulandı, ardından Trump döneminde ilk ciddi darbesini aldı.
Trump yönetimi, özellikle Çin’e karşı başlattığı gümrük vergisi artışlarıyla yalnızca ikili bir ticaret savaşını değil, aynı zamanda çok taraflı sistemin meşruiyetini de hedef aldı. Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO) işlevsizleştirilmesi, temyiz mekanizmasının bloke edilmesi ve ticarî uyuşmazlıkların kurallar yerine güce dayalı çözümlere yönelmesi, bugünkü dağınıklığın altyapısını hazırladı. Ardından gelen pandemi süreci, uluslararası tedarik zincirlerinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi; bu da “stratejik özerklik” adı altında yeni bir korumacılık dalgasına meşruiyet sağladı.
Bugün geldiğimiz noktada, dünya ekonomisinin temel taşı olan “öngörülebilirlik” ilkesi yara almış durumda. Ticaret artık yalnızca fiyat ve kalite rekabetiyle değil; siyasî gündemle, yaptırımlarla, karşılıklı misillemelerle yönetiliyor. Bu ortamda ne uzun vadeli yatırım planı yapılabilir, ne de üretim zincirleri istikrar içinde işletilebilir.
Üstelik bu kriz sadece büyük güçleri değil, onların arasında sıkışan orta büyüklükteki ekonomileri de zorluyor. Türkiye gibi ülkeler, hem ABD-Çin rekabeti arasında yön bulmak hem de Avrupa’daki korumacı eğilimlere karşı pazarlarını çeşitlendirmek zorunda kalıyor. Ancak bu da kolay değil: çünkü mevcut ticaret ortamı, belirsizliği kural haline getirmiş durumda.

Bu durumda ne yapılabilir?

Öncelikle kabul edilmesi gereken gerçek şu: Dünya, artık 1990’ların küreselleşme refleksleriyle yönetilemez. Yeni bir ticaret mimarisi kurulacaksa, bu mimari çok kutuplu bir dünyayı ve dijitalleşmiş bir ekonomiyi temel almalı. Kısacası sistem sadece tarifeleri değil, dijital ürünlerin sınır ötesi akışını, veri güvenliğini, karbon sınır vergilerini ve fikrî mülkiyet haklarını içerecek şekilde yeniden tasarlanmalı. Yine, Dünya Ticaret Örgütü başta olmak üzere küresel kurumlar, sadece temsil adaleti açısından değil, karar alma süreçlerinin hız ve etkinlik açısından da reforma ihtiyaç duyuyor. Ayrıca, AB, ASEAN, Afrika Birliği gibi yapılar; kendi içlerinde serbestliği korudukça, küresel sistemin direnç noktaları hâline gelebilir. Türkiye gibi aktörler bu yapılarla eşzamanlı çalışabilecek hibrit diplomatik pozisyonlar geliştirmeli.
Eğer bu yönelimler benimsenmezse, bugün uygulanan gümrük tarifeleri sadece ticareti değil; teknoloji transferini, yenilikçiliği ve kalkınma dinamiklerini de durdurur. Korumacılığın maliyeti sadece ekonomik değil; siyasî, toplumsal ve jeostratejik etkileriyle birlikte düşünülmeli. Yani, Trump’la başlayan bu korumacı dönüşüm, artık kişilere değil sisteme dair bir soruna işaret ediyor. Cevap ise yine sistemsel düzeyde verilmeli. Aksi takdirde tarihin bugünkü satır aralarında, bir ekonomik uygarlığın çöküş hikâyesini okumaya başlayabiliriz.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et