Zeyneb Çağlıyan İçener – Başkanlık sistemini doğru tartışmak

Yeni bir anayasanın gerekliliği konusunda uzun zamandan beri geniş kesimler hemfikir. Ancak bu ortak arzu bizi henüz hedefe ulaştırmış değil. Anayasa tartışmalarını sistem meselesine indirgemiş, sistem meselesini ise şahsileştirmiş durumdayız. Sistem değişikliğine ilişkin tartışmaların kişiler üzerinden gidiyor oluşu aslında bizim için yeni değil. Yakın tarihimize göz attığımızda, krizleri aşmak üzere zaman zaman ortaya konan sistem değişikliği önerilerinin sistemi tartışmaya açmak yerine öneriyi ileri süren kişinin niyeti ekseninde seyreden bir kısır çekişmeye dönüştüğünü görüyoruz. 1988-1993 yılları arasında Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in arasındaki gerilimli ilişkiyi bu çerçevede ele almak mümkün. Özal ve Demirel, birbirleriyle diyalog halinde ürettikleri doğru/yanlış/eksik tezlerle bugüne uzanan sistem tartışmalarının mayasını çalan isimler olmaları bakımından daha çok incelenmeyi hak ediyorlar.

TARIŞMALARDA SÜREKLİLİK TAKİP EDİLMELİ

Sisteme ilişkin tartışmalar bugünün üretimiymiş gibi görünse de aslında tarihsel bir arka plana yaslanıyor. O dönemleri yaşayanlarımız unuttuklarını bugünden yola çıkarak kodladığı, yaşamayanlarımız ise seçici aktarımlara maruz kalarak olan biteni algıladığı için günümüz tartışmalarının yirmi-otuz senelik bir mâzîden tevârüs ettiğine derinlemesine eğilmiyoruz. Türkeş, Özal ve Demirel isimlerini duyuyor, onları hatırlıyoruz; ancak bu isimlerin istikrar kavramı örneğinde görüldüğü gibi aynı kavramları kullansalar bile bunlara benzer anlamlar yüklemedikleri ve nihayetinde tartışmaları farklı farklı şekillendirdikleri üzerinde durmuyoruz. Ayrıca zikredilen isimlerin sistem değişikliğini hangi koşullarda dile getirdiklerine de dikkat kesilmiyoruz. Sistem değişikliğini savunmalarını hepsinin başkanlık sistemini isteyenler kategorisinde değerlendirilmesi için yeterli bir veri olarak görüyoruz. Bu durumda tartışmaların sürekliliği takip edilemiyor.

ÖZAL’A KARŞI OLUŞTURULAN RET CEPHESİ

Başkanlık sistemi denince akla gelen ilk isim olan Özal, sistemin köklü bir transformasyonu peşindeydi. Ekonomi alanında başlattığı dönüşümü diğer alanlarda da sürdürmek istiyordu ama 1990’lara doğru ANAP halk desteğini yitirmeye başlamıştı. Özal, meclis çoğunluğunu kaybetmemişken cumhurbaşkanı seçilerek henüz tamamlayamadığı dönüşüm planına bir süre de Çankaya’dan devam etmeyi düşündü. 1982 Anayasası getirdiği iki başlı yürütme yapılanması çerçevesinde cumhurbaşkanına geniş yetkiler veriyordu. Mamafih cumhurbaşkanlığı devleti merkeze alan bir karaktere büründürülerek bir nevi fren mekanizması olarak tasarlanmıştı. Bu minvalde Özal muhalifleri eleştirilerini ağırlaştırdı. Aralarındaki siyasi görüş farklarını bir kenara bırakarak Özal karşıtlığında buluşan bu oluşum ANAP içindeki muhalif seslerin de iştirakiyle Özal’ın Çankaya’da yalnızlaşmasına sebep olurken Özal çıkış yolu olarak başkanlık sistemi alternatifine iyice bağlandı. Türkiye’deki uygulanışıyla parlamenter sistemin reformların gerçekleşmesine engel teşkil ettiğini düşünüyordu Özal. Bu görüşün Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da benimsendiğini söylemek mümkün.

BAŞKANLIK SİSTEMİNE KARŞI TEMELSİZ KORKULAR

Özal’ın cumhurbaşkanlığı süresince muhaliflerinin ağır tazyiki sürdü. Anayasaya uygun olsa da yalnız ANAP milletvekilleri tarafından seçilmiş olması gerekçe gösterilerek meşruiyeti tartışma konusu yapıldı. Özal, parti içi meselelere müdahale ettiği; ekonomi, dış politika, kabine oluşumu gibi meselelerdeki aktifliğiyle yetkisini aştığı; böylece anayasayı ihlal ederek “fiili başkanlık sistemi” oluşturduğu suçlamalarına muhatap oldu. Bugünkü tartışmalarda da benzerlerini duyduğumuz, “şahıs ve zümre iktidarı kurmak istediği”ne dair yorumlara sıkça rastlanıyordu. Özal ise istikrar ve demokrasi vurgusuyla ve koalisyonların ülkeye çok şey kaybettireceği görüşüyle başkanlık sistemini savunmaya devam etti. Özal’a göre, “çok çeşitli kültürlerin meczolunduğu bir imparatorluk bakiyesi” olan Türkiye’nin din, mezhep ve etnik farklılıklarının ayrıştırıcılığına düşmekten kurtulabilmesinin çaresi hizmet yarışını önceleyen başkanlık sistemiydi. Özal’ın gerekçelendirişi, çoğulculuğun tartışılması açısından mesafe katettiğimiz bugün için bize normal görünse de o dönemde federasyon eliyle bölünmenin gerçekleşmesine davetiye çıkarmak olarak nitelendirilmişti. Demirel, Özal’ın bu çıkışlarına mukabil, Türkiye’nin üniter devlet yapısını vurgulamış ve bölünme endişesiyle yoğrulan argümanlara destek çıkmıştır. Başkanlık sistemi zikredilince böyle bir korkunun etkisi altına giren kesimler hâlihazırda da mevcudiyetini koruyor.

DEMİREL VE ANAYASAL CUMHURBAŞKANLIĞI

Bugün Demirel başkanlık sistemini isteyenler arasında sayılsa da, 1970’lerden itibaren demeç ve konuşmaları incelendiğinde yaygın kanaatin aksine başkanlık sisteminin savunucusu bir Demirel portresinin izine rastlanmaz. Konuyu gündeme getirmek ve başkanlık sistemi tartışılsın demekle sistemi savunmak arasındaki farkı anlamak Demirel’in pozisyonel tavrını anlamamız açısından mühim. 1973 ve 1980 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kriz üreten havasında bu sistemi gündeme getirmiş olsa da, Demirel’in istisnasız her dönem cumhurbaşkanını halkın seçmesi ve meclisin fesih yetkisinin cumhurbaşkanına verilmesine ilişkin değişikliğe taraftar olduğu görülür. 1987’den sonra, Demirel Özal karşıtlığının da etkisiyle günümüzde sıkça duyduğumuz “başkanlık sistemi yalnızca ABD’de işliyor, Latin Amerika ülkelerinde darbelere yol açıyor ve bizim siyasi kültürümüz ABD’deki şekliyle işlemesine elverir nitelikte değil” tezini öne sürmüştür. Cumhurbaşkanı Demirel, Özal’dan farklı olarak devletin merkezde olduğu işleyişte ciddi bir dönüşümün değil devletin yönetilemez hale getirilmesine engel olacak bir devlet reformunun peşindeydi. “Anayasal cumhurbaşkanlığı” olarak formüle ettiği ve devleti merkeze alan cumhurbaşkanlığı modeliyle uyum arz eden üslûbu onun Çankaya’da manevra kabiliyetini artırmıştı. O nedenledir ki Demirel 1997’ye kadar başkanlık sistemi tartışılsın çıkışını yapma gereği hissetmedi. Demirel’in görev süresinin bitmesine yakın sistem tartışmalarını başlatması, daha önce Özal’ın, günümüzde de Erdoğan’ın başına gelen şekilde değişikliği kendisi için istediği eleştirilerine hedef olmasıyla ve tartışmanın kişiselleşmesiyle sonuçlandı.

ANAYASA KİŞİSELLEŞTİRİLMEDEN TARTIŞILMALI

Hâsılı Özal ve Demirel dönemlerindeki sistem tartışmalarından beri değişmeyen çok şey var. Bahsi geçen argümanlar yeniden üretilerek varlıklarını sürdürüyor. Bir diğer süreklilik başkanlık sistemi önerisini kimin getirdiğinin ve bu önerinin kimi işaret ettiğinin sistemin niteliğinin önüne geçmesinde ve şahısları farklı dönemlerde farklı pozisyonlara savurmasında görülüyor. Özal’a “Çankaya’ya çıkarsan seni indirmek boynumun borcu olsun” diyen Demirel’den, Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Demirtaş’a uzanan kişiselleştirilmiş pozisyonlar yapıcı bir siyaset üretmekten uzak. Birey birey hepimizi, şimdi ve gelecekte yakinen ilgilendirecek bir hayatî mevzu önümüzde duruyor. Sistem tartışmalarını kişilerden bağımsız ele almak ve anayasa tartışmalarını sistem meselesinin ötesine taşımak önceliğimiz olmalıdır.

Yeni Şafak Gazetesi, 07.02.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et