Yargı reformu stratejisi

Avrupa Birliği’ne uyum çalışmaları çerçevesinde, Adalet Bakanlığı’nca ilgili yargı kurum ve kurulları yanında Avrupa Komisyonu’nun da katkıları alınarak hazırlanan “Yargı Reformu Stratejisi”  açıklandı. Stratejinin temel amaçları, gayet isabetli olarak, yargının bağımsızlık, tarafsızlık ve etkinliğinin artırılması olarak belirlenmiş, ama ben bu yazıda sadece “bağımsızlık”la ilgili hususlar üzerinde durabileceğim.
Yargının bağımsızlığını güçlendirmek üzere yapılması tasarlanan düzenlemeler şöyle özetlenebilir: HSYK’nın yeniden düzenlenmesi, hakimlerin terfi sisteminin gözden geçirilmesi, idari ve mali özerkliğe sahip bir Hakimler ve Savcılar Birliği’nin kurulması, askeri mahkemelerin yetki alanının daraltılması ve bu mahkemelere hakim sınıfından olmayanların atanmaması, askeri mahkeme binalarının askeri yasak bölge dışına çıkarılması ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin (AYİM) iki dereceli hale getirilmesi.

HSYK’nın “geniş tabanlı” temsile dayanacak şekilde, kendisine ait sekreteryası bulunan bir kurum haline getirilmesi gerçekten de doğru bir girişim. Bu “geniş tabanlı” temsilde hem bütün hakimlerin kendi seçtikleri temsilcilerin hem de parlamentonun seçeceği üyelerin yer almasının Kurulun demokratikleşmesi ve sahici anlamda bağımsızlaşması için gerekli olduğunda şüphe yok. Ancak, RTÜK örneğinde olduğu gibi, parlamentonun üye seçme işinin partilerin aday göstermesine bağlı olarak yapılması halinde, bu işten umulan faydanın elde edilemeyeceğini, aksine bunun yargının tarafsızlık ve güvenilirliğini zedeleyeceğini belirtmek ihtiyacı duyuyorum.

Fakat bu belge bir noktada belirsizlik içeriyor. Strateji belgesinin 8. sayfasında, “denetim sistemi(nin), HSYK’nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak iddia ve karar makamlarının tek elde birleşmesini engelleyecek şekilde, Kurul bünyesinde yeniden yapılandırılaca”ğından söz ediliyor, ama bununla ne anlatılmak istendiği belli değil. Oysa, bu konuda açık olmalıyız: Yerine getirdikleri işlevlerin nitelik bakımından tamamen farklı olduğunu göz önüne alarak hakimlerle savcıların özlük işlerinin tek bir kurul tarafından yürütülmesinden kesin olarak vaz geçilmelidir.

Öte yandan, konuya aşina olanlarca bilinen ve bu belgede özetlenen terfi sisteminin hakim bağımsızlığını zedeleyici olduğunun fark edilmiş olması önemlidir. Askeri mahkemelerde hakim sınıfından olmayan subay üyelerin bulunmasının “bağımsız mahkeme” kavramıyla ve bu mahkemelerin görev alanının sivil mahkemeler aleyhine geniş tutulmuş olmasının hukuk devletiyle bağdaşmadığının anlaşılmış olması da güzel. Askeri mahkemelerin askeri yasak bölgelerin dışına çıkarılması da fevkalâde isabetli olacaktır. Ne var ki, aynısını AYİM’in iki dereceli hale getirilmesi için söyleyemeyiz. Bu mahkemeyle ilgili olarak asıl yapılması gereken, onu bütünüyle kaldırmaktır.

Ayrıca, bir tür “kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekkülü” olarak Hakimler ve Savcılar Birliği’nin kurulması bana o kadar iyi bir fikir gibi gelmiyor. Hakimlerle savcıların burada da birlikte düşünülmüş olmalarının yanlışlığı bir yana, bu Kurula üyeliğin serbest olması tasarlanıyor ise de, bunun yine de bildiğimiz anlamda bir dernek olmayacağı anlaşılıyor. Devletçe kurulan, “idari ve mali özerkliği haiz” böyle bir kurulun, hakimlerin kurabileceği diğer dernekler (s. 9) karşısında özel olarak “himayeye mazhar” olacağı açıktır. Ayrıca, Türkiye’de bu türden korporatist meslek teşekküllerinin, genellikle, meslek mensuplarının “müşterek ihtiyaçları”nı karşılama amacına hizmet etmekten çok, onlara devlet adına vesayet eden ve mesleğin gereklerini “devletin yüce çıkarları”yla özdeşleştiren bir şekilde işledikleri de bir gerçek.

Star, 03.09.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et