Geçenlerde bir arkadaşım, mutfağa olan ilgimi bildiğinden Şavurma yapıp yapamayacağımı sordu ve ben de onu iftara davet ederek şavurma yaptım. Bir Levant Havzası yemeği olan şavurma (şavarma), diğer Levant yemekleri gibi oldukça lezzetlidir. Nişanyan Sözlükte dönerin Yahudi versiyonu olduğu ifade edilse de günümüzde şavurmayı Lübnan’ın daha çok sahiplendiğini söyleyebiliriz. Yine de Beyrut’ta olduğu kadar Şam’da, Kudüs’te olduğu kadar Tel Aviv’de de bu yemek oldukça sevilir.
Arkadaşımla şavurma yerken elbette söz politikadan açıldı ve uzun uzadıya konuştuk. Yurtdışında eğitim görmüş, annesi Rus olan arkadaşım Rusya’ya hâkim olduğu kadar Ortadoğu ve Türkiye politikalarına da hâkimdi ve dolayısıyla da keyifli bir sohbet oldu. Sohbetimizde farklı siyasî düşüncelerde olsak da ikimizin de aslında gayet ittifak halinde olduğu bir konu vardı: Türkiye’nin önümüzdeki 20 yıl içerisinde bölgede kaçınılmaz olarak lider ülke olacağı.
Evet, Türkiye gelecek 20 yıl içerisinde bölgesinin patronu ve doğal lideri olacaktır. Bu durum, pek çok verinin ortaya koyduğu bir gerçekliktir. Pek çok Batılı think tank kuruluşu bu duruma ilişkin analizler yapmakta, bu durumu ortaya koymaktadır. Eğer verilerde radikal bir değişiklik olmazsa ve bazı adımlar atılabilirse Türkiye Ortadoğu’yu aşkın sınırların lider ülkesi konumuna gelecektir. Bu durumu anlayabilmek için bölgedeki diğer ülkelere ve bazı olaylara bakmak dahi yeterlidir:
Bu bölgede en büyük belirleyici hiç şüphesiz ABD ve Rusya’dır. Yeni bir aktör olarak Çin yükselse de henüz bölgeyi tanımamakta; yalnızca ülkesinde biriken paranın nüfuzunu kullanmaya çalışmaktadır. ABD ile mücadele içerisindeki Çin, bu mücadele kızıştıkça Ortadoğu’ya daha fazla kaynak ayırmak istemeyecektir. Çünkü hem ABD hem de Çin; mücadelelerini bölge üzerinde sürdüremeyeceklerdir. Çin Denizi ve Asya’da kızışacak bu mücadele sonucunda ABD ve Çin faktörünün bölgede eskisi kadar etkili olmayacağını rahatlıkla ifade edebiliriz.
Rusya ise hem azalan nüfusu hem artan askerî harcamaları hem de ambargolardan kaynaklı yorgunluğu ile artık ekonomik olarak çökme noktasına gelmiştir. Moskova’yı 20 yıl evvel tanklarla zapt etmeye çalıştıkları Çeçenler korumaktadır. Putin’den sonrası ise belirsizdir. Şu anda ülkede çıkabilecek bir isyan her şeyi alt üst edebilir. Diken üstündeki bu ülkenin Suriye’den çekilmesi, bölgede yeni bir askerî müdahaleye girmekten kaçınması çok olasıdır.
Bölgede en güçlü ülkelerden İran, iç karışıklığın eşiğinde durmaktadır. Artan ve artık ekonomisine yük olan askerî harcamaları söz konusudur. Hürmüz’ü yakmak dışında bir tehdidi neredeyse yoktur, kaldı ki bunun da yapılabilme olasığı yüksek değildir. Bütün bunlar olmasa dahi coğrafi olarak ve mezhep farklılığından dolayı bölgenin lideri olamayacağını söyleyebiliriz.
Suriye ve Irak hem güvenlik problemi hem de ekonomik problem yaşayan iki ülkedir ve dahası bunun 20 yılda çözülmesi neredeyse imkânsızdır. Ayrıca ileride ciddi bir “su sorunu” yaşayacaklardır. Çözümü ise Türkiye’den geçmektedir. Hakeza, Lübnan da geçirdiği iç savaşın ardından toparlanabilmiş değildir.
Suudi, BAE, Katar gibi ülkelerin askerî varlıkları zayıftır. Daha evvel “lider devlet” tecrübeleri hatta iddiaları dahi yoktur. Kadroları yoktur. Aslında petrol zenginliğinin dışında pek bir şeyleri de yoktur. Mısır ise bir şekilde iddiasını kaybetmiş bir ülkedir. Dar çevresindeki sorunlar dahi Mısır’ı oldukça yormaktadır ve bunu kaldıramamaktadır.
Yukarıdaki tespitlerin bazıları, Dr. Muhammed Ali Ehsan tarafından The Express Tribune’da, “Who will be the next hegemon in Middle East?” başlıklı yazıda farklı bağlamda ve bazı farklılıklar da ihtiva ederek kaleme alınmıştır.
Diğer yandan İsrail ise Gazze’de bir süredir gerçekleştirdiği soykırım ile bölgede hiçbir zaman baskın ve etkin bir güç olamayacağını ortaya koymuştur. Dahası, İsrail’in gerçekleştirdiği bütün katliamlara rağmen başarısızlığı açıkça ortadadır ve Hamas meskûn mahal çatışma stratejisi ile başarılı olarak Filistin davasının liderliğini de ele geçirmiştir. Ayrıca tüm bu olanlar, küresel bir Filistin desteğine dönüşürken İsrail içerisinde pek çok İsrail vatandaşı da hükümetlerini protestoya devam etmektedir. İsrail, Netanyahu’nun anlamsız, hırs dolu ve intikam içerikli; tarihe kara leke olarak yazılan soykırımının ardından bölgede etkin ve baskın bir güç olamayacağını, aslında göründüğü kadar güçlü de olmadığını ortaya koymuştur. Hatta belki bu vesile ile İsrail’e o meşhur yazıyı hatırlatmak gerekir: “Mene, mene, tekel, ufarsin” yazısını hatırlatmak gerekir.
Geriye dinamik nüfusu ile artan askerî teknolojisi, NATO’nun en büyük 2. kara ordusu, istikrarlı demokrasisi (aynı partinin kazanmasından bahsetmiyorum, güvenli ve demokratik şekilde tekrarlanan seçimlerden bahsediyorum), Gabar civarında çıkan petrolü, yenilenebilir enerji yatırımları, Kalkınma Yolu Projesi, Afrika’da gerçekleştirdiği hamleler ile Türkiye kalmaktadır. Türkiye, kısa-orta vadede bölgede ve ilerleyen süreçlerde küresel ölçekte hegemon güç olmaya adaydır ancak dört önemli sorunu çözmesi gerekmektedir: Ekonomik İstikrarsızlık, Kürt Sorunu, Tarım-Hayvancılık Sorunu ve Düzensiz Göç Sorunu.
Beklendiği üzere 31 Mart sonrası Türkiye, Irak ile ortak bir şekilde PKK unsurlarına kapsamlı bir operasyon düzenleyebilir ancak Suriye’de Esad’ın da desteklediği bir PYD/YPG/PKK varlığı artık iyice kök salmıştır. Suriye’deki terör unsurlarına yönelik bir operasyonun düzenlenip düzenlenmeyeceği bilinmese de Irak’taki operasyonların Suriye’deki terör unsurlarını da zayıflatacağı açıktır. Böylece, Kürtler, Türkiye’nin dahil olmadığı ve onaylamadığı, Türkiye’ye rağmen yapılan hiçbir projenin başarılı olamayacağını da bir kez daha görmüş olacaklardır.
Erdoğan hükümeti, eğer milliyetçileri ikna eder ve milliyetçilerle birlikte, askerî operasyonların ardından yeni bir süreç başlatırsa, Özal döneminde konuşulan bazı teorileri (kesinlikle federatif yapıdan bahsetmiyorum) hayata geçirebilir. Bu durumda sınır güvenliği sağlanmış, Kürtlerle sorun yaşamayan Türkiye ve muhtemelen Kürtlerle artarak sorun yaşamaya devam eden Suriye-İran tablosu görebiliriz. Böylece Türkiye önümüzdeki 20 yılda bölgenin patronu olarak ilk müdahalesini de Irak’ın belli bölgelerinde yapmış olur ve Suriye’de de varlığını güçlendirebilir. Ancak bütün bunlar yapılırken geçmişte yapılan hataların yapılmaması ve öncesinde kapsamlı bir askeri harekatın yapılması gerektiğine inanıyorum.
Türkiye düzensiz göç meselesini ancak sınırlarında güvenliği artırıp var olan göçmenleri uyum sürecine tabi tutarak aşabilir. Türkçe kursları, artık Türkiye içerisinde bir gereklilik haline gelmiştir. Diğer yandan uyum sağlamayan, suç işleyen, toplumsal düzeni, kamu sağlığını vb. hususları tehdit eden, Türkçe öğrenmeyen ve bunda direnen kişiler sınır dışı edilmeli, vatandaşlık kazanmışlarsa vatandaşlık kazanma süreçleri kontrol edilerek usülsüzlük olup olmadığı araştırılmalı -eğer varsa gereği yapılmalı-, kontroller artırılmalıdır. Bu konuya dair kapsamlı çözüm önerileri pek çok akademik çalışma ile ele alınmıştır, incelenebilir.
Diğer yandan Türkiye ekonomisini teknokratlar eliyle düzeltmeye çalışırken bir yandan da gelir adaletsizliğini engellemek zorundadır. Umarım günün birinde, Hayek’in de dediği gibi herkese asgari ihtiyaçlar için “vatandaşlık maaşı” ödeyebilen bir ülke haline gelebilir, bu zenginliğe ulaşabiliriz.
Türkiye, tarım-hayvancılık konusunda da önemli açılımlar yapmak zorundadır. Kurak değil verimli topraklarımızı iyi kullanabilmek, hayvancılığı geliştirmek zorundayız. Ayrıca bunu sadece Anadolu’da yapmak zorunda da değiliz. Özel şirketler aracılığıyla başka ülkelerde üretimler yapabilir, devletler nezdinde toprak kiralamaya devam edebiliriz. Tarım-Hayvancılık gelecek 50-60 yılda en önemli konulardan biri haline gelecektir. Bu konuda daha evvel yazdığım “Zeytin Ekmek ve Türkiye’nin Tarım-Gıda-Hayvancılık Politikaları Üzerine” başlıklı yazıya da göz atabilirsiniz.
Bütün bunların ilk adımı ise sıklıkla vurguladığım üzere yargı reformudur. Türkiye, kapsamlı bir hukuk reformu yapmak zorundadır. Halkın adalete olan güveni bu kadar düşük oldukça ne yazık ki toplumsal yapı yerine oturamaz. Hukuk yoksa eğitim, ekonomi, tarım, sivil toplum vb. hiçbir konuda Türkiye ileriye gidemeyecektir. Bu konuyu da “Türkiye’de Hukuk Problemi” başlıklı yazımda işlemiştim.
21.yy’da Gazze’de soykırım yapıldığı şu günlerde, Kudüs’te, Kıbrıs’ta, Doğu Türkistan’da, Kerkük’te, Saraybosna’da sorunlar devam ederken insanlığın, vicdanlı, adil ve güçlü bir yönetim anlayışına sahip Türkiye’ye ne kadar ihtiyacı olduğu açıkça görülmektedir. Tarihin ve medeniyetimizin bize yüklediği bu misyona yabancılaşamayız, sorumluluklarımızın gereğini yapmak zorundayız. Umutlu olmak ve bize verilen müjdeye sıkıca sarılmak zorundayız:
“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik”(48/1)