Halen değişik düzeylerde sürmekte olan bu tartışmada bir sürü insanın kafasının karışık olduğunu gözlüyorum. Bunun, kimlik ve aidiyet vakıasına farklı yaklaşımlardan güncel politik çıkarlara kadar çeşitli nedenleri olabilir. Bu yazıda süre giden kafa karışıklıklarının giderilmesine katkı sağlamak amacıyla Türk kimliği konusuna nasıl yaklaşmak gerektiği üzerinde duracağım.
Öncelikle hemen belirtmeliyim ki Türk kimliği veya herhangi başka bir kolektif kimlik kendiliğinden ortaya çıkan ve insanların hep doğuştan edindikleri kimlikler değildirler. Başka bir deyişle bütün kimlikler tarihseldirler ve pratik hayatın içinde oluşurlar. Bugün, mesela “Alevi kimliği” çoğu insan için doğuştan edinilen bir kimliktir. Ben doğuştan Alevi olmayıp da sonradan bilinçli bir tercihle Alevi olan ve böyle kabul edilen birisine rastlamadım. Lakin biz biliyoruz ki “Alevi” kimliği tarihseldir ve bugünkü konuştuğumuz haliyle 13. yüzyıl öncesinde yoktur. En geniş anlamıyla alınsa bile İslamiyet öncesine de götürülemez. Yani, bugün için oldukça doğal olan ve çoğu insanın doğuştan sahip olduğu bu kimlik türü en fazla 15 yüzyıllık bir olgudur. Bu tür tespitleri bütün kimlikler için yapmak mümkündür, bütün kimlikler tarihin belli bir döneminde ortaya çıkarlar ve bazıları kalıcı olduklarından biz onları sanki hep varmış ve doğuştan edinilen kimliklermiş gibi algılarız. Dahası, belli özelliklere sahip kimlikler tarihin farklı dönemlerinde ve dünyanın değişik coğrafyalarında görülünce biz onları sınıflandırırız. “Etnik-ırki” kimlik, “kabile-aşiret” kimliği, “dinî” kimlik, “medeniyet” kimliği, “ulusal-millî” kimlik gibi kategoriler tanımlarız.
KİMLİĞİN ÜÇ FARKLI KATEGORİSİ
“Türk” kimliği de böyledir, yani tarihin belli bir döneminde ortaya çıkmış, değişik anlamlar ve hususiyetler kazanmış ve dolayısıyla da farklı kategorilerde değerlendirilmiş bir kimliktir. Bu çerçevede tarihsel olarak baktığımız zaman Türk kimliğinin üç farklı kategoride izhar edildiğini görmekteyiz. Birincisi etnik-ırki kimlik, ikincisi dinî kimlik ve sonuncusu ulusal kimliktir. Türk kimliği öncelikle bir etnik ya da ırki topluluğu niteleyen bir kimlik olarak ortaya çıkmıştır. Burada hemen şunu belirtmeliyim ki bütün kolektif kimlikler salt bir unsura indirgenerek tanımlanamazlar. Her ne kadar sınırları ve kapsamı tam ve kesin olarak belirlenemese de çoğul unsurlar içerirler. Dolayısıyla etnik-ırki kimlik dediğimiz kolektif kimlikler de sadece etnik ya da ırki ortaklığa dayanmazlar. Zaten bir topluluğun hepsinin etnik ve ırki olarak aynı atadan geldiğini yani bir nesep birliğine sahip olduğunu tarihsel olarak ispatlamamız mümkün değildir. Hatta bunu tek bir kişi için de yapamayız. Hiç kimse soyağacının başlangıcına kadar giden bir tarihe sahip değildir. Ben Türk ana-babanın çocuğu olarak bir Türk’üm. Ana-babam da Türk ana-baba çocukları oldukları için Türk’türler. Onların ana-babaları da öyle. Fakat bunu en başa kadar götürecek delil yok. Hoş tersini gösterecek bir delil de yok. Bu durumda nesep olarak Türklük sonuçta bir varsayımdan ibarettir. Bunun içindir ki etnik-ırki kimlikler sadece nesep birliğine dayalı olarak tanımlanmazlar. Bunun yanında paylaşılan başka ortaklıklar vardır. Lisan, ortak bir adlandırma, gelenek ve görenekler, özlemi duyulan bir geçmiş ve gelecek, kültür, sahiplenilen ya da kendisiyle anılan bir coğrafya parçası veya yurt gibi unsurlar. Türk etnik-ırki kimliği ile birlikte anabileceğimiz ve bu kimlik mensuplarınca paylaşılan unsurların en başında şüphesiz “Türk” adı ve “Türkçe” lisanı vardır. Tarihsel olarak yazılı otantik Türk kaynakları itibarıyla baktığımız zaman bir etnik-ırki kimlik olarak Türk kimliği 8. yüzyılın başlarında ortaya çıkmaktadır. Lakin bir kimlik birimi sadece kendi otantik kaynaklarına bakılarak anlaşılmaz. Diğer kaynaklara, özellikle Çin kaynaklarına baktığımız zaman Türk adlandırmasından yola çıkarak Türk kimliğinin tarihini elbette 8. yüzyıl öncesine taşımak mümkün. Bu konuda Çin kaynakları bizi M.Ö. 14. yüzyıla kadar götürebiliyor. Buradan çıkaracağımız sonuç şudur: Bir etnik-ırki topluluk olarak Türk kimliği ezelden beri var olan bir kimlik değildir. Bugün benim gibi çoğu insanın doğuştan sahip olduğu Türk kimliği tarihin belli bir döneminde yoktur ve ortaya çıktığı dönemde bu kimliği edinen ilk Türkler “Türk” olarak doğmamışlardır, onlar Türk olarak, büyük bir ihtimalle Çinliler tarafından, adlandırılmışlardır. Bu adlandırma ve bu adlandırmayı sahiplenen topluluk paylaştığı diğer unsurlarla (öncelikle Türkçe lisanı ile) beraber tarihsel bir süreklilik kazanınca bugün çoğumuz için Türklük doğuştan kazanılan bir kimlik haline gelmiştir.
Türk kimliğinin tarihsel olarak izhar ettiği ikinci kimlik dinî kimliktir. Bu anlamıyla Türk demek “Müslüman” demektir. Türk topluluklarının İslam’ı kabul etmesinden sonra Türk kimliği ile Müslüman kimliği arasında bir özdeşleşme oluşur. Bu özdeşleşmenin iki ana nedeni vardır. Birincisi Türk topluluklarının zamanla ezici çoğunluğunun Müslümanlaşmasıdır. Öyle ki Müslüman olmayan Türk topluluğu çok azdır. Mesela Arap etnik-ırki kimliğine mensup olan topluluklarda orantılı olarak Müslümanlaşmayanların sayısı daha fazladır. Türkler kadar ezici çoğunluğu Müslümanlaşmış olan başka bir etnik-ırki topluluk neredeyse yoktur. Özdeşleşmenin ikinci nedeni ise Türklerin özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile İslam’ın bayraktarlığını yapmış olmasıdır. 16. yüzyıla gelindiğinde Türk kimliği ile Müslümanlık özdeşleşmesi tamamlanmıştır. Artık Türk demek Müslüman, Müslüman demek de Türk demektir. Türkler on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar kendilerini Türk’ten ziyade Müslüman olarak görürler. Aidiyeti oluşturan en önemli bileşen İslam’dır. Dil, ülke ve etnik köken duygusal bağ oluşturmanın ötesinde bir önemi haiz bileşenler değildir. Dahası “Türk”ün muadili Rum, Ermeni, İngiliz, Arap, Fransız gibi etnik-ırki topluluklar değildir, “gavur” yani Müslüman olmayandır. “Türk-gavur” zıtlığı Türk-Müslüman özdeşleşmesinin ne kadar içselleştirildiğinin göstergesidir. Bunun günümüzde bile etkisini sürdürdüğünü görüyoruz. Mesela benim babam için bir insan ya Türk’tür ya da gavurdur. Türk-Müslüman özdeşleşmesini Avrupa’da da görürüz. 12. yüzyıldan itibaren Avrupalılar için Türk sözcüğü Müslüman sözcüğü ile eşanlamlıdır. Müslüman olan bir Avrupalı için ‘Türkleşti’ ifadesi kullanılır. Müslümanlaşma Osmanlı İmparatorluğu sınırları dışında, örneğin Isfahan’da olsa bile Türkleşmek deyimi kullanılır. Osmanlı İmparatorluğu da zaten bir Türk imparatorluğu olarak değil, bir İslam imparatorluğu olarak algılanır. Türk ve Müslüman sözcükleri öylesine özdeşleşmiştir ki, ‘Hıristiyan Arap’ sözcüğü anlamlı bulunurken, ‘Hıristiyan Türk’ sözcüğü anlamsız ve kendi içinde çelişkili görülür.
SALT ETNİK VE IRKİ BİR UNUSURA İNDİRGENEMEZ
Son olarak Türk kimliği bir ulus kimliğini nitelemektedir. Ulus kimlikleri modern dönemin ürünüdürler. Bugün kullandığımız anlamda ulus kavramı 16. yüzyıldan önce yoktur. Ulus kimlikleri ulus-devletlerle ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle ulus kimliğini yaratan ülkesel-egemen-merkezi devletlerdir. Ulus kimliği siyasi bir kimliktir ya da siyasi unsuru ağır basan bir kimlik türüdür. Tabii ulus kimlikleri oluşturulurken boşluk üzerine bina edilmemişlerdir. Çoğu ulus kimliği tarihsel olarak daha eski olan etnik-ırki kimlikler üzerine inşa edilmişlerdir. Bu nedenledir ki bir sürü insan etnik-ırki kimlik ile ulus kimliğini ayırt etmekte zorlanmakta ve bu da başlangıçta bahsettiğim kafa karışıklıklarına neden olmaktadır. Halbuki bütün ulus kimlikleri etnik-ırki referanslara dayanmaz. Mesela Amerikan, Kanada, Avustralya, İsviçre ulus kimliklerinde etnik bir referans yoktur. Etnik referansı olan Fransız, Britanya, Alman, İtalyan, Türk, Yunan ulus kimliklerinde de ulus kimliği salt etnik referansla oluşmamıştır. Dahası, Fransız, İngiliz, Alman, Türk, Yunan “ulus” kimlikleri yokken de bu ulus kimliklerine referans olan toplulukların bir kimliği (bu etnik-ırki kimliktir) vardır. Dolayısıyla, ulus kimliği dediğimiz kimlik türü modern dönemde ulus-devlet dediğimiz vakıa ile ortaya çıkan bir kimlik türüdür. Türk ulus kimliği de bu dönemin ürünüdür ve 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra oluşur. Bugün için etnik-ırki anlamda tek bir Türk kimliğinden bahsederken, ulus kimliği bağlamında Azeri, Özbek, Kırgız, Kazak gibi birden fazla ulus kimliğinden bahsetmekteyiz. Türkiye’deki ulus kimliğinin bütün ulus kimlikleri gibi salt etnik-ırki unsura indirgenemeyeceği açıktır. Lakin tarihsel pratikte etnik-ırki unsurun göreli ağırlığından bahsetmek, mesela İngiliz, Amerikan ve hatta Fransız ulus kimlikleri ile kıyaslanınca, mümkündür. Özetle tarihsel olarak Türk kimliği bugün de varlığını sürdüren 3 farklı kimlik türü (etnik-ırki, dinî ve ulusal) şeklinde izhar etmiştir. Bunun farkında olmak başlangıçta değindiğim kafa karışıklığının giderilmesine katkıda bulunabilir.
Zaman, 18.07.2010