Eğitimde Kemalist indoktrinasyona son mu?

Milli Eğitim Bakanlığında yapılan son düzenleme ile eğitimde Kemalist ideolojik indoktrinasyonun biteceğinden bahsediliyor.

Bu indoktrinasyonun nihayete ereceğini söylemek için henüz erken. Lakin ideolojik indoktrinasyonun biran evvel son bulması lazım, çünkü ideolojik indoktrinasyona dayalı bir eğitim sisteminden, nitelikli, eleştirel ve perspektif sahibi bireylerin yetişmesi düşünülemez. Bununda nedeni bizatihi ideolojinin mahiyetinden olduğundan ideolojiye bakmalıyız.

Kelimenin Kadim Yunanca’daki kökeninden çıkarılan anlamı fikirler bilimi, felsefenin veya psikolojinin insanın fikirlerinin kaynağını ve mahiyetini inceleyen dalı demek. Nitekim 1796 yılında literatürde ilk kullanıldığında ve sonrasında, ideoloji sözcüğü bu manada ifade edilmiştir. Lakin kelimenin bu az-çok nötr anlamı, ondokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğine geldiğimizde değişir ve biraz menfi muhteva ile ideal, soyut, afaki ve pratik olmayan spekülasyon şeklinde anlaşılır. Bu ikinci anlamı, kavramın günümüze kadar gelen kullanımıdır. Yirminci yüzyılın başından itibaren bu kullanım şöyle tanımlanır: Siyasete veya topluma, ya da bir sınıf veya grubun davranışına ilişkin, vakaların seyrinden bağımsız bir şekilde aleni veya zımni olarak benimsenen ve eylemlerin meşrulaştırılmasında kullanılan sistematik fikirler şeması. Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde bu tanım yerleşir.

Günümüzdeki kullanım, kelimenin ilk kullanımındaki, az-çok nötr olan, fikirler dizisi ya da fikirlerin incelenmesi anlayışını yansıtmaz. Bazen, her fikrin ve her tavrın ideolojik olduğu önermesi ileri sürülerek ideolojinin Kadim Yunanca’daki kök anlamına göndermede bulunulursa da, böylesi önermelerde kastedilen sadece Kadim Yunanca’daki anlam değildir. Aynı zamanda yerleşik modern anlamı da kastedilir ve objektif ve bitaraf bilgi ve tavrın imkânsızlığı vurgulanır. Eğer bununla kastedilen bütün zamanlar ve mekânlar için varit bir bilginin mümkün olamayacağı ise, bu doğrudur, çünkü zamandan ve mekândan münezzeh bir evrensellik insani değildir. Yok eğer kastedilen insanlar ve gruplar arası ortak bir anlayışın imkânsızlığı ise, bu yanlıştır, çünkü böylesi bir ifade mutlak rölativizmin eseridir ve bu da insani değildir. Dolayısıyla her şey ideolojiktir demek anlamlı bir önerme değildir. Tarihi realite ne mutlak evrenselciliğe, ne de mutlak izafiyete sahiptir. Tarihi realite insanların iradi eylemleriyle zaman ve mekânla kayıtlı olarak iletişim kurabilmeleri ve dolayısıyla belli ortaklıklar oluşturabilmelerini ihtiva eder. Aksi bir izah, insana ve insan yaşamına dair bildiğimiz her şeyin, daha doğrusu bizatihi insanın, inkârı demektir. Biz bir şeyin ideolojik olduğunu söylediğimiz zaman, bahse konu olanı tam içermediğini, onu makuliyet ve hakkaniyetle tanımlayıp izah etmediğini ve kısmen de çarpıttığını ifade ederiz. Böyle olunca da her şey ideolojik değildir. Hegel’in ünlü vecizesini, (akli olan gerçektir, gerçek olan aklidir), Marx gibi tersyüz edecek olursam, ideolojik olan tarihidir, ama tarihi olan ideolojik değildir. İdeoloji kavramını biraz daha açımlamakta fayda var. Elbette ideoloji, bugünkü kullanımında da, bir fikirler dizesini içerir.

Lakin, biz her fikirler sistemine ideoloji demeyiz. Mesela, kimse zeytinciliğin ve zeytinyağının nasıl yapılacağına ait fikirler şemasını ideoloji olarak addetmez. Ne zaman ki, birisi zeytinciliğin ve zeytin yağı yapmanın bağcılıktan ve pekmez imalatından daha değerli, iyi, ahlaki ve saygın bir uğraş olduğunu öne sürerse; bunu ideolojik olarak niteleriz. Çünkü burada makuliyetin ve hakkaniyetin zedelendiğini düşünürüz. İdeoloji dediğimiz fikirler sisteminin diğer fikir sistemlerinden ayrılan bazı özellikleri var. İlkin, yukarda da ifade ettiğimiz gibi ideoloji hakkaniyete ve makuliyete tecavüz eder, yani zedeler. Peki bu nasıl gerçekleşir?

Öncelikle, ideoloji hiyerarşik bir konumlandırma yapar. Kendi zaviyesini diğerlerine üstün görür. Mesela, kendi izah tarzını ‘bilimsel’ diye niteleyerek diğerini küçültür. Çünkü bilimsellik az-çok herkesin kabullendiği ya da itibar ettiği bir keyfiyettir. Bu tür bir ideolojikleştirmeyi bilim felsefesi alanında, örneğin, pozitivizm, yapısalcılık, ve eleştirel kuramda görmek mümkün.

Hiyerarşik konumlandırmanın bir başka yolu da, ideolojinin kendisinin ideolojik olmadığını, yani diğer bütün ideolojiler ve fikirler dışında ve üstünde bulunduğunu iddia etmesiyle sağlanır. Türk toplumsal ve siyasal söyleminde Kemalizm veya Atatürkçülük buna örnek olarak verilebilir. İdeolojinin hakkaniyeti ve makuliyeti zedelemesinin, hiyerarşik konumlandırma yanında, bir diğer yolu da ihmal ya da yadsımadır. İdeoloji; bahse konu olanı bütün unsurlarıyla değil, eksik olarak anlatır. Burada ideolojinin ikinci özelliğini bulmaktayız.

İdeolojinin ikinci özelliği basitleştirmedir, ideoloji indirgemecidir. Tarihi ve toplumsal realiteyi basit faktörlere indirger. Yahut, mevcut faktörleri selektif bir şekilde verir. Osmanlı tarihine ideolojik bakış, matbaanın kullanımındaki iki asırlık gecikmeyi, matbaaya yönelik dini muhafazakârlığın ‘gavur icadı’ tepkisiyle açıklamayı yeterli görür, ya da tercih eder. Halbuki, bahse konu vakada, biz biliyoruz ki, etkili faktörlerin başında hattatların, aynen günümüzdeki sendikalar gibi, direnişi vardır. Yine, ideolojik bakış sadece faktörleri değil, vakaları ve gelişmeleri de eksik sunar. Misalimizde, ideolojik bakış, Şeyhülislamın matbaanın Şeriata mugayir, yani İslam’a aykırı, olmadığına ilişkin fetvasını görmezden gelir.

Üçüncü olarak, ideoloji genelleştirir, yani ideoloji bir durumu ya da bir açıklamayı genel-geçer bir izahmış gibi sunar. Genelleştirilen açıklama tarzı da bütün vakalara ve durumlara uygulanır. Evrensel ilkeler ve faktörler icat eder ve bunların her yerde ve zamanda geçerli olduğu gibi bir zehaba kapılır. Tek tek toplumların ve bölgelerin şartlarını ihmal eder. Hegel ve Marx’da gördüğümüz Berlin’in deyimiyle ‘tarihi kaçınılmazlık’ kategorileri ihdas eder.

Aslında bu ideolojinin hiyerarşik konumlandırma ve basitleştirme niteliğinin tabii bir sonucudur. İdeolojinin genelleştirmeci özelliğine de bir-iki somut örnek verelim. Mesela Osmanlı toplumuna ilişkin bir açıklama çerçevesinde ‘bütün feodal sistemlerde olduğu gibi Osmanlı’da da…’ diye başlayan bir tarihçi ideolojik bir genelleştirmede bulunmaktadır. Sanki bütün zamanlar ve toplumlar için varit bir feodalizm varmış gibi. Halbuki, biz biliyoruz ki feodal düzen denen pratik; Batı Avrupa ile Doğu Avrupa’da aynı değildir, İtalyan şehir devletlerinde yok denecek ölçüdedir, İskandinavya’ya pek uğramamıştır ve Osmanlı için sözkonusu etmek mümkün değildir. İkinci bir örnek olarak, modern demokrasinin batılı refah toplumlarında daha istikrarlı olduğunu gören bir siyasal analizci, ‘demokrasi belli bir refah düzeyini gerektirir’ türü bir genelleme yaparken, yirminci yüzyılın birinci yarısında ve hatta ikinci yarısında bile Avrupa’da bazı toplumlarda demokrasi yokken, aynı refah düzeyinin çok altında olan Hindistan’da istikrarlı bir demokratik sistemin işleyişini açıklayamaz.

İdeolojinin dördüncü özelliği ise idealleştirmedir. İdeoloji ideal bir sistem kurar, ya da böyle bir dünya tasavvurunda bulunur. İdeoloji bir sorunsuzluk durumu, bir tür yeryüzü cenneti öngörür. Bu yeryüzü cennetinin efsunu ile hayatiyet bulur. Pratikteki açmazları ve yol kazalarını da hep ideale atıfla çözmeye çalışır. Örneklersek, sosyalistler Sovyet komünizminin yanlışlıklarını Sovyet deneyiminin ideal sosyalizm olmadığını; Kemalistler, örneğin Atilla İlhan gibi, İsmet Paşa ya da Evren Paşa döneminde yapılan aşırılıkların kemalizm idealinden sapma olduğunu; İslamcılar da Suudi Arabistan ya da İran’daki uygulamaların ideal İslam düzeninde olamayacağını söyleyerek açıklarlar. Aslında pratikte her zaman bir şeylerin yanlış gitme ihtimali var olacağından, ideal hep ideal olarak kalır. Başka bir deyişle, ideal olan gerçek olmayandır ve hiç bir zaman da olmayacaktır. İdeolojik idealleştirme bir altın çağ referansı kurgular. Sosyalistlerin ilkel komünizm dedikleri mülkiyet öncesi bir dönem tasavvuru, Kemalistlerin tek parti dönemi, ve İslamcıların da asr-ı saadeti vardır.

Son olarak, ideoloji bir eylem planı içeren fikirler dizisidir. İdeoloji hitap ettiği toplum ya da grubun geneline yönelik bir eylem öngörür. Eylem topluluğun genelini etkileme ve dönüştürme amacına matuftur ve genellikle hitap edilen grup ölçeğinde bir kitlesellik içerir. Mesela, kadınların toplumda çektiği sıkıntıların giderilmesine ve erkeklerle aralarındaki dezavantajların kapatılmasına ilişkin fikirler dizisi, kitlesel ölçekte bir eylem planı ve dönüştürme amacı içerdiği ve hele hele kadınları erkekler karşısında önceleyen bir nitelik arz etmeye başladığı zaman bir feminizm ideolojisinden bahsederiz. Veyahut zeytincilik fikirleri zeytincilerin geneline ilişkin eylemler öngördüğü ve hele hele onları bağcılara karşı konumlandırdığı zaman, bir zeytincilik ideolojisinden söz etmemiz mümkün olur.

Hülasa edersek, ideoloji; hakkaniyet ve makuliyeti zedeleyen, basitleştirici, genelleştirici, idealleştirici ve ilgili grubun geneline hitaben bir eylem planı öngören fikirler dizisidir. İdeolojiler kendileri tarihsel vakalardır ve zamanla tarihi realiteyi etkilerler. İdeolojik bakış ise, zamana ve mekana haksızlıkta bulunur ve tarihi realiteyi tahrif eder. Böyle bir bakış açısı içeren eğitimden nitelikli, eleştirel ve araştırmacı nesiller çıkmaz.

Zaman, 20.09.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et