Steve Jobs ve ‘Wall Street’i İşgal’ hareketi

 

Apple adlı bilgisayar teknolojisi firmasının kurucularından olan ve uzun süre firmanın tepe yöneticiliğini (CEO) yapan Steve Jobs’un vefatının yankılarıyla, ABD’nin New York şehrinde başlayan “Wall Street’i İşgal Et” hareketinin yansımaları iç içe geçti.

Dünyanın her yerinde Steve Jobs’a imal ettiği elektronik ürünler, işgal hareketine ise bazı temel problemleri dile getirmesi sebebiyle övgüler yağdırıldı. Çok az sayıda kişi ve çevre, aynı anda hem Jobs’a methiye dizmenin hem de işgal hareketinin mantığını ve taleplerini savunmanın çeliştiğinin farkına vardı. Tarihe dar bir pencereden bakan ve büyüsüne kapıldıkları bir kişinin (Marx’ın) ham hayallerini Tanrısal doğru sanan bazıları “havada devrim kokusu” bile aldı.

Şüphe yok ki, Jobs başarılı bir müteşebbis ve mucitti. Bilgisayar software [yazılım] ve hardware [donanım] aksamlarını tüketicilere çok cazip gelen formatlarda birleştirmeyi becerdi. Firmasının imal ettiği elektronik cihazların gerek kolay kullanılmasıyla gerekse estetik bir tasarıma sahip olmasıyla takıntı derecesinde ilgiliydi. iPhone, iTunes, iPad, iMac gibi ürünlerin mevcut halleriyle piyasaya girmesinde Jobs ya fiili katkılarıyla veya son sözü, yerine göre büyük bir risk alarak, söylemesiyle başrolü üstlendi. O aynı zamanda iyi bir sunucu ve pazarlamacıydı. Bir Japon firmasına tasarlattığı ve diktirdiği siyah tişörtleriyle ve ürün tanıtım toplantılarındaki tarz ve tavırlarıyla bir fenomen hâline geldi. Önemli ölçüde Jobs’un katkılarıyla, Apple, ürünlerini kullananlar arasında, her firmayı kıskandıracak bir müşteri sadakati yaratmayı başardı. Gerçekten, elbette istisnaları olmakla beraber, Apple kullanıcıları adeta Jobs’un başını çektiği bir seküler tarikat havasındaydı. Kendilerini diğer insanlardan farklı görüyor ve bunu bir şekilde, bir dereceye kadar yansıtmaktan çekinmiyorlardı. Kim bilir, belki de teşebbüs düşmanı sosyalistlerin bile Jobs’un ardından övgüler yağdırması bu yüzdendi.

Oysa, Jobs bir müteşebbisti. Hedefi başarmaktı, yani rakiplerini aşmak (hatta ezmek) ve çok para kazanmaktı. Bunları yapmak için kâr maksimizasyonu peşinde koşmak zorundaydı. Böyle de yaptı. En büyük rakibi Microsoft’u geçti. Optimal ürünler ortaya çıkarmak için çabaladı. Firmalara “sosyal sorumluluk” adı altında piyasa dışı sorumluluk yüklemek isteyen telkin ve çabalara kulak asmadı. Hiçbir “sosyal proje”ye bağış yapmadı. Kısaca, Jobs, kendi ideallerinin ve menfaatlerinin peşinden koştu. Peki, nasıl oldu da Jobs’un bu bencil davranışı milyonlarca Apple kullanıcısının kendi özgül amaç ve çıkarlarına hizmet etti? İşin, tabiri caizse, bamteli işte burada. Bunun yapılmasını sağlayan piyasa ekonomisiydi. Piyasa ekonomisi öyle bir vasat ki, engellenmediği takdirde, insanların şahsî çıkar peşinde koşma güdüsünü toplumun hizmetkârına çevirmekte. Bu gerçeği Jobs’un iş hayatında gözlemledik.

New York’ta başlayan ve dünyanın başka yerlerine de sirayet eden “işgal et” hareketleri de piyasa ekonomisiyle bir şekilde ilişkili. Bu hareketler, krizler yüzünden birçok insanın evini, tasarrufunu, bireysel emeklilik fonlarını kaybetmesine, finans sektöründeki batık firmaların devletler tarafından kurtarılmasının yükünün vergi mükelleflerinin omuzlarına yıkılmasına dikkat çekmekle çok hayırlı bir iş yapıyorlar. Ancak, sistematik bir teorileri-önerileri yok ve talepleri çelişik. Meselâ, finans sektörüne devlet desteğine karşılar, ama eğitime devlet desteğinin sınırsız olmasını istiyorlar. Finans sektöründeki üçkâğıtçılıklarla bir temel beşerî kurum olarak parayı birbirine karıştırıyorlar. Finans işlemlerinin vergilendirilmesini talep ediyorlar ama bunun en büyük zararı fakir ülkelere vereceğini göremiyorlar. Kısaca, bazı doğru tespitler yapıyor ama çelişik, imkânsız ve tutarsız taleplerle rüzgârın önünde savruluyorlar. Bunun sebebi, temel piyasa iktisadı bilgisinden mahrum olmaları ve devleti hem yapısı ve hem motivasyonları itibarıyla yanlış tanımaları.

2008 finansal krizi CEO’ların açgözlülüğünden doğmadı. CEO’ların bir payı vardıysa bile bu devede kulak misali çok küçüktü. CEO’lar ve kredi şirketlerinin sahipleri devletle işbirliği içinde fakirleri soydu. Sonra aynı şirketler, batmalarına müsaade edilmeyecek kadar büyük oldukları ve batmalarının genel olarak ekonomiye büyük zarar vereceği gerekçesiyle kurtarıldı. Bunun maliyeti vergi mükelleflerinin omuzuna yüklendi. Bu soygun tezgâhından çıkış, devletin daha fazla müdahil olmasından değil, finans alanının olabildiğince dışına atılmasından geçiyor. Ne yazık ki, işgalciler bunu göremiyor. Bankacılar, elbette, herkes gibi, kendi menfaatlerinin peşinde koşuyor. Engelsiz piyasa ekonomisi, Steve Jobs’un durumunda olduğu gibi, onların bu şahsî menfaat arayışını, toplumun hizmetkârına çevirir. Devlet devreye girince iş değişir. Bugün dünyanın her yerinde finans sektörü en devletçi sektördür ve tamamen devlete eklemlenmiş bir tarzda işlemektedir. Finans kuruluşları devletin vatandaşı yolmasının ve/veya siyasî ajandasını genişletmesinin bir aracı olarak çalışır ve bunun karşılığında bir pay alır. Devletin para tekeli kurması bu yüzdendir. Merkez bankaları da çoğu zaman finansta devlet tahakkümünü kurmak ve korumak için çeşitli işlevler üstlenir.

İşgalcilerin enerji, azim ve yaratıcılıklarını devletlerin topluma müdahale imkânlarının artırılması değil, azaltılması için kullanması insanlığa çok daha yararlı olurdu. İnsanlığın asıl problemi, bazılarının zengin bazılarının fakir olması değil, devletin icraatlarının bazılarını fakir bazılarını zengin yapmasıdır. Toplumun ekonomik problemlerini piyasa şartları içinde zengin olmuş kişilerden daha fazla vergi alma yoluyla çözme imkânı yok. Hatta bunun, uzun vadede, niyetlenmemiş sonuçlarla, fakirlere zarar verme ihtimali daha fazla. Bütün devletler devamlı kaynak yutan bir makineye benzer. Tüm zenginlerin tüm varlığını onlara verseniz bile doymazlar ve daha fazlasını isterler. Refaha ve eşitliğe daha fazla devlet harcaması ile ulaşamayız. Devletin daha az harcamasını sağlarsak, hem daha fazla kaynak doğmasının hem de bunların daha etkili bir şekilde özel bireyler ve birliklerce kullanılmasının, yani zenginlik üretilmesinin yolunu açarız. Bir başka deyişle Steve Jobs’ları bastırarak, yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri ortamları yok ederek ekonomik gelişme, refah ve eşitlik yolunda mesafe alamayız. Steve Jobs’lar çoğaldıkça zenginlik ve refah artar. Benim bu gerçekleri görmem, 20 yılımı aldı. Umarım işgalciler ve onları destekleyenler bunu daha kısa sürede yapmayı başarır.

 

 

Zaman, 21.10.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et