“İlle de stadyumlarda olsun, ille de resmi olsun” diye ısrar edenler dahil herkes hemfikir:
19 Mayıs eskisinden de güzel oldu. Tanklar toplar yürümedi. Gençler birbirlerinin üstüne çıkarak, birileri yukarı çıkacaksa birilerinin de altta kalıp ezilmesinin ve bütün yükü taşımasının kaçınılmaz olduğunu başımıza kakan o etten kuleleri oluşturmadılar.
19 Mayıs kutlamaları, insanlığın tek tipleştirilmesinin, bireyin ezilmesinin (ve hatta bazen topluca kurşuna dizilmesinin) kontrol altına alınıp sindirilmesinin, devletin gövde gösterisi yapmasının “sembol alanları” olan stadyumlardan kurtuldu.
Bayram caddelere, sokaklara, meydanlara indi. Caddeler doldu taştı, bayraklar kızıl bir deniz oldu, halkımız coştu da coştu…
Ne güzel işte! Ne vardı bu kadar mesele edecek…
Bu yılki coşkuya epeyce bir, “AK Parti’ye inat” coşkusu da karışmıştı elbet ama olsun… Bundan sonraki yıllarda bayramın coşkusu ağır basar ve bu inatlaşmalar da unutulur gider.
Bu arada Türkiye de artık benzeri sadece Kuzey Kore’de, Çin’de kalan bu militarist gösterilerden kurtulmuş olur.
Ben kendi payıma, stadyum gösterilerinin iptaline, bu toplumun da artık “bireyler toplumu” haline gelişinin ve o bireylerin stadyumlarda insan bedenlerinden oluşturulan fonlarda birer nokta olmayı reddedişlerinin deklarasyonu olarak bakıyorum.
Sadece bayramlara değil, rejime de sahip çıkmak…
Eğer dün cadde ve sokaklarda ortaya çıkan manzarayı toplumun “Cumhuriyetin değerlerini sahiplenişi” olarak okuyorsak, aynı zamanda şunu da hatırlatmalıyız:
Bu sahiplenişin doğru bir çizgiye oturması ve sadece bayramları değil, topluma ait olan bütün alanları kapsaması gerekir.
Ne demek istediğimi daha açık söyleyeyim: Türkiye, 1960’tan bu yana, cumhuriyet değerleri denen değerlerin toplum tarafından değil, ordu tarafından “korunması”nın sıkıntısını çekiyor.
Bizim “çağdaş”larımız şimdiye kadar, Cumhuriyetin korunması ve kollanması görevini tamamen orduya ihale edip köşelerinden onları alkışladılar.
O değerleri de yanlış anladılar, yanlış yorumladılar ama şimdilik bunu bir yana bırakalım.
Asıl sorun şuydu ki, o çok değer verdiklerini söyledikleri laiklik için, demokrasi için, özgürlük için kendileri mücadele etmek yerine, bu değerleri ne zaman tehlikede hissetseler devletin kanatları altına saklanıp, orduyu “tehlikeyi bertaraf etmeye” ve kendilerini kurtarmaya çağırdılar.
“Bu ülkenin sahibi benim, bu görev benim” bilinci içinde, yanlış olduğunu düşündükleri gidişata karşı demokrasi mücadelesi vermektense, gözlerini kışlaya diktiler.
Peki bu durum artık değişti mi? Bayramlarını militarizmin elinden alıp sivilleştiren halkımız, Cumhuriyet rejimini koruma ve kollama görevini de askerlerin elinden alıp sivilleştirebildi mi?
Son günlerce çok sık atıf yapılan Metropoll araştırmasından bunun pek de öyle olmadığını öğreniyoruz.
Toplumun yüzde 27’sinin darbecilerin yargılanmasını doğru bulmaması, rejimin sivilleşmesi için daha alınması gereken çok yol olduğunu ortaya koyuyor.
Halkın bayramlarına sahip çıkması çok güzel de bakalım 7’den 70’e herkesin el ele verip demokrasiyi koruma görevine sahip çıkması ne zaman gerçekleşecek…
Bugün, 21.05.2012