Artık bir şeyi çok iyi biliyoruz değil mi? Bütün bu vahşet, “demokratik özerklik” için yapılmıyor. Bütün bu saldırılar halkların kardeşliğine falan da hizmet etmiyor. Peki öyleyse ‘Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun toplandığı bir dönemde, üstelik de anayasal vatandaşlığın BDP’nin istediği gibi formüle edilmesine AK Parti ve CHP’nin razı olduğu bir zamanda, PKK neden elindeki bütün imkanlarla bu süreci sabote etmeye çalışıyor. Galiba cevap tam da bu sorunun içinde. Galiba sorun “bu sürece rağmen” değil, tam da ‘bu sürecin kendisi’yle açıklanmalı.
***
PKK kendi yöneteceği bağımsız bir devlet istiyor. Bağımsız devlet istemek ahlaken gayri meşru değil. Kemalistler etnik kimliğe dayalı bir ulus devlet kurdukları gün kendi elleriyle verdiler bu meşruiyet zeminini. Peki “halkımız” derken sadece Kürtleri kasteden ve elinde silah olan bir örgüt, “bağımsız devlet” istediğini neden açıkça dile getirmiyor? Devletten korktuğu için değil elbette. Sorunun can alıcı noktası da burada zaten: Kürtler ayrılmak istemiyor. Tıpkı dindar Türkler gibi Kürtler de, Kemalist devlete “geçici bir kötülük” gözüyle baktıkları için bu ruhsatı kullanmadılar; normalleşmenin olacağı günleri umutla beklediler. PKK Kürtlerin ayrılma taleplerinin olmadığını biliyor. Bunu bildiği için de, “üniter bütünlük içinde bir çözüm” talep ettiğini ileri sürüyor. Yani ortalama bir Kürdün duyarlılığından ve o duyarlılığın belirlediği meşruluk zemininden kopmamaya özen gösteriyor. Devlet 90’lı yıllarda tam da onun dilediği gibi davranıyordu. JİTEM yargısız infazlar yapıyor ve en meşru kültürel hak talepleri bile reddediliyordu. Ama o günler geçti. Devir değişti ve hakların şöyle veya böyle iade edilmeye başlandığı bir vasat ortaya çıktı. Böyle bir ortamda, asıl istediği, dile getirdiği taleplerden ibaret olan bir örgütün yapması gereken, süreci kolaylaştırmaktan ibaretti. Ama sorun şuydu ki, onun asıl talepleri, deklare ettikleri değildi. Böyle bir durumda, geriye tek bir yol kalıyordu: dehşet verici cinayetlerle, zaten sicili bozuk olan devleti geri getirerek, Türkleri Kürt komşularının üstüne saldırtarak ayrışmayı sağlamak; Türk solundan öğrendiği “eylem yoluyla propaganda” yöntemini kullanarak, safını belirlemesine “yardımcı olmak”. İşte PKK bugün tam da bunu yapıyor. Anadilde eğitim hakkının iade edilmemiş olması veya KCK Operasyonları yoksul çocukların kanını dökmeyi meşrulaştırmaya hiçbir biçimde yetmiyor. Ama zaten sorun da bu değil. Hakikaten değil.
***
Şimdi bir günde 30’a yakın yoksul aile çocuğunun katledildiği bir ortamda, TV’ler “asalım keselim” diyen “yorumcu”lardan, “stratejist uzman”lardan geçilmiyor. Onları dinlemek pek çoğunun içini soğutuyor. Ama yine çok iyi biliyorum ki, PKK onlardan korkmuyor. Ama PKK bir şeyden çok korkuyor: Demokratikleşmeden, sivilleşmeden ve bu süreci yürüten başlıca aktörden, bütün eksikliklerine rağmen “Akepe”den korkuyor. Onu yine o cenazeli, tabutlu, ağıtlı ve nefret dolu kavmiyetçi kavganın içine çekmeye çalışıyor. Çok şükür şu ana kadar bunu başarmış değil. “Aziz milletime sesleniyorum. Kim ki metanetini koruyamaz ise, teröre hizmet edeceğini bilsin” dedi Başbakan Erdoğan. Bu kritik anda altın değeri taşıyan bu tarihi açıklamadaki basiret sürdürülebilirse, tuzakları boşa çıkarmak da güç değil. “Gerçek pehlivan, öfke anında kendisine hakim olabilendir” diyor Hz. Muhammed. Bu toplumlar ve hükümetler için de geçerli. Çok muhtemeldir ki şimdi Ergenekon Devleti’nin veya PKK’nın bizden beklediği, bu cinayete duyduğumuz haklı öfke-yi Kürt komşumuza yöneltmemizdir. Çünkü “çatışma” ve onunla gelecek “iç savaş” ve “ayrışma”nın başka bir yolu yok onlar açısından. Normalleşme tamamlandığında ise hiç kalmayacak.
***
Şimdi ateşe su dökmenin zamanı. İnanın ortalama bir Kürt de acı duyuyor bu cinayetlerden. O da sizin kadar huzur istiyor. Kavmiyetçilik ve milliyetçilik gibi necasetlere bulaşmadan, sabırla ve inatla demokratikleşme ve sivilleşme zamanı. Bu acılı günler, paradoksal biçimde demokratikleşme için hükümete güvenli bir kapı da aralıyor: PKK ister cinayet işlesin ister işlemesin, hakları ona endekslemeden iade etmek dışında bir seçenek bırakmıyor. Ve hükümete “mecburi istikamet” olarak kalan bu yol, aslında başka alternatif güzergahlar söz konusu olsaydı bile tercih edilmesi gereken en güvenli yolu ifade ediyor. Şimdi inadına normalleşmenin zamanı. Başta anadilde eğitim hakkını tanımak olmak üzere bütün demokratik eksikliklerimizi tamamlamanın zamanı. Ve inanın, PKK’yı bundan fazla korkutan bir şey de yok.
Star, 21.10.2011