Profesör Hayreddin Karaman geçenlerde bir yazısında “laik ve liberal demokrasi ile İslam’ın bir arada olup olamayacağı” hususunu işledi.
Karaman’ın yazısında sadece “liberal demokrasi” tabirini kullanmayıp “laik ve liberal demokrasi” ya da “liberal laik demokrasi” ifadelerini kullanması ilginçti. Akabinde meşhur müsteşrik profesör Bernard Lewis’in İslam, demokrasi, Türkiye ve AK Parti iktidarına ilişkin yorumları bir gazetemizde yayınlanınca “İslam ile demokrasinin uyuşup uyuşmadığı” gibi artık bugün için oldukça bayat bir tartışma yine gündeme geldi. İslam-demokrasi birlikteliğini daha önce değişik yerlerde tartıştığım için burada bunu tekrar yapmayacağım. Sadece İslam gibi oldukça kapsamlı inançlar, prensipler ve yorumlar içeren, geniş bir coğrafyaya yayılan ve muazzam bir tarihe sahip olan bir dinin demokrasi ile uyuşan ya da uyuşmayan yönlerinin kolayca bulunabileceğini ve bunun da bütün kapsamlı dinler ve ideolojiler için mümkün olduğunu belirtmekle yetineceğim. Her ne kadar Karaman ve Lewis İslam, demokrasi ve Türkiye konularında farklı görüşleri savunsalar da, laiklik ve demokrasinin birbirinin olmazsa olmaz şartı olduğu anlayışını paylaşıyorlar gibi. Lewis zaten bunun dünyadaki en bilinen savunucusu. Ona göre, Türkiye’nin en demokratik Müslüman toplum olmasının temelinde laiklik var. Karaman, belki Lewis kadar değilse de, yukarıdaki ifadelerinde demokrasi ile laiklik birlikteliğini veri alıyor. Laik bir sistem ile demokratik bir rejim arasında bir illiyet bağının bulunduğu ülkemizde de yaygın bir kabul ve çoğu yaygın kanı gibi, bu da yanlış bir kabul.
Laiklik; sözlük anlamından ve kullanımından yola çıkarak tanımlarsak, din-dışı olma, dinsellikten uzaklaşma, din-dışılaştırma veya dünyevileştirme demektir. Geniş anlamıyla laiklik, insanın ve hayatının, toplumsal yaşamın, değerlerin, kurumların ve kültürün dinsel olmayan bir paradigma içinde anlaşılması veya açıklanmasıdır. Dinsel bakış açısının değil, dünyevi-hümanist bir bakış açısının hakim olmasıdır. Bunun yanında, laikliğin bir de dar anlamından söz edilebilir ki; bu anlamıyla laiklik, din ve devlet işlerinin veya özel-kişisel alanla kamu alanının birbirinden ayırt edilmesi ve toplumun siyasi, idari ve hukuki yapısının herhangi bir dinin özel bakış açısına göre biçimlenmemesidir. Başka bir deyişle, dar anlamıyla alınınca, geniş anlamında tarif edilen laikliğin uzanmadığı bazı özel alanlar bırakılmaktadır. Görüldüğü gibi, ister geniş anlamıyla isterse dar anlamıyla alınsın, her iki durumda da laiklik bir din-dışılaştırmayı, dünyevileştirmeyi ve dinsel olanın reddini veya, en azından, ondan uzaklaşmayı ihtiva etmektedir. Bu da laikliğin geçerli tanımıdır. Öyle olmasaydı, yani dinsellik bağlamının dışına çıkılmasaydı veya dinsel olmayana dayanılmasaydı, laikliğe de gerek kalmaz ve insanlar dinsel olanla yetinirlerdi. Ülkemizde, konunun hassasiyeti nedeniyle, çoğu insan laikliğin bu anlamını vurgulamaya çekinmekte ve onu yumuşatmaya çalışmaktadır. Lakin, laikliğin başka bir anlamı yoktur. Laikliğin başka bir anlamı olması, aslında, yok olması demektir.
Herkesin bildiği gibi demokrasi halkın, toplumun yönetimi demek. Aristo’nun ifadesiyle; bir kişi yönetirse monarşi, birkaç kişi yönetirse oligarşi ve herkes yönetirse demokrasi olur. Yani demokrasi herkesin yönetimi demek. Peki, herkes kim? Toplumun bütün mensupları. Yani demokrasi toplumun reşit tüm mensuplarının yönetimi belirleme ve katılma hakkına sahip olması demektir. Onun içindir ki günümüz demokrasileri genel oy ilkesine dayanır. Bu demokratik bir toplumda herkesin moral eşitliği demektir. İki insan mantıksal olarak farklı fikirlere sahip olabileceğine ve tarihte toplumların hemen hemen hiçbiri de monolitik (yekpare) olmadığına göre, demokratik bir toplum çoğulcu bir toplum olmak durumundadır. Çoğulculuk ve bireylerin moral eşitliği demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır ve bir demokraside muarızınızın da en az sizin kadar hakkı vardır. Karşılıklı moral eşitlikle tanımlanan bireylerin hakları aynı zamanda birbirinin sınırını da oluşturur. Bu da ancak çok somut vakalarla tanımlanabilir. Demokrasi moral eşitlik ve çoğulculukla tanımlandığı için, demokratik bir rejim şiddet içermeyen dinsel veya laik her fikrin ifadesine ve örgütlenmesine imkân veren bir rejimdir. Demokrasi özgürlük ve hoşgörüye dayanır. Demokraside, mutlak doğrular olmadığı gibi, sistemin belli bir doğruya veya doğru olarak kabul edilen sava göre, mutlak olmasa bile, biçimlenmesi de söz konusu olamaz. Demokrasiler belli bir ideolojiye dayanmazlar, çünkü böylesi bir durum söz konusu ideolojiye mensup olmayanların dışlanmasına yol açar. Yani demokrasinin ideolojisi yoktur. Yahut da, demokratik bir toplumun tek ideolojisi insanların yaşam ve kendilerini yönetme hakkının herkes tarafından, herkes için ve her zaman tanınması kuralıdır.
Bu durumda eğer bir toplum tamamen laik ya da tamamen dinsel fikirde olan insanlardan müteşekkilse o zaman laikliğin ya da dinselliğin demokrasi açısından bir sorun oluşturması düşünülemez. Lakin tarihteki çoğu toplum ve günümüzün neredeyse bütün toplumları yekpare birimler değildirler, farklı görüşleri, inançları ve zevkleri içerirler. Günümüzde hiçbir toplum ne salt dinsel ne de salt laik bakış açısına sahiptir. Buradan şöyle bir sonuç çıkar: Eğer toplumda dinsel ve laik görüşler varsa o zaman toplumun yönetimi ne dinselliğe ne de laikliğe dayanabilir. Karşılıklı moral eşitliğin kabulü gereği şiddet içermeyen bütün görüşlerin temsiline imkân vermek durumundadır. Bu durumda, demokrasi ve laikliğin birbirinin gerek şartı olmadığı, olamayacağı açıktır. Çünkü laik bir toplum, laik prensipler çerçevesinde düzenlenmiş bir toplum olacaktır. Böyle bir toplum, laik olmayan, özellikle dinsel, prensiplere kapalı olacağından çoğulcu bir toplum olmayacaktır. Peki, demokrasi bir toplumun belli bir dinin ilkelerine göre temellenmesini kabul edebilir mi? Elbette ki, hayır. O zaman, demokrasi laik olmak durumunda mıdır? Yine hayır. Çünkü, demokrasi toplumun her türlü özel bakış açısına göre temellenmesine karşı çıkıştır. Demokratik bir toplum; ne laiktir ne de dinseldir, o çoğulcu ve özgür bir toplumdur.
Laiklik ile demokrasi arasında bir illiyet bağının olduğu savında bulunanların argümanına göre laiklik mutlaklığa karşı çıkışın, bireylerin moral eşitliğinin kabulünün, hoşgörü ve çoğulculuğun zeminini oluşturmaktadır. Lakin mantıksal olarak bu argümanı doğrulamak mümkün olmadığı gibi pratikte de mümkün değildir. Laik olmayan demokratik ülkeler olduğu gibi, tam laikliğin hüküm sürdüğü diktatörlükler de vardır. Baas yönetimi ve bazı eski komünist ülkeler en laik devletler olmuşlardır. Dahası hoşgörü ve çoğulculuğun ve insanların moral eşitliğinin savunusu dinsel düşünce içinde de pekala mümkündür. Batı’da ve Doğu’da buna örnek olacak bir sürü mistik-tasavvufi cemaat vardır. Kavramların tarihsel olarak ortaya çıkışına baktığımız zaman laiklik ile demokrasi arasında bir illiyet bağı kurulamayacağı daha aşikardır. Laiklik kelimesi ilk kez 1562’de kullanılmaya başlıyor, sekülarizm ise 1851’de. Demokrasi kadim Yunan’dan beri var. Yani laiklik demokrasiden 2 bin yıl sonra ortaya çıkıyor. Laiklik ile demokrasi arasında bir illiyet bağı tarihsel olarak hiç mümkün gözükmüyor. Peki günümüze bakarsak durum nedir? 2010 demokrasi endeksinde “tam demokrasi” kategorisinde 26 ülke var. Bunların yarısı en az bir dini devlet ya da ulusal düzeyde resmen tanıyor. Yarısı ise tanımıyor. Çok dar bir yorumla yarısı laik, yarısı laik değil. 26 ülke içinde 10 üzerinden 9’un üstünde puan toplayan 9 ülke var. Bunlardan 6 tanesi bir dini resmen tanırken 3 tanesi hiçbir dini tanımıyor.
Sonuçlarsak, laikliğin demokrasinin gerek şartı olduğunu öne sürmek mantıksal ve tarihsel olarak mümkün değildir, fakat demokrasi, diğer prensipler ve ideolojiler ile laikliğin de varlığına izin verir. Şüphesiz, bazı dikta rejimleri laikliğe demokrasiden daha fazla geçerlilik sağlayabilirler. Başka bazı dikta rejimleri de dine ve dinselliğe demokrasiden daha fazla yer verebilirler. Demokrasi ise her ikisine de yer verir. Demokrasi çerçevesinde, laiklikle (veya dinsellikle) ilgili hassasiyetler yaratmanın makul ve geçerli bir nedeni olamaz. Çünkü, A. Arslan’ın ifadesiyle, “demokratik rekabette ideolojik çoğulculuktan korkulacak bir şey yoktur”.
Zaman, 27.01.2011