Ben de bilmiyordum, ta ki, Evan Osborne’un son derece ilginç bir yazısını (“China’s First Liberal”, The Independent Review, c. 16. n. 4, Bahar 2012, s. 533-551) okuyana kadar. Birbirine zıt insan ve devlet felsefelerini savunan bu iki isimden birinin (Konfüçyüs’ün) diğerini (Mozi’yi) neredeyse düşünce tarihinden silecek kadar baskın hâle gelmesi elbette Çin açısından hayatî sonuçlara yol açmış olmalı. Ancak, bu vakıanın dünya düşünce tarihi ve özgürlükçü yaklaşımın teori ve pratiği açısından da sonuçları var. Bir başka deyişle, Çin fikir tarihinde Mozi’nin mevcudiyeti genel olarak insanlık ve özel olarak özgürlükçü felsefenin mahiyeti ve özellikleri açısından da, yazının sonunda işaret edeceğim üzere, çok anlamlı.
Konfüçyüs olarak bilinen önemli tarihî şahsiyetin asıl adı K’ung Fu-Tzu, felsefesine veya toplu düşüncelerine verilen isim ise Konfüçyanizm (Konfüçyüsçülük). Aslında Konfüçyanizm sadece Fu-Tzu’nun değil, Çin geleneğine uygun olarak, hem onun hem de aynı zamanda onun peşinden gelen diğer fikir sahiplerinin eseri olan ve gerek Çin’de gerekse Çin’in çevresinde büyük tesir icra eden-etmekte olan bir düşünce demeti. Zaman zaman bir ahlâk değerleri sistemi olarak görülen Konfüçyanizm’in temel vurgusu toplumsal düzenin hiyerarşi ve ritüeller (âdetler) ve itaat aracılığıyla korunması. Konfüçyüs, M.Ö. 6. asrın ortalarında, Zhou hanedanının egemenliği döneminde doğdu. Yaşadığı toplumda bozulmanın ve ülkesinde düzensizliğin hüküm sürdüğünü düşündü. Düzenin korunmasının temel gaye olduğuna ve bunun sağlanmasında erdemliliğin ve itaatin kilit roller oynayacağına inandı. Konfüçyüs’e göre bireylerin erdemli olması yalnızca diğer bireylerle ilişkilerinde ahlâklı davranmalarını kapsamıyordu, aynı zamanda, ritüellere ve kamu otoritesine itaat etmelerini, kendilerini itaat kalıplarına zihnen tam bağımlı hâle getirmelerini de içeriyordu. İtaatin temelleri tabiatta yatmaktaydı. Herkesin kendisinin doğal üstünlerine itaat etmesi gerekiyordu. Böylece, çocuklar-gençler yaşlılara, kadınlar erkeklere, feodal beyler mahallî krallara, mahallî krallar imparatorlara itaat etmeliydi. Bu felsefe, ekonomik bakımdan fakirliği kader gibi görüp kabullenmeyi, siyasî bakımdan ise devlete kesin itaati normalleştirmekteydi.
Çin’de Konfüçyanizm’in ana rakibi Mozi çizgisi oldu. Mozi, hayatı Konfüçyüs’ünki kadar iyi kaydedilmemiş olan Mo Di ve takipçilerinin görüşlerinin toplu ifadesi. Mo Di (Latin alfabesiyle Mo-zi: Usta-Efendi), şimdiki Shandon’da yaşadı. Mozi bugünkü anlamda Batılı özgürlükçü filozoflar gibi bir filozof değildi. O, siyasî yönetim işinin, güçlü, Tanrı tarafından seçilmiş imparatorlardan krallara ve feodal beylere doğru gerçekleştirilmesini veri almaktaydı ve dönemin Çin’inde siyasî katılım ve siyasî iktidarın yönetilenlerce denetlenmesi fikri yoktu. Buna rağmen Mozi, Konfüçyanizm’e yönelik eleştirileriyle özgürlükçü ekonomik ve siyasî felsefenin bazı işaretlerini verdi. Geleneksel hiyerarşik topluma bakışta Konfüçyüs’ten farklılaşmadı, fakat, bilinenlerle-tanıdıklarla sınırlı olan insanî sevgiyi evrensel bir insan sevgisine doğru genişletti. Ona göre, Tanrı’nın isteği insanlar arasında karşılıklı sevgi ve karşılıklı yarardı. Buna paralel olarak, insan davranışlarının dayandığı ahlâk kuralları da genel olmalıydı. Konfüçyanizm’de de mevcut olan, sonraları “Altın kural” olarak adlandırılan, “Başkalarına sana nasıl muamele edilmesini istiyorsan öyle muamele et” ilkesini, Konfüçyüs’ten farklı olarak, “başkalarının babana veya ülkene yapmasını istemediğin şeyi başkalarının babasına ve başka ülkelere yapma”ya çevirerek, barışçı dış politikaya ve dünya barışına temel attı. İyi yönetimi önemsedi ve evrenselleştirilebilirliği iyi yönetimin temel kuralı hâline getirdi. Bunun pratik anlamı, geniş ailelerde yaşayanların küçük ailelere, büyük devletlerde yaşayanların ufak devletlere saldırmamasıydı.
Mozi, ekonomik hayatta da dürüstlük, aldatmama, yağmalamama ilkelerinin geçerli olması gerektiğini düşündü. Devlet harcamalarının devletin ortak iyi için yapması gereken şeylerle sınırlı olması gerektiğini, böyle olursa mahdut vergileme yapılacağını ve insanların strese girmeyeceğini vurguladı. Büyük kralların böyle yaptığına işaret etti. Devletin sınırlı ve mutedil olması durumunda refaha ulaşılacağını vurguladı. Mozi’ye göre devletin yapacağı en büyük israf askerî emperyal harcamalardı. Bu fikre paralel olarak, saldırı savaşlarını şiddetle eleştirdi. Savaşı, basitçe, çapı büyütülmüş hırsızlık ve zulüm olarak tasvir etti. Konfüçyüs Mozi farklılığı ve rekabeti bugünkü Çin’de olan biteni anlamamıza da yardımcı oluyor. Çin’de Komünizm’le mutlu bir birleşme gerçekleştiren Konfüçyanizm ile liberal kapitalizmle birleşen Mozi felsefesi sıkı bir kavga veriyor. Çok uzak olmayan bir gelecekte sonucu göreceğiz. Umarım bu sefer Mozi çizgisi kazanır.
Mozi’nin görüşlerini daha ayrıntılı olarak öğrenmek isteyenler Evan Osborne’un yazısına müracaat etmeli. Ben Türkçede Mozi hakkındaki muhtemelen ilk olan bu yazıyı, Mozi’nin varlığının özgürlükçü liberal felsefe açısından neye işaret ettiğiyle ilgili bir yorumla bitirmek istiyorum. Bazı Batılı liberaller, liberalizmin Batı kültürünün ve “uygarlığının” bir ürünü olduğunu, Judaizm’le Hıristiyanlığın birleşmesi sayesinde doğduğunu iddia etmeyi seviyorlar. Başka bazıları da, meselâ kimi Türk milliyetçileri ve İslamcılar, bu iddiayı liberalizmi kategorik olarak reddetmek için destekliyorlar. Mozi’nin görüşleri, 25 asır öncesinden günümüze uzanarak, bu tezi çürütüyor. Mozi’yi okuyunca bir defa daha görüyoruz ki, her toplumda-kültürde özgürlükçü ve anti-özgürlükçü damarlar var. Özgürlükçü felsefe hiçbir kültürün, toplumun veya dinin tapulu malı değil, bütün insanlığa ait.
Zaman, 30.11.2012