30 Mart 2014 Tarihi siyasi tarihimizde yeni bir milad olmayı çoktan hak etmektedir. Aylardır süren hararetli tartışmalardan, uygulanan seçim stratejileri ve siyasi kampanyalardan sonra insanlar, yerel seçimler vesilesiyle ülkenin gündemine dair düşünce ve tercihlerini oylarıyla ifade etme imkanı buldular. Şimdiye kadar açıklanan seçim sonuçlarına göre Ak Parti, bütün Türkiye’de büyük bir zafer kazanmıştır. Ak Parti’nin 30 Mart seçim zaferini, sadece kazanılan belediye sayısına indirgemek, büyük bir yanılgı olur. 30 Mart seçim sonuçlarının psikolojik, sosyolojik, ontolojik, moral ve aksiyolojik boyutları anlaşılmadan, yerel seçim tablosu sadece yüzdeler üzerinden değerlendirilemez. Ortaya çıkan seçim sonuçları, Türkiye’de özgül ağırlığı ve belirleyiciliği olan tek aktörün başbakan Erdoğan olduğunu, Erdoğan’ın Türkiye’nin en önemli siyasi, sosyal ve ontolojik değeri olduğunu ortaya koymaktadır.
30 Mart Yerel seçimleri, şimdiye kadar yaşadığımız bütün seçimlerden çok farklı bir formda ve muhtevada geçti. Cumhuriyet tarihimizde ilk defa Gülen grubu denilen yapı, ülke içini ve dışını kapsayan siyasi projesiyle ülkemizin siyasi ve sosyal hayatını dizayn etmeye kalktı. 30 Mart seçimleri, Gülenistlerin projelerini uygulamaya koydukları ilk kritik dönemeci oluşturmaktaydı. CHP ve MHP’nin seçim stratejisini oluşturan, bütün Türkiye’nin yerel yönetimlerini belirlemeye kalkan Gülen yapılanması, tarihimizin en büyük sosyal ve seçim mühendisliklerinden birini uygulamaya koydu. Çok ince bir işçilikle hazırlanan Gülenist seçim mühendisliği projesi, 30 Mart seçim sonuçlarıyla siyasi tarihimizin çöplüğüne atılmış bulunmaktadır.
Gülen grubu, şimdiye kadar toplumda ciddi bir prestiji ve desteği olan bir hareketti. Gülen yapılanması hakkında konuşurken herkes dikkatli olmaya, bu hareketi hiçbir şekilde hiçbir olumsuzlukla ilişkilendirmemeye özen gösterirdi. Ancak 30 Mart yerel seçimleri sürecinde uygulamaya konan Gülenist seçim mühendisliği projesi, toplumun Gülen yapılanması hakkındaki oturmuş düşünce ve tutumlarını değiştirmesine neden oldu. Bir tabu konu olan Gülen yapılanması, ilk defa çok boyutlu olarak konuşuldu, tartışıldı, eleştirildi ve sorgulandı. Hizmet tabusunun tartışılması, 30 Mart seçim sürecinin en önemli sonuçlarındandır. Herkes ciddi bir şekilde şu soruyu tartıştı: Gülen cemaati hizmet hareketi mi? Fethullah Gülen hocaefendi mi? Paralel yapının uyguladığı seçim mühendisliği projesi, Fethullah Gülen ve hocaefendiliğin, cemaat ve hizmetin bir araya getirilmeyeceğine dair yeni bir kavrayış durumunun ortaya çıkmasına neden oldu. 30 Marttan sonra Fethullah Gülen, hocaefendi olmadığı gibi, Cemaat de artık Hizmet olmaktan çıkmıştır. Gülen grubu, cemaat olma statüsünü kaybetmiş, paralel yapı nitelemesiyle yeni bir kimlikle nitelenmeye başlanmıştır. Fethullah Gülen’e hocaefendi, grubuna da hizmet olarak bakılmamaya başlanması, psikolojik, sosyal, kültürel, teolojik ve entelektüel dünyamızda meydana gelen büyük değişimi göstermektedir. Kemalizm efsanesinin yaşadığı çöküş sürecinin bir benzerini 30 Mart sonrası Gülenizm efsanesinin yaşayacağı görülmektedir.
Gülen grubu, şimdiye kadar entellektüel çevrelerde kendisini sivil toplumun bir parçası veya gönüllülerden oluşan bir hizmet hareketi olarak sunmayı başardı. Ancak 30 Mart yerel seçimler sürecinde uygulanan seçim mühendisliğiyle bu yapının sözde amacının hizmet, özde amacının yönetmek olduğuna dair yeni bir anlayış değişikliği oluştu. Toplum, Gülen yapılanmasına bir hizmet hareketi olarak sempati duyarken, aynı zamanda onun iktidara sahip muktedir olmak isteyen bir güç odağı olma planına şiddetle tepki gösterdi. 3O Mart seçim sonuçları, aslında Gülen yapılanmasına haddini ve sınırlarını bildirmektedir. Cemaat olmanın dışında her şey olmaya çalışan Gülen yapılanmasına toplum, kendi doğal sınırlarına dön çağrısıyla net bir tavır koymuştur. Gülen grubu, 30 Mart seçimlerini doğal sınırlarına dönme konusunda bir uyarı olarak okumalı, içindeki yozlaşmışlıkla hesaplaşarak kendisini sahici anlamda sivil toplumun bir parçası olacak şekilde yenilemeye enerjisini sarf etmeye çalışmak kendisi açısından makul bir davranış olacaktır. 30 Mart seçim sürecinde yaptıkları gibi, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde de siyasi mühendislik ve iktidar hırslarından vazgeçmemeleri, onların her açıdan intiharıyla sonuçlanacak trajik durumların oluşmasına yol açacaktır.
Propaganda, algı oluşturma ve ikna konusunda çok mahir olan Gülen grubu, eğitim işini en iyi kendilerinin bildiği, Türkiye’nin lobisini en iyi kendilerinin yaptığı, dünyanın her tarafında Türkiye’nin yüz akı aktiviteleri bir tek kendilerinin gerçekleştirdiği, medya alanında en etkili güç oldukları gibi söylemlerle her şeyin en mükemmeli biziz kurgusunu herkese doğal bir gerçeklik olarak empoze etmeye çalıştılar. Her şeyin en mükemmelini kendilerinin yaptığı sanısına kapılan Gülen grubu, Türkiye’yi en iyi kendilerinin yöneteceği ihtirasının peşinde koştular. En iyicilik ve mükemmeliyetçilik saplantısı, Gülen yapılanmasının kendilerinde sınırsız bir özgül ağırlık vehmetmeleri sonucuna yol açtı. Gülen yapılanması, bu özgül ağırlık efsanesine herkesi inandırmaya çalıştı. Kendilerinin özgül ağırlıklarını ileri sürerek devletten her istediklerini almayı kendilerinin hakkı olarak gördüler. Özgül ağırlık söyleminin kendilerine sınırsız bir güç verdiğini fark eden Gülen yapılanması, hükümetlere hükmedebileceklerini, başbakanları ve cumhurbaşkanlarını belirleyebileceklerini, kısacası Türkiye’nin kendilerinden sorulur olduğunu düşünmeye başladılar. Mükemmeliyetçilik ve özgül ağırlık söylemleriyle Gülen yapılanması, kendilerini bu toplumun çobanı olma yani reis olma imtiyazını kendilerinde gördüler. Özgül ağırlık vehmi aslında paralel yapının sahip olduğu özgül kibrin bir başka ifadesidir. 30 Mart seçim sonuçlarını, Fethullah Gülen ve grubunun bu toplumda özgül bir ağırlığının olmadığı, toplumun Gülen grubunun güttüğü bir sürü olmayı reddettiği şeklinde demokratik olgunluk deklarasyon olarak okumak mümkündür. 30 Mart seçim sonuçlarıyla, toplum, otoriter ve totaliter bir kölelik yolu projesine hayır dediği gibi, özgül ağırlık, mükemmeliyetçilik ve hayali evrenlerde sürdürülen rüyalarla varlıklarını sürdüren paralel yapılara ve kişiliklere de hayır denilmiştir.