Eğitim, yerel yönetimlere devredilmeli

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, öğrenci maliyetinin bir kısmını devletin karşılayacağı, üstünün de aile tarafından tamamlanacağı bir özel okul formülünü açıkladı.

Bakıldığında her yıl genel bütçeden MEB’e ayrılan payın artmasına rağmen kamusal eğitimin finansmana dayalı sorunları bir türlü giderilememektedir. Bu durum aynı zamanda devlet okullarında ciddi kalite düşüşlerini de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan sağlık alanında gerçekleştirilen sağlık hizmetinin büyük oranda özel sektörden alınmasını öngören ve büyük ölçüde işe yarayan uygulamanın şimdi eğitim sektöründe işlerlik kazandırılması planlanıyor. Bugün rekabetçi piyasa ekonomisinin sunduğu farklı tercihlerle insanlar düşük maliyetle kaliteli hizmetler satın alabilmektedirler. Bu bakımdan eğitim sektöründe düşünülen bu uygulamanın, maliyeti düşüreceği gibi kaliteyi de artıracağı bir gerçektir.

Eğitim sisteminin kalite ve finansman sorunuyla birlikte ele alınması gereken bir diğer önemli sorunu da; eğitimin sürekli gelişen ve gittikçe küçülen dünyada hâlâ merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla sürdürülmesidir. Çünkü bugün ülkemizde özellikle eğitimin finansmana ve yönetimine dayalı acil çözüm bekleyen birtakım sorunlar, bürokratik yapılanmanın getirdiği hantallığa takılmakta bu da eğitim kurumlarında çözümü bir hayli güç sorunlarla karşılaşmamıza neden olmaktadır. Bu durum, bize artık klasik bürokratik yapılanmada köklü bir değişikliğe gidilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu bakımdan demokratik dünyanın epeydir benimsediği ve uygulamaya soktuğu “eğitimde yerinde yönetim” meselesini tartışmamız gerekmektedir.

Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkardığı bir yasa ile eğitimde merkeziyetçi yönetim anlayışını benimsemiştir. 3797 sayılı kanuna göre mevcut MEB Teşkilatı; bakanlık; bakan, müsteşar ve müsteşar yardımcılarından oluşur. Bakanlığın her kademesindeki yöneticiler görevlerini usulüne uygun olarak yürütmekten üst kademedeki yöneticilere karşı sorumludurlar. Okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim kurumlarını açmak bakanlığın sorumluluğundadır. Öğretmen atama ve yer değiştirme, eğitim programlarının oluşturulması, eğitim politikalarının belirlenmesi gibi işler bakanlıkça yürütülür. Her ilde ve ilçede bir Milli Eğitim Müdürlüğü bulunur. Okullar, müdür ve müdür yardımcıları tarafından yönetilir.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, 14 Eylül 2011 tarihinde yayımlanan kanun hükmünde kararname (KHK) ile söz konusu 3797 sayılı yasada bazı değişiklikler yapmıştı. KHK’de göze çarpan değişikliklere göre; 32 olan genel müdür ve üst yönetim birimi sayısının 17’ye, 7 olan müsteşar yardımcısı sayısı ise 5’e düşürülmüştü. MEB Teşkilatı’nda bürokrasiyi azaltmaya dönük atılan bu adım kuşkusuz olumlu bir gelişmedir. Ne var ki MEB hâlâ ulusal düzeyde merkeziyetçi bir yönetim anlayışıyla eğitim faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu da neredeyse yaklaşık 1 milyon çalışanı ve 17 milyon öğrencisiyle devasa bir yapıya sahip bakanlığın, tek merkezden yönetilmesi anlamına gelmektedir.

Türkiye uzun yıllardır üniter yapının ve siyasal birliğinin bozulacağı kaygısıyla olsa gerek yerel yönetimlere yetki vermekten kaçınmıştır. Oysa bugün dünyada birçok ülke kaynakların etkili ve verimli bir biçimde kullanımını kolaylaştıran dolayısıyla kırtasiyeciliği ve bürokrasiyi ortadan kaldıran, hizmet ve yatırımların zamanında uygulanmasına fırsat tanıyan, toplumun eğitim faaliyetlerine katılımını kolaylaştıran ve karar alma süreçlerinde aktif kılan aynı zamanda rekabeti ve kaliteyi de beraberinde getiren yerinde yönetim anlayışını benimsemektedir. Bu yüzden demokratik ülkeler eğitim faaliyetlerinde yerel yönetimlere önemli yetkiler tanımaktadır. Örneğin Almanya, Kanada ve ABD’de eğitim hizmetleri merkezden kumanda edilmez. Eğitim sistemi eyaletlere göre farklılık göstermektedir. Fransa, İngiltere, İsveç, İtalya, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde eğitim yerel yönetimlere devredilmiş durumdadır. Bu ülkelerde özellikle belediyeler eğitim faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.

DEMOKRATİK ÜLKELERDE ‘OKUL ÖZERKLİĞİ’ YAYGINLAŞIYOR

Eğitim kalitesiyle dünyanın dikkatini çekmeyi başaran ve PISA raporlarında gösterdikleri performanslarla göz dolduran Finlandiya’da eğitim, yerel yönetimlerin (belediyelerin) sorumluluğu altındadır. İlk ve ortaöğretim okullarının çoğu belediyeler tarafından idare edilir. Eğitimin finansmanı da büyük ölçüde kamu tarafından karşılanır. Hollanda’da ise yasalar, farklı kesimlere okul kurma hakkı tanıdığı gibi dini, ideolojik ya da eğitime ilişkin inançlarına göre eğitim verme hakkı da tanımaktadır. İlk ve ortaöğretim yerel düzeyde idare edilmektedir. Japonya’da eğitim, yerel yönetimlerin hizmetlerinden biri olarak görülmektedir. İlk ve ortaöğretim düzeyindeki eğitim yerel yönetimler tarafından yürütülmektedir. İsveç’te ise yerel yönetimler okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve hatta yükseköğretim düzeyinde görevlere sahiptir. Diğer taraftan demokratik dünyada artık “okul özerkliği” de yaygınlık kazanmaktadır. Okulun öğretmen, veli, öğrenci, sivil toplum ve yerel yönetimden uzman birer temsilcinin de bulunduğu komisyonlar tarafından idare edilmesi anlayışı gittikçe hız kazanmaktadır.
Türkiye 2003 yılında AK Parti’nin “Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı”nı tartıştı. Tasarı; kamu yönetiminde bir zihniyet değişikliği olarak öne sürülmüştü. Ayrıca Türkiye’de tıkanan bürokrasiyi rahatlatmayı, devlet ve halk arasındaki karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmayı, bürokratik verimliliği artırmayı, insanların yaşam kalitesini yükseltmeyi en önemlisi de insan hak ve özgürlüklerini genişletmeyi hedefliyordu. Tasarının ilk halinde Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarının il özel idarelerine devri öngörülüyordu. Ne var ki bugün 4+4+4’ü eleştiren kesimler o günlerde de bu tasarıyı; Türkiye’nin federal bir yapıya sürükleneceği, bölüneceği ve cumhuriyet, laik ve sosyal, üniter devlet yapımızın temelinden sarsabileceği endişeleriyle sert bir dille eleştirmişlerdi. Oysa tasarının mimarlarından Ömer Dinçer, kamu reformu yasa tasarısının önemini; “Geleneksel yönetim düşüncesi içerisinde modern yapılar oluşturulamaz ve çağdaş medeniyet seviyesine ulaşılamaz.” diyerek ifade ediyordu. Neticede Genel Kurul’da kabul edilen tasarı, dönemin cumhurbaşkanı tarafından veto edildi.

Bugün artık hiçbir devlet, çevresindeki gelişmeleri kontrol altında tutma ve yönlendirme gücüne sahip değildir. Bu bakımdan eğitimde yerinde yönetim anlayışına artık yer verilmelidir. Türkiye gelinen noktada eğitim faaliyetlerini yerel bölgelerde eğitim ve çocuk gelişim uzmanlarından, psikiyatrlardan, pedagoglardan, yerel yetkililerden, sivil toplum temsilcilerinden ve okul aile birliği üyelerinden, özel sektörden ve iktisatçılardan oluşan “yerel eğitim komisyonlarıyla” yürütebilecek düzeydedir. Bazı bölgelerde eğitimin finansmanı için kamunun aktif katılımını öngören bölgesel para havuzları oluşturulabilir. Okul müdürlerinin seçimle işbaşına geldiği, mevcut müdür yardımcılarının mesleklerine geri döndürüldüğü, okulların bürokratik hiyerarşiden uzak daha sivil/özgür ortamlarda yönetilmeye başlandığı bir ortamda kalitenin gittikçe artacağı bir gerçektir. Halkın eğitim yönetimine aktif katılımı zamanla ailelerde okulla ilgili daha sağlıklı ve yaratıcı özgün fikirlerin oluşmasına neden olacaktır. Her okulun kendi eğitim modelini, tarzını, yıllık aktivitelerini, etkinliklerini hazırlayıp sunduğu bir eğitim öğretim ortamının yaygınlaşması zamanla çok çeşitli ve zengin bir menü sunacaktır topluma.

Mesele, sorunların yerinde belirlenip çözülmesi, eğitimin yönetimine ve sorun çözme sürecine toplumun geniş ölçüde katılımının sağlanması gerektiğidir. Milli Eğitim sisteminin “adem-i merkeziyetçi” bir anlayışla örgütlenmesinin ve eğitimde yetki devri yapmasının katı, merkeziyetçi ve hantal bürokratik yönetim anlayışına dayalı oluşan sorunları büyük ölçüde azaltacağı bir gerçektir. Devlet bu süreçte eğitim faaliyetlerini istismar edebilecek olan illegal yapılanmalara karşı gerekli tedbirleri almakla sorumlu olmalı ve eğitim süreçlerini de insan hakları açısından denetlemelidir. Meselenin siyasî polemik malzemesi yapılmadan, piyasa gerçekleri dikkate alınarak tartışılmasında fayda olacağına inanıyorum. Neticede sorunumuz, Türkiye’de gittikçe büyüyen eğitim sektöründe sorunlara bir çözüm arayışı bulma çabasıdır.

*Liberal Düşünce Topluluğu, Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü

 

Zaman, 03.05.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et