Bireysel başvuru üzerinde koparılan fırtınalar

Hükümetin Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı’nı TBMM’ye göndermesi üzerine, bu tasarıda yer alan ve doktrinde “Anayasa şikâyeti” olarak da ifade edilen bireysel başvuruya ilişkin hükümler çok yoğun tartışmalara sebep oldu.

Bu tasarının ağır eleştirilere muhatap olmasının temel sebebi, bu yolla AYM’ye Yargıtay ve Danıştay da dâhil olmak üzere yargı kararlarını iptal yetkisinin verilmesidir. En ağır eleştiri Yargıtay ve Danıştay’dan gelmiştir. Yargıtay ve Danıştay bu tepkiyi ilk kez ortaya koymuyor, AYM’nin bu tür bir yetki ile donatılmasına baştan beri karşılar. Yargıtay ve Danıştay gibi “yükseklik” mahkemelerinin verdikleri kararların bazı hak ve hürriyetler bakımından bireysel başvuru yoluyla AYM tarafından denetlenmesinden hoşnut kalmalarını beklemek biraz zordur. Burada söz konusu olan bir yargısal yetki ve etkinlik mücadelesidir.

Bugün ileri demokrasi olsun olmasın, dünya genelinde ellinin üzerinde ülkede bireysel başvuru hakkı tanınmış bulunmaktadır. Bu kurumun temel amacı devlet otoritesinin kişilerin hak ve hürriyetleri açısından sınırlanmasıdır. Başta Almanya ve İspanya olmak üzere birçok ülkede AYM’ler, diğer yargı mercilerinin kararlarını iptal ederek uyuşmazlığın esası hakkında ya da iptal ile birlikte yargılamanın yeniden yapılmasına karar verebilmektedir. AYM’yi süper yetkili temyiz mahkemesi haline getirdiği iddia edilen kanun tasarısı ile AYM’ye başta Yargıtay ve Danıştay olmak üzere mahkeme kararlarını iptal etme yetkisi veren hüküm, bu ülkelerdeki düzenlemelerle uyumludur. Hatta Venedik Komisyonu’nun, 17-18 Aralık 2010 tarihli raporunda, bireysel başvuru incelemesi yapan AYM’lere mahkeme kararlarını iptal yetkisinin tanınmamasını eleştirdiği görülmektedir. Bu yetkinin tanınması bireysel başvurunun etkililiği açısından da gereklidir. Farz edelim AYM’ye sadece insan haklarının ihlal edildiğini tespit etme yetkisi verildi. Bu kararın yerine getirilmesinin bir zorlayıcılığı mevcut olmadığı için AYM kararının etkililiğinden söz edebilmek zordur.

Diğer yandan burada AYM’nin yapmış olduğu denetim bir temyiz denetimi değildir. AYM, gerek yargı kararlarını gerekse bireysel başvuruya konu olan idari kararları, somut denetim mahiyetinde, maddi olayların kanunlara uygunluğunun sağlanmasının amaçlandığı temyiz incelemesi şeklinde değil, anayasal ve AİHS zemininde insan haklarının ihlal edilip edilmediği noktasından değerlendirmektedir. Kısaca AİHM’nin yaptığı denetime benzer bir denetim söz konusudur. AİHM’nin, sözleşmeci ülkelerdeki AYM de dâhil bütün yargısal mercilerin ve idari makamların yapmış oldukları işlemleri AİHS’ye uygunluk açısından denetlemesi nasıl bir temyiz incelemesi niteliğinde değil ise, AYM’nin bireysel başvuru üzerine yapmış olduğu denetim de bir temyiz incelemesi niteliğinde değildir.

YARGITAY VE DANIŞTAY’IN ANLAMSIZ KORKUSU

Bireysel başvuru hakkının tanınmasının Yargıtay ve Danıştay’ı önemsizleştireceği ya da anlamsızlaştıracağı iddiası da yersizdir. Başta Yargıtay ve Danıştay olmak üzere bütün mahkemeler, hukukun üstünlüğü, adaletin tesisi, bu yolla insan haklarının korunması için vardır ve bu işlevleri gördükleri oranda değerlidirler. İnsan haklarına yönelik ihlaller sadece yürütme ve yasamadan gelmemektedir; bazı mahkeme kararları ile de insan hakları ihlal edilebilmektedir. Her ne kadar Yargıtay ve Danıştay gibi merciler, verdikleri kararların insan hakları açısından sorunlu olmadığı düşüncesinde iseler de, AİHM’ye yapılan müracaatlar neticesinde verilen birçok ihlal kararı, bu düşüncenin doğru olmadığını göstermektedir. Bireysel başvuru yolunun kabul edilmemesi halinde, yüksek yargı mercileri, insan haklarını ihlal edici işlemlerine karşı frensiz hale gelmiş olmaktadır. Bireysel başvuru ile mahkemeler insan haklarına karşı frenlenmiş olmaktadır. Bir hukuk devletinde Yargıtay ve Danıştay da dâhil hiçbir merci denetimsiz ve frensiz bir ortamda, insan haklarına zarar vererek muteber ve güçlü kabul edilemez. Hiçbir mahkeme, vermiş oldukları kararların insan haklarına uyguna hale getirilmesi ile değersizleşmez. Yargıtay ve Danıştay’ın kararlarının bireysel başvuru yolu ile insan haklarına uygun hale getirilmesini bu mahkemelerin değersizleşmesi olarak niteleyen kişilerin hukuk devleti ve yargının temel işlevinden haberi yok demektir.

Gelelim bu kanunun kabul edilmesi halinde Türkiye’de yargı alanında “kaos çıkacağı” meselesine. Türkiye’de belli çevreler, herhangi bir hayırlı iş yapılmaya kalkışıldığında hemen bir felaket senaryosu çizmeye, bir kaos tellallığı yapmaya başlarlar. Mesela 1980 yılında Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun kaldırılması gündeme geldiği zaman bazı çevreler büyük felaket senaryoları çizdiler. Bu söze inananlar, Koruma Kanunu’nu kaldıran kanun ile ülkenin büyük bir ekonomik uçurumun eşiğine geldiğine inanır hale gelerek büyük kaygılar içine düştüler. Daha sonra yaşananlar bu senaryoların hiçbir tutarlılığının olmadığını gösterdi. Benzer senaryolar Türkiye-AB arasında yapılan Gümrük Birliği sözleşmesinde, Türkiye’nin AİHM’ye bireysel başvuru hakkını tanımasında da çizildi. Ama bu senaryoların hiçbiri gerçekleşmedi. Bilakis hakkında felaket senaryosunun çizildiği her bir atılım Türkiye’yi birkaç adım ileriye götürdü. İşte bireysel başvurunun işlevsel hale gelmesi halinde de, çizilen senaryoların tamamen hayali ve nefsani değerlendirmelerden ibaret olduğu, bu kurum vasıtasıyla Türkiye’de insan hakları alanındaki çıtanın biraz daha yükselmesinin mümkün ve muhtemel olduğu söylenebilir.Burada iyimserlikten ihtimal olarak bahsetmemin sebebi, bireysel başvurunun insan hakları açısından teminat sağlamasının belli bir şarta bağlı olmasıdır. O da şudur: “AYM’nin ihlal değerlendirmelerini hak ve hürriyet eksenli yapması.” Bireysel başvurunun insan hakları açısından koruyucu yönde işlev görmesi, AYM’nin ihlal olunduğu iddia olunan hak ve hürriyetleri, AİHS hükümlerine ve AİHM kararlarına uygun yorumlayıp yorumlamamasına bağlıdır. Maalesef Türk AYM’nin şimdiye kadarki sicili bu şüphelerimizi haklı çıkarmaktadır. Umarım, AYM, son anayasa değişikliği ile büründüğü çoğulcu kimliğiyle başta bireysel başvuru olmak üzere yapmış olduğu işlemlerle insan haklarını koruyucu yönde etkili işlevler görür.

AYM’nin insan haklarını koruyucu yönde işlev görmesi şartıyla, Türkiye’de AYM’ye bireysel başvurunun kabul edilmesi, 28 Ocak 1987 tarihinde AİHM’ye bireysel başvuru hakkının kabul edilmesinden sonra gerçekleşen devrim niteliğinde ikinci büyük önemli gelişmedir. Bu gelişmeyi başlatacak olan bireysel başvuru yolu ile AİHS’deki hak ve hürriyetlerin ihlali iddialarının Strasbourg mahkemelerinden önce iç hukuk yolu ile çözülmesinin sağlanması amaçlanıyor. AİHM içtihatları ile beslenerek karar verecek olan AYM, bireysel başvurular neticesinde vereceği kararlarla, yargı kararları arasında AİHM içtihatları zemininde tutarlılığın sağlanmasına da katkı sağlayacaktır. Bağlayıcı kararlar veren AYM kararlarını dikkate almak zorunda olan diğer bütün mahkemeler, insan haklarının korunması konusunda daha dikkatli kararlar vermek durumunda kalacaklardır. Bu etkileşim neticesinde AİHM’ye müracaat sayısında da ciddi manada azalmalar gerçekleşecektir. Belki ilk zamanlarda bireysel başvuru yoluna müracaatlarda oluşacak yoğunluklar sebebiyle bazı sorunlar yaşanabilir. Bireysel başvuru, yargı reformu bütününün bir parçasıdır. Özellikle uzlaşma, kamu denetçiliği vb. yargılama öncesi çözümler de dâhil olmak üzere, yargılama öncesi ve sonrasında yargıda tıkanmayı önleyici önlemlerin alınması, bunların yaygınlaşması halinde, bu mahzurlar da zamanla izale olacaktır.

Zaman, 24.01.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et