Kara Harp Okulu 2024 mezuniyet töreninde yaşanan korsan, paralel, alternatif yemin hadisesi, 8 gün sessizliğini koruyan Cumhurbaşkanı’nın hatırlatmasıyla yeniden alevlendi. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın konuyu ÖNDER isimli İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği toplantısında açıklaması ve olayı sadece kılıç çekme fiiline indirgemesi, tartışmanın hem yönünü değiştirdi hem de seviyesini düşürdü.
Düşürdü, çünkü vahim olan kısım sadece kılıç çekilmesi değildi. Kılıç çekilmeseydi konu kapanacak mıydı? Kapatılmalı mıydı? Olayı sadece “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına çekenler nasıl saptırıyorlarsa, kılıç çekme hareketine indirgemek de bir saptırmadır.
980 Kara Harp Okulu Mezunu teğmenin 350’sinin, tören bittikten (törende yemin edildikten, belki de hep birlikte kılıç çektikten) sonra bir köşeye ayrılıp, demokrasilerdeki yürütme erkinin 2016 yılında kaldırdığı, artık askeri törenlerde ettirilmesini yasakladığı bir yemini etmesi, öyle nüanslara bölünecek bir nümayiş değildir.
Yeminin tarihçesini, Yıldıray Oğur’un Serbestiyet’te yazdığı ve Müyesser Yıldız’dan alıntıladığı bilgiden öğreniyoruz. Olay çıkaran yeminin Harp Okulu mezuniyet müfredatına girişi 1995-96 yılı mezuniyet töreni. O törende, birinci olan teğmen, alay komutanına, konuşmasının sonunda okumak istediği metni gösteriyor. Alay komutanı da Kara Harp Okulu komutanına (Yaşar Büyükanıt) gösteriyor. Okul komutanı, çok hoşuna gittiği için okunmasına onay veriyor. Törende bu metni dinleyen Genelkurmay heyeti de, bundan böyle bütün harp okulu mezuniyet törenlerinde bu metnin okunması talimatını veriyor ve 5000 yıllık TSK tarihine bir bid’at sokulmuş oluyor.
Olayın başladığı tarihe dikkat edersek, Türkiye’de Silahlı Kuvvetlerin hemen hemen tek söz sahibi olduğu yıllara rastlıyor. Demokrasilerde, emrinde olunması gereken yürütme erkinin onayına dahi sunmadan, kendi kendilerine, istedikleri metni, yürütme erkinin kulaklarının içine okudukları yıllardan, Başbakanları’na omuz attıkları ve bununla övündükleri, hatta hakaret ve küfür ettikleri yıllardan bahsediyoruz.
Demokrasilerde 3 ayrı kuvvet vardır ve ülke sadece bu 3 kuvvetin aldığı kararlarla yönetilir. Bunlardan birincisi “yasama” erkidir ve tüm ülkenin (önce kendinin, sonra yürütmenin, sonra yargının ve tüm halkın) uyacağı kanunları yapar. İkinci erk olan yürütme, keyfiyete başvur(a)madan, yasamanın çizdiği sınırlar içinde icra faaliyetini yerine getirir. Üçüncü erk olan yargı da, hem yasamanın hem de yürütmenin ve tabii kendisinin de hukuk dışına çıkıp çıkmadığını denetler. Dikkat edersek, demokrasilerdeki bu kuvvetler arasında Silahlı Kuvvetlerin ismi yok. Bu demektir ki, demokrasilerde Silahlı Kuvvetler, yasamanın çizdiği sınırlar içinde, yürütmenin emrinde faaliyet gösterir. Bu kuralların dışına çıktıkları anda, çıkanlar hukuki olarak cezasını çeker.
Tabii, bizim ülkemiz son paragrafta yazılanlara halâ yabancı. Çünkü, yemin metninin müfredata girdiği yıllarda ülkedeki tek kuvvet, erk, güç, iktidar Silahlı Kuvvetler olduğu için, bu yeminin, 2016 yılında, emrinde olduğu (olması gereken) erk tarafından kaldırıldığı bilinmiyor veya bilinse de kabul edil(e)miyor.
TSK İç Hizmet Kanunu’nun eski 35. Maddesinde yer alan “Silahlı kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” hükmünün askere, canının sıkıldığı her halde, seçilmiş sivil hükümete darbe yapma, muhtıra verme yetkisi verdiği düşünülen bir dönemde, sivil otoriteden izin alınmadan mezuniyet törenine sokuşturulmuş bu metin, 2016 yılında, kendilerinin amiri konumunda olan yürütme erki tarafından okunması yasaklanmıştır. Bu emir, yasak kesindir ve her asker bu emre, yasağa uymak zorundadır. O tarihten, bu yıl yapılan mezuniyet törenine kadar da kimsenin aklına, amirine, bu yemini ederek başkaldırma gelmemiş ve metnin okunması düşünülmemiştir.
Bu olay, “ne var canım bunda büyütülecek”, “çocuklar sevinçten kılıç çekmişler de ne olmuş”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” demek suç mu?” diye basitçe geçiştirilecek bir konu değildir. En azından, bağlı oldukları yürütme erkinin aldığı bir yasak kararına isyandır. Yürütmenin başındaki kişi, bu isyana karşı hiddetlenmeli ama soğukkanlılıkla kararını almalıdır.
Bu yemin 5 bin yıllık geçmişi olan ordunun bidayetinde olmadığına göre, sonradan (hem de yetki gasp edilerek) sokulduğuna göre, asıl yetkinin sahibi tarafından kaldırılabilir de. Zaten baştan tören programına sokuşturulması demokratik olarak yanlış olan bir şeyin varlığı yanlıştır, kaldırılması doğru olmuştur.
Yemini beğendiğini ve okunmasını söyleyen Yaşar Büyükanıt da, bundan sonra bütün mezuniyet törenlerinde okunması emrini veren Genelkurmay karargahındaki subaylar da, mezun olduklarında bu yemini etmeden subaylığa adım attılar. Şayet bu yemin olmazsa olmaz gibi görülüyorsa, 1996’dan önceki tüm subayların subaylıkları yeminsiz başlamış demektir.
Ayrıca, sadece mezuniyet coşkusu açısından bakılacak olursa, coşkuya katılmayan 700 civarı teğmenin, subay olmanın yeminini etmeden TSK’ya gönülsüz katıldığını mı düşüneceğiz?
Metnin içeriği ise ayrıca irdelenmesi gereken bir konu. Cumhuriyetin “laik, demokratik” olması ve ona yönelecek saldırıya karşı “karşılarına geçmek” ve bunun için “kılıçları sürekli keskin tutmak” askerin görevleri arasında değildir. Çünkü bir devletin “laik, demokratik” olması, subayın ilgi sahası dışındadır ve ülkenin yargısını ilgilendirir. Ülkenin “laik ve demokratik” özelliği kurucu irade tarafından yasalara konmuş, sonradan da değiştirilmemiş. Yürütme, bu özelliğin muhafazasından, buna kastedenler için ise, yurt içi kolluğunun (polisin) takibiyle yakalanıp, yargı kuvvetine teslim edilmesinden görevli kılınmıştır. Yargı da, yasalar çerçevesinde bu kasıt içindekilere gereken yaptırımları uygulatacaktır. Bu süreçte Silahlı Kuvvetlerin hiçbir rolü yoktur. Silahlı Kuvvetlerin görevi, dikkati ve silahı sadece sınırlarımızın dışına dönük, Misak-ı Milli sınırları içine sızmaya çalışacak müstevlilerin karşısında durup, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını ve halkını korumaktır. Bu yeminin, amirlerinin yasak kararına rağmen tekrar okunması, sivil iradeye, yürütme erkine karşı bir isyandır. Olaya sadece bu gözle bakmak, demokrat olmanın bir gereğidir ve gereğinin yapılması demokrasinin gereğidir. Konu ne sadece “kılıç çekme” ne de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını atmadır. Olay, 1960’lar, 1971’ler, 1980’ler, 1997’ler, 2007’ler, 2016’lara dönme niyetidir.
Belki genç teğmenler, ilerisini düşünmeden (hiç ihtimal vermiyorum) bunu yapmış olabilirler. Ama bundan sonra bu tür disiplinsizliklerin önünün açılmaması için, alternatif, paralel, korsan yemin eden bütün teğmenlerin orduyla ilişiği kesilmelidir. İktidar bu konuda hem geç kalmış hem de gevşek davranmıştır.