HP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün Meclis’te Cemevi açılması talebinin TBMM Başkanlığınca reddedilmesi ve reddedilme gerekçesi, Türkiye’nin kadim sorunlarından Alevilerin ayrımcılığa uğraması ve kamu otoritesinden eşit olmayan muamele görmesini yeniden kamuoyu gündemine taşıdı. Bu sembolik talep ve onun etrafındaki tartışma güçlü toplumsal şikayet ve taleplere denk geldiği için bu talebin ötesinde bir tartışma alanı açtı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Meclis’te Cemevi talebini, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “İslam dininde camiden başka ibadethane olmadığı ve dolayısıyla Cemevinin ibadethane olmadığı” şeklindeki bilinen görüşlerine atıfla reddedince konunun tartışılması Diyanet İşleri Bakanlığının konumu ve Alevilere bakışı üzerinde yoğunlaştı. Hüseyin Aygün tartışma sırasında kullandığı “Eğer Cemevi İslam’ın ibadethanesi olarak kabul edilmiyorsa, Alevilik başka bir din ve Cemevi de onun ibadethanesidir” mealindeki bir argüman kullanınca, Alevilik- İslam ilişkisi gündeme geldi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Alevilikle ilgili Başkanlığın görüşünü Atatürk’e referansla savununca tartışma iyice büyüdü. Böylece Alevilik, İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı, Sünnilik, İslam tarihi, Osmanlı tarihi, Cumhuriyet, Atatürk, din ve vicdan hürriyeti, Cemil Çiçek’in siyasi kimliği, Bülent Arınç’ın Atatürk vurgusu, Kemalistler, AK Parti’nin yeni Kemalizmi ve otoriterliği arasında gidip gelen tozu duman katan bir tablo ortaya çıktı. Halbuki birkaç yıl önce Alevilik meselesinde ciddi ilerleme sağlanacağına dair ciddi umut uyandıran Alevi açılımından bahsediliyordu.
Alevi Çalıştayları ve sonuçları
Demokratik açılımın Kürt meselesiyle beraber diğer bir önemli ayağı da Alevi meselesiydi. Alevi meselesi, farklı bir sistematikle ele alındı. Bir dizi çalıştayla konunun muhatapları bir araya getirildi. Mesele, sosyal bilimci Doç Dr Necdet Subaşı’nın moderatörlüğünde Alevi kanaat önderleri, Sünni kanaat önderleri, Diyanet, siyasetçileri aydınlar, sosyal bilimciler, ilahiyatçılar ve gazeteciler marifetiyle tartışıldı. Bu tartışmaların tutanakları ve moderatörün raporu 7 cilt halinde yayınlandı. Bütün bu çalışmalar bir devlet bakanının nezaretinde yürütüldü. Ancak çalışma bittikten ve rapor yayınlandıktan sonra, AK Parti Hükümeti ortaya çıkan talep ve şikayetleri ele almak ve çözmek yerine mecburi din derslerinde Aleviliğe yer vermek ve Sivas Madımak’ı kamulaştırmak dışında kayda değer bir adım atmadı. Bu konu, adeta gündemden kaldırıldı. Halbuki konuyu siyasetin ve hükümetin gündemine taşıyan teşebbüs, bizatihi AK Parti hükümetinden gelmişti. Peki Alevi açılımı neden tıkandı?
Alevilik ile Sünnilik arasındaki tevil edilemez farklılıklar mı sorunu çözümsüz bırakıyor? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sünni karakteri mi? Sünniliğin içinde Alevileri İslam dışı gören, bu yüzden de Alevi kimliğini inkar eden ve asimile etmeye çalışan yorum mu var? Yoksa Aleviliği İslam dışı gören ve Sünnilikle arasındaki farklılıkları abartarak ayrı bir din olarak gören Aleviliğin bir yorumu yüzünden mi mesele çözümsüz kalıyor? Bu sorulara evet diyen kimi örnekler bulunabilirse de, Aleviliği İslam’ın içinde gören yorum Sünni ve Alevi ilahiyatçılar arasında ezici çoğunlukta. Karşılıklı tarihi ve ciddi önyargılara rağmen, bu zeminin varlığı sorunun çözümünü mümkün kılan bir ilahiyat bakış açısının varlığından bahsedilebilir.
Yoksa çözümsüzlüğün sebebi siyasette mi? Siyasetin farklı toplumsal kesimleri şikayet ve hak taleplerini anlamak ve çözüm üretmek bakımından genel bir sıkıntısı mı var? Yoksa AK Parti’nin İslamcı ve Sünni bir tabandan gelmesi, hükümetin çözüm üretmesini engelliyor mu? AK Parti’nin muhafazakar kimliği demokratikleşmeye bir sınır mı çiziyor? AK Parti uzun iktidar süresi içinde devletle ve giderek Kemalist zihniyetle özdeşleşerek meseleyi çözmek istemeyen cephede mi yer almaktadır? Alevi kanaat önderlerinin ve Alevilerin büyük çoğunluğu itibarıyla siyaseten solu, CHP’yi tercih etmeleri çözümü zorlaştırmakta mıdır? Kürt meselesinde BDP’nin, AK Parti’yi çözümün aktörü olarak görmemeleri gibi Alevi kanaat önderleri ve CHP’de siyaset yapan Aleviler de AK Parti’nin bu meseleyi çözemeyeceğini söyleyerek çözümü zorlaştırıyorlar mı? Alevilerin sorunlarını AK Parti’nin çözebileceğini söyleyen bir Leyla Zana’ya mı ihtiyaç var?
Çözümsüzlük dinden mi kaynaklı?
Türkiye’de siyasi partilerin ve siyasetçiler sınıfının, özellikle farklı toplumsal kesimlerin siyasi ve dini muhtevalı şikayet ve hak taleplerini algılamak ve çözüm üretmek bakımından ciddi problemleri olduğu söylenebilir. Bunun arkasında bürokratik vesayet kurumları ve resmi ideoloji yatmaktadır. Siyasi partiler ve siyasetçiler, birkaç yıla kadar bu alanları bürokratik zümrelerin insafına terketmiş durumdaydılar. Şimdi bürokratik vesayetin ve resmi ideolojinin gerilemesine rağmen siyasi partilerin bu alanı tam anlamıyla temsil ettikleri söylenemez. Hala bürokratik vesayetin ve resmi ideolojinin otoriter etkilerinin izleri var. Bu genel olarak siyasi partileri sınırlandırdığı gibi AK Parti’yi ve AK Partili siyasetçileri de etkiliyor. Bu alanın tam anlamıyla demokratik ve sivil bir alan haline getirilememesi AK Parti dahil siyasi partilere mazeret üretecekleri zemin veriyor. Ancak bürokratik vesayetin tasfiyesi ve resmi ideolojinin geriletilmesiyle açılan alanın siyasi partiler ve sivil toplum tarafından doldurulması kaçınılmazdır. Bu yüzden de siyasi partilerin mazeretleri sonsuza kadar süremez. Siyasi partiler, Aleviler dahil farklı toplumsal kesimlerin şikayet ve hak taleplerine çözüm üretmek zorunda kalacaklardır.
AK Parti’nin demokratikleşme ve sivilleşme dalgasının sınırlarına geldiği ve kendi tabanının dışında kalan Aleviler gibi kesimlerin taleplerine duyarsız kaldığı eleştirisine gelince, bu eleştirilerin tamamen haksız olduğu söylenemez. Ancak AK Parti’nin kendi tabanının sorunların çözümünü dahi zamana yaydığını burada dikkate almak gerekiyor. Alevilerin şikayet ve talepleri, AK Parti’nin muhafazakar ve mütedeyyin tabanının dini özgürlük talepleriyle rezonans halinde takdim edilebilirse, bu sorunun sadece hukuki olarak aşılması değil toplumsal önyargının karşılıklı giderilmesi de mümkün olabilir.
Muhatabını şeytanlaştıran dil
AK Parti’nin devletle özdeşleştiği ve Kemalistleştiği eleştirileri ise, özellikle bunun dile getirilişindeki üslup itibarıyla AK Parti’yi reformlara ikna etmek yerine tam aksi istikamete tahrik etmektedir. Alevi şikayet ve talepleri itibarıyla meseleyi gayrimüslimleri, dindar Sünnileri, dini cemaatleri ve tarikatları içine alacak bir din ve vicdan hürriyeti ortak paydasında ele almak, ve tekke ve zaviyelerin seddine dair kanun başta olmak üzere Devrim Kanunlarının kaldırılması kampanyası açmak hem daha özgürlükçü hem daha ikna edici olacaktır. Alevilerin sorunlarının çözülememesinde tek muhatap AK Parti’ymiş gibi sadece AK Parti’yi suçlamak bazı kesimleri ferahlatabilir ve negatif siyaset yapmak isteyenlere fayda sağlayabilir. Ancak Alevilerin meşru talepleri dahil demokratik açılımların devam etmesi ve meselelerin çözülmesi isteniyorsa, diğer muhataplara da bakılmalı ve buradaki çözümsüzlük siyaseti ve saldırgan dil de eleştirilmeli.
Siyaset, çözüm üretmek için farklı dil ve yöntemlerin denenmesi demektir. Bu bakımdan Leyla Zana’nın Kürt meselesindeki çıkışı fevkalade yol göstericidir. Siyaseti salt iyilerle kötülerin savaşı gibi görerek ve AK Parti’yi lanetleyerek sorunların çözümüne hizmet edilmiyor. Çözüm, hayatın diğer alanlarında ve sorunlarında olduğu gibi bir kerede devrimci bir şekilde gelmeyecek. Adım adım ilerlenecek. Bu yüzden de konuşmak gerekiyor. Çözüm nerede tıkanıyor, bunu aşmak için neler yapılabilir? Cemil Çiçek’e, Bülent Arınç’a, AK Parti’ye lanet okumak ve giderek yaygınlaşan Ahmet Altanvari ahlakçı bir söylemle herhangi bir meselenin çözülmesi mümkün değildir. Kelamın şehvetine kapılarak en ağır şeyleri söylemek ve kendi dışındaki herkesi yargılayan bir kinayeli dil, siyasette değil edebiyatta işe yarayabilir. Türkiye’deki sol hareketi marjinalize eden, hatta bitiren maksimalizm ve muhatabını şeytanlaştıran kendini mutlak iyinin temsilcisi haline getiren bu ilahiyat dilinden ve edebiyat yükünden kurtulmak siyasetin önünü açacaktır. Çözüm entelektüel ilahiyat ve ahlakçılık edebiyatından değil, siyasetten gelecektir.