Başlıktan da anlayacağınız gibi konumuz Gökçek’in Bahçelievler 7. Cadde’de içki referandumu yapmaya kalkışması…Olayın bir boyutu özgürlüklerle demokrasi arasındaki ilişkiye götürüyor bizi.
Konuya ilkesel olarak baktığımızda, referandum meselesi, çok sık olarak demokrasinin çoğunluk ilkesini özgürlüklerin karşısına koyma girişimi olarak çıkıyor karşımıza. Sadece bizde değil, başka ülkelerde de siyasi iktidarların referandum aracını özgürlükleri budama politikalarının aracı olarak kullanmaya kalkışmalarına tanık oluyoruz.
Bir ülkenin kaderini belirleyen, geleceğini şekillendiren kimi önemli kararlarda temsili demokrasinin kurumlarıyla yetinilmemesi ve doğrudan demokrasinin işletilmesi gereği ortaya çıkabilir. Mesela Türkiye halkının çoğunluğu AB üyeliğine “Hayır” derse, ülkemizi dünyanın 3. liginde oynamaya mahkûm eder, yoksul ve tecrit edilmiş bir Türkiye’den yana oy kullanırsa, bağrımıza taş basar razı oluruz. Milletin hakimiyeti karşısında boynumuz kıldan ince der, susar otururuz.
Demokrasinin özü genel oydur. Genel oy benim nasıl yönetileceğimi belirleyebilir. Ama nasıl yaşayacağımı dikte etmek, neyi düşünüp neyi düşünmeyeceğime karar vermek genel oyun haddi değildir.
İktidarlar Türkiye’nin AB’ye girip girmemesini, NATO’da kalıp kalmamasını, nükleer santral yapılıp yapılmamasını halka sorabilir. Ama benim özgürlüklerimi oyların yüzde 99’una dayansa da kısıtlayamaz.
Çünkü özgürlük, demokrasinin eleğinden geçirilemeyecek kadar üst bir kategoridir. Demokrasi, insanlığın şimdilik bulduğu en iyi yönetim biçimidir. Ama geçicidir. Oysa özgürlük evrenseldir, tabiidir ve ebedidir. Bir insanın yaşama özgürlüğünü, yeme-içme, sevme-sevilme, hayatını sürdürme özgürlüğünü referanduma sunamazsınız.
Özgürlük genel oya şapka çıkartmaz. Genel oy özgürlüğün karşısında şapkasını çıkartmak zorundadır. Demokrasi bir sağduyu rejimidir. Bütün insanların eşit olduğu soyutlamasına dayanır. Ortalamayı, sağduyuyu yakalama amacına yönelik bir yönetim biçimidir. Ama unutmayalım ki sağduyu ya da ortalama bilinç bireysel düşüncenin ulaşabileceği sınırların çok gerisinde bir yerlerdedir. Bir başka deyişle, hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ama özgürlük bu hakimiyetin de ötesindedir. Ortalama vicdanın, vasatın egemenliği altına giremeyecek kadar ele avuca sığmaz bir şeydir.
Özgürlükleri sağduyu denen vasata, kamuoyu denen despota karşı savunabilmek ve dokunulmaz kılabilmek… İşte gerçek özgürlükçülüğün mihenk taşı budur.
***
Peki o zaman çözüm nedir?
Birilerinin özgürlüğünü kullanması başka birilerini rahatsız ediyorsa; örneğimizde olduğu gibi Bahçelievler sakinlerinden bazıları içki içenlerden rahatsız oluyorsa bu mesele nasıl halledilecektir?
Aslında, bu mesele bütünüyle homojen olmayan bütün toplumlarda -ki böyle bir toplum yoktur- her an, her zeminde ortaya çıkabilen bir sorundur. Hele hele çağımızın çok kültürlü, çok dinli, çok etnisiteli toplumlarında bu soruna hem özgürlükleri hem de huzuru koruyan cevaplar bulmak siyasetin en can alıcı görevidir.
Böyle cevaplar kısmen bulunmuştur; örneğin içki içilebilen yerlerin herkes tarafından kabul edilebilecek kriterler ışığında sınırlanması, -mesela ibadet yerlerinden, okullardan belli uzaklıklarda olması- içkili mekanların ruhsata bağlı olarak izin verilmesi, sarhoşların başkalarını rahatsız etmesinin genel bazı ceza yasası hükümleriyle engellenmiş olması gibi uygulamalar, üzerinde toplumsal konsensüs sağlanmış çözümlerdir.
Aslında benzeri bir çözüm, kapalı mekanlarda sigara içme konusunda da uygulanabilirdi. Tıpkı içkili-içkisiz lokanta ayrımı gibi, sigara içilebilen ve içilemeyen lokantalar, kafeler barlar olabilir; sigara izni de tıpkı içki izni gibi ruhsata bağlanabilir, 18 yaşından küçüklerin sigara içilen mekanlara girmeleri yasaklanabilir ve sorun böylece kimsenin özgürlüğü ortadan kaldırılmadan çözülebilirdi.
Ama öyle yapılmadı; kestirmeden, toptan yasaklamaya gidildi.
Bugün de, hem 7. Cadde’de yaşayanların huzurunu korumayı hem de içki içmek isteyenleri kısıtlamamayı hedefleyen tedbirleri araştırmak yerine referandumla kestirme “çözümler” tercih ediliyorsa, bunun sebebi genellikle siyasetçilerin kendi politik-ideolojik tercihlerini yönettikleri topluma empoze etme aşkıyla yanıp tutuşmaları; kendilerinde böyle hak görmeleri; iktidar olmanın başkalarının hayatlarını şekillendirme hakkını da içerdiğini sanmalarıdır.
Bu zihniyet siyasetten temizlenmedikçe siyasetin sorun çözme becerisini geliştirmesi, bu konuda çağımızın çeşitliliğine uygun yaratıcı yöntemler geliştirmesi de beklenemez.
Bugün, 16.09.2009