Eğitim şu iki şeyi gerçekleştirmek üzere tanzim edilmelidir. Birincisi eğitim, bireyin kendini bilmesine, yaşamı derin bir kavrayışla ve sevgiyle bir bütün olarak algılamasına başka bir deyişle bireyde özgür, özgün ve bağımsız düşünme kanallarını açmasına ikincisi ise bireyin yeteneklerini keşfetme, zekâsını en verimli biçimde sadece insanlık adına kullanmasına katkı sunmalıdır. Bakıldığında mevcut klasik eğitim sisteminin bireyi başlı başına bir değer olarak ele almadığını aksine bireyleri grup psikolojisi içerisinde standartlaştırdığını tanıklık ediyoruz. Modern devletlerin özgür ve bağımsız düşünen, eleştiren, sorgulayan ve kendi yaşam haritalarını özgürce ve sevgiyle çizen barışçıl bireylerden korktuklarını biliyoruz. Onlar daha çok başarıya tapınan, sevgiden uzak, kendi yaşamı üzerinde bile kontrolü olmayan dağınık, itaatkâr vatandaşlar isterler. Ve sonra kurnazca duygu ortaklığından bahsederler. Otoriter, her şeyi tepeden kumanda eden, güçlü bir kitle ile bu güce bağımlı, itaatkâr bir toplum arasında nasıl bir duygu birlikteliği olabilir ki?
Özgür/organik eğitim anlayışı şart
İdeolojik bir çerçevede tanzim edilen eğitimin bireyin içsel dünyasını tahrip ettiğini biliyoruz. Bu aynı zamanda bireyin kendini bilme, insanlığını gerçekleştirme kanallarını tıkar. Devletler hiç hakları olmadığı halde bireyi belirli bir kalıba sokmaya çalıştılar. Eğitimi de bu doğrultuda kurguladılar. Oysa belirli bir kalıba sokmaya çalışan klasik eğitim anlayışı insanları karmaşık ve merhametsiz yapıyor. Bu da farklı inançlara, mezheplere, ırklara, dillere ve düşüncelere karşı merhametsiz bireylerin yetişmesine imkân tanıyor. 13 yaşındayken dünya öğretmeni seçilen J. Krishnamurti devletlerin eğitim kanalıyla bireylere milliyetçilik aşıladığını bunun da tüm savaşların nedeni olduğunu ifade eder. Krishnamurti; “Ebeveynler çocuklarını seviyorlarsa milliyetçi olmazlar, kendilerini herhangi bir ülkeyle özdeşleştirmezler çünkü ülkeye tapınma savaşı getirir ve savaş oğullarını öldürür ya da sakat bırakır” der. Oysa çocuklarda sınıf bilinci yoktur. Onlar için okul bahçesinde oyun arkadaşlarının bir Kürt, Alevi, Roman, Ermeni, Mihellemi, olmasının önemi yoktur. Bunu okulda ya da evde öğreniyorlar. Bu bakımdan bizler kendi korkularımız, hazlarımız ve önyargılarımız üzerinden çocuklarımıza bir yaşam anlayışı dayatmamalıyız.
Bu yüzden eğitimde “organik eğitim” anlayışını devreye sokmamız gerekecektir. Nasıl bir bahçıvan bitkisini kimyasal bir takım ilaçlarla erken yetişmesini sağladığında toplum sağlığına zararlı ürünler yetiştirmiş oluyorsa aynı şekilde çocukların tabiatına, doğal gelişim özelliklerine aykırı bir takım üsten kumanda edilen, kanun ve yönetmeliklerle, militarist uygulamalarla ve eğitim anlayışıyla insanlığa zararlı bireyler yetiştirmiş oluruz. Epeydir yeni eğitim reformu çerçevesinde yapılan tartışmalara baktığımda ne yazık ki kimsenin meselenin özüne dönük ciddi bir öneri sunmadığını görmekteyim. Oysa eğitim adına asıl tartışmamız gereken alan teknik bir takım değişiklikler değil eğitimin anlayış ve uygulama olarak hâlâ eski yasa ve yönetmeliklerin tahakkümü altında olması meselesidir. MEB Teşkilat Kanunu’nda yapılan önemli değişikliği saymazsak eğitim hâlâ eski anlayış ile şekillenmektedir. Bu bakımdan yeni eğitim reformunu kısaca değindikten sonra yapılması gerekenleri kısaca değinmek istiyorum.
Eğitim reformu ne getiriyor
Eğitimde köklü bir değişiklik olarak takdim edilen eğitim reformunun ilk gündeme geldiği günden bu yana bir dizi değişiklikten geçmesine rağmen hala tartışmalar devam ediyor. Çünkü bu yıl 60-66 aylık çocuklarında sisteme dâhil edilmesiyle okullar bir hayli sorun yaşayacak gibi. Oysa ebeveyn eğitimine öncelik verilerek çocukları daha fazla aile ortamında tutmak gerekirdi. Ya da bu yığılmayı önlemek için Finlandiya örneğinde olduğu gibi ilköğretim için derslerin günlük 4 saate çekilmesi planlanabilirdi. Hatırlarsanız tasarıda 4 yılın sonunda evde eğitimin yolunu açacak bir düzenleme vardı. Bu özellikle kız çocuklarını eve kapatacağı ve ilk sekiz yıl okula gitmenin eskiden olduğu gibi devam edeceği gibi endişelerle kaldırıldı. Şimdi ikinci 4 yıldan sonra evde eğitim imkânı sunuluyor ama bu imkândan da dileyen herkes yararlanamayacak. Yeni modelin ilk 4 yıldan sonra eğitimi okul dışına taşıyacak olması olumlu bir gelişmeydi. Bu uygulama zamanla evde eğitim (homescooling) modelinin işlerlik kazanmasına yol açacak dolayısıyla diğer farklı alternatif eğitim modellerinin de hayat bulmasını kolaylaştıracaktı. Serbest eğitim piyasanın önündeki engel olan Tevhid-i Tedrisat kanunun da yol açtığı bu tıkanma başından giderilebilirdi.
Şimdi yeni sisteme göre eğitim, üç kademede gerçekleştirilecek. Birinci kademe ilköğretimin ilk 4 yılını oluşturacak. İkinci kademe ise ‘ortaokul’ evresi… Yani 5’inci sınıfla beraber öğrencilere kendilerinin belirleyeceği alanlarda eğitim yapma imkânı sunulacak. Bu aşamada öğrenciler, ortaöğretim programlarına hazırlanmalarını sağlayacak dersler alacak. Temel derslerin yanı sıra öğrenciler, seçmeli dersler tercih edebilecek. Seçmeli dersleri ve içeriklerini Milli Eğitim Bakanlığı, yönetmelikle belirleyecek. Öğrenciler 5, 6, 7 ve 8. sınıfta seçmeli derslerde ister sosyal ister sayısal alanda veya mesleki yoğunluklu eğitim alabilecek. Seçmeli ders saati, ilerleyen sınıflarda artacak. Bu dersler, öğrencilerin seçecekleri lise türlerini etkileyecek.
Sistem reforme edilmezse yeni model tıkanır
2012 model bir eğitim sistemi olmasına rağmen bakıldığında eğitim hayatını tanzim eden bazı kanunların kabul tarihinin çok eski olduğunu görmekteyiz eğer bu alanda reforma gidilmezse yeni modelin ileriki yıllarda tıkanması gecikmeyecektir. Örneğin 1973 tarihli MEB Temel Kanunun Madde 10’u “Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılâp ve ilkeleri ve Anayasa’da ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır” diyerek devam eder. Demokrasi ilkesinde “ancak” diye başlayan ve eleştirmeyi fırsat tanımayan cümleler yer almaktadır. Diğer taraftan kabul tarihi 1930 olan ilk ve orta tedrisat muallimlerinin terfi ve tecziyeleri hakkındaki kanun var. Ayrıca andımız, kılık kıyafet ve nöbetçi öğrencilik gibi birtakım uygulamalar da devam etmektedir.
Bu bakımdan yeni sistemle ilk yapılacak değişiklik; her gün çocuklara askerî komutlarla ezberlettirilen “andımız” adlı yemin metninin kaldırılması olmalıdır. Bu yıl 5,5 yaşında çocukların okul bahçesinde hizaya sokulup sokulmayacağı, rahat hazır ol komutlarıyla onlara andımızın okutturulup okutturulmayacağı konusunda bakanlık bir açıklama yapmak durumundadır. 5,5 yaşındaki çocukların hizaya sokulmaların ne pedagojik ilkelerle ne de evrensel hukukla bağdaşmayacağı da ayrıca bilinmelidir. Eğitim, gerek anlayış ve gerekse uygulama alanı olarak toplumun beklentilerine cevap verebilecek özgürlükçü bir çerçevede ele alınmalıdır. Kısaca eğitim ideolojik endoktrinasyon kurumu olmaktan artık çıkartılmalıdır. Başındaki “Milli” sıfatı kaldırılıp genel ifadeyle “Eğitim Bakanlığı”na dönüşmelidir. Eğitim gibi evrensel bir alanın ulusal sınırlar içerisine hapsedilmemesi daha doğru bir yaklaşım değil midir?
Diğer taraftan “Nöbetçi öğrencilik” uygulamasına da son verilmelidir. Miadını dolduran, yüksek teknolojiyi, gelişen yaşam anlayışlarını ve yenilikleri artık kaldıramayan Tevhidi Tedrisat yasası da kaldırılmalıdır. Eğitimde özel sektör teşvik edilmeli, toplum ihtiaç hissettiği din adamını ve meslek adamını kendi kuracağı özel okullar kanalıyla yetiştirebilmelidir. Devlet, özel finans seçenekleriyle yoksul ailelerin çocukları için kaliteli eğitim öğretim ortamları sunmalıdır. Ve mümkün olduğunca eğitimi topluma bırakmalıdır. Müdürler torpille değil seçimle iş başına gelmeli, modern demokratik ülkelerde olduğu gibi okullara özerklik tanınmalı ve kamusal eğitim yerel yönetimlere devredilmelidir.
Diğer taraftan kılık kıyafet yönetmeliği de kaldırılmalıdır, öğretmen ve öğrencilerin istedikleri kıyafeti giyebilmelerinin yolu açılmalıdır. “Evde Eğitim” ya da bundan farklı olarak “Sanal Kamu ve Özel Okul” uygulamasının yasal çerçevesi çizilmeli ve serbest olmalıdır. Ders kitaplarının içeriği militarist unsurlardan tamamen ayıklanmalıdır. Yeni kitaplar daha özgürlükçü ve farklılıklara açık olmalıdır. Eğer eğitim özü itibariyle bir değişime uğramaz ve hâlâ tek parti zihniyetinin bir ürünü olarak işlev görmeye devam edecek olursa gelecek Türkiye adına sunacağı hiç bir katkı olmayacaktır. Aksine korku, nefret ve tek bir anlayışı nesilden nesile aktarma aracı olmaya devam edecektir. En önemlisi de başında da ifade ettiğimiz gibi hayata sevgi ve merhametle bakan özgür, ahlak, vicdan ve erdem sahibi bireylerden yoksun kalacağız. Bu aynı zamanda insanlık adına da büyük bir kayıptır.
Taraf, 02.09.2012