Yeni Yükseköğretim Yasası yapım süreciyle Türkiye’nin, akademik/sivil/siyasi güçleri önemli bir sınavdan geçmektedirler. 12 Eylülden bu yana tartışılan, eleştirilen ve değişmesi gerektiği üzerinde anlaşılan, Yükseköğretim yasasının yapım süreciyle karşı karşıya bulunmaktayız. Olağan yönetim durumların dışında sivil iradenin öncülüğünde bir “Yasa” yapılmaya çalışılmaktadır. Daha önce YÖK yasasında kısmi değişiklikler ile gündeme gelen tartışma/tepkiler düşünüldüğünde bu sürecin sıkıntısız atlatılması beklenemez. Yükseköğretim Yasası’nı yapma deneyimi demokrasinin geldiği aşamayı bizlere gösterecektir.
Paydaşların katılımları ile yapılan “ortak akıl platformu” toplantıları ve kamuoyundaki tartışmalarla şekillenen yasa taslağı; çeşitlilik, kurumsal özerklik, hesap verebilirlik, rekabet edebilirlik, performans ve kalite güvencesi gibi yönlere vurgu yapması ve öncelemesi otuz yıllık paradigmanın da değiştiğini göstermesi açısından önemlidir.
Yeni yasa ve değişenler
Yükseköğretim Yasa tasarısında üniversiteler, devlet, vakıf ve özel olarak çeşitlendirilmekte, ayrıca yabancı üniversitelerin ülkemizde eğitim kurumu açmaları yasada yer almaktadır. Özel ve yabancı üniversitelerin faaliyet göstermesi rekabeti de beraberinde getirecektir. Yerli üniversitelerimizin, eğitim niteliği, materyali ve fiziki yapılarıyla yerelden evrensele evrilmesi ve dünya üniversiteleriyle yarışması bakımından itici güç olacaktır.
Üniversite Konseylerinin kurulması, akademik ve idari olarak üst kurul olması, yapısal anlamda üniversitelerin özerk kuruma geçiş açısından ilk adım olarak algılanabilir. Ama ‘Üniversite Konsey’in de görev alacak olan üyelerinden bazılarının hali hazırda görev yapanlar içerisinden seçilmesi yönetişim açısından sıkıntı doğuracaktır. Bakanlar Kurulunun üye vermesinin özerklik ve ademi merkeziyetçilik bakımından sakıncalı yanları olabilir. Üniversite konseylerinin görev tanımları ile Rektör, Senato ve Üniversite Kurulu’nun görev tanımları yeniden ayrıştırılarak yapılmalı, ilerde doğacak yetki sorumluluğu ve görev alanı çatışmaları önlenmelidir.
Rektör atanması/seçilmesi ile ilgili; seçim/atama yöntemleri ve atayacak/onaylayacak kurul/kurum/makam netleştirilmelidir. Rektör’ün beş yıl için göreve atanması/seçilmesi ve Rektör Yardımcıları’nın görev süresi, Rektör’ün görev süresine bağlı olması ekip çalışma mantığı acısından kabul edilebilir bir yaklaşımdır. Aynı Devlet üniversitesinde iki defa rektörlük yapamaması verimlik açısından olumlu/olumsuz yanları yeniden gözden geçirilmelidir.
Yeni yasa ve vakıf üniversiteleri
Kamuoyunda, bütün olumlu/olumsuz önyargı ve tartışmalara rağmen vakıf üniversitelerinin eğitim sistemine katkısı tartışılmazdır. Vakıf üniversiteleri kar amacı gütmeyen yüksek eğitim kurumlarıdır. Yeni yasa tasarısında vakıf üniversitelerinin Bakanlar Kurulu kararı ile kurulması, kamu tüzel kişilikten, özel hukuk kişiliği statüsüne geçmeleri bazı haklardan mahrum kalabilecekleri şüphesini uyandırmaktadır. Özel üniversite’lerin açılmasının gündemde olduğu yasa tasarısı çerçevesin de, kuruluş amacı tamamen “sosyal sorumluluk” temelli olan vakıf üniversitelerinin mağdur edilmemelidirler.
Bir çok vakıf üniversitesi; kampuları, eğitim hizmetlerinin, öğrenci sosyal yaşam alanlarının çeşitliliği, sosyal sorumluluk projeleri ve çevreyle kurdukları iletişim, akademik çalışmalara verdikleri önem, öğrencilere ayni ve nakdi verdikleri burslar gibi, yaklaşımlarıyla bir çok başarılı akademisyen ve öğrenciyi yurt dışına gitmekten alıkoyarak “beyin göçü”nün engellemekte ve tersine çevrilmesine katkı sunmaktadır. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın açıkladığı “Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi’nde Sabancı, Bilkent, Özyeğin, Koç, TOBB Üniversitesi gibi ‘vakıf üniversite’lerinin ilk on’da yer alması bunu teyit etmektedir.
Bir yandan bütün desteğini ve kaynaklarını kamudan alan Devlet üniversiteleri diğer yandan kar amacı ile kurulacak olan özel üniversiteler ile rekabet açısından, vakıf üniversitelerin durumu daha titiz bir şekilde incelenmelidir. Vakıf üniversitelerinin bir diğer sorunu da boş kalan kontenjanlardır. Her yıl onlarca kontenjan boş kalmakta binlerce genç de üniversite yaşamının dışında kalmaktadır. Devlet burada hizmet alımı yaparak Vakıf üniversitelerin boş kalan kontenjanlarının doldurulmasına katkı sunarak daha çok gencin eğitim almasına sağlamalıdır.
Yeni yasa ve idari çalışanlar
Üniversitelerin, akademik personel üzerinden yapılandırılması, idari personelin dışlanmasına neden olacaktır. Böyle bir yapılanmanın çalışma barışı ve verimlilik, şeffaflık ve adalet konusunda soru işaretlerini de beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Üniversiteler; akademisyenler/öğrenciler/idar i çalışanları ile bir bütündür. Yasa çalışmasında idari personelin görev tanımı, sorumluluk alanları ve yetkileri netleştirilmelidir.
Üniversite idari teşkilat şemasında Rektör’den sonra gelen, Üniversite Genel Sekreteri’nin görev ve sorumluluk alanı yeniden yapılarak, Senato ve Üniversite Yönetim Kurulu toplantılarına katılıp sadece not tutan pozisyonundan çıkarılmalıdır. Genel Sekreter’in koordine ettiği; strateji geliştirme, kalite ve akreditasyon, araştırma ve geliştirme, insan kaynakları, gayrimenkul yönetimi ve geliştirme, destek hizmetleri, bilgi yönetimi gibi, birimlerin yaptığı çalışmaları ile Üniversite yönetim kurulunun alanları örtüşmektedir. Genel Sekreterin, üniversitenin idari konularda en üst karar organı olan ‘Üniversite yönetim kurulu’ toplantılarına, söz ve oy hakkı olarak katılması gerekmektedir. Genel Sekreterlik makamının idari süreç içerisinde etkin hale getirilmesi, aynı zamanda Rektör’ün akademik çalışmalara daha fazla zaman ayırması bakımından da katkı sunacaktır.
Yeni yasa çalışmaları sonucunda ortaya çıkacak Yükseköğretim kurumlarının yeni yapısının; devlet’i önceleyen, merkezi/bürokratik bir yapımı yoksa bireyi önceleyen, hak ve özgürlüklere saygılı, ademi merkeziyetçi liberal’mi olacağıdır.
Taraf, 07.01.2013