Yasak aşklar ve RTÜK

Eğer dünyadaki yasak aşkları görünmez, bilinmez, duyulmaz kılmak için sıkı bir sansürleme işine girişilseydi, dünya edebiyatının, sinema filmlerinin, şarkıların, şiirlerin kim bilir ne kadar büyük bir bölümünü yakıp yok etmek gerekirdi.

Ve kim bilir ne kadar çoraklaşırdı sanat…

Kadın ve erkek var olduklarından beri var oldu yasak aşklar da. Neyin yasak, neyin serbest olduğu değişse de, yasak hep vardı ve hep gizli bir çekim oluşturdu kadınla erkek arasında. Yasaları, kuralları, gelenek ve görenekleri yıkıp geçen, karşı konulmaz bir gizli çekim… Ayıplamanın da, şiddetle cezalandırmanın da, gizleme saklama çabalarının da sökmediği büyük bir meydan okuma, bir başkaldırı eylemi olarak hep yaşandı ve bundan sonra da yaşanacak. Tasvip etmesek de, uzak tutmaya çalışsak da, korksak da, üstüne yürüyüp ezmeye çalışsak da yok edemeyeceğimiz bir gerçeklik olarak var olacak.

Hal böyleyken, kendine halkın namusunu korumak gibi bir görev biçen bir kurulun kalkıp da televizyon ekranlarını yasak aşk hikâyelerinden “arındırma” işine soyunması ne kadar da komik kaçıyor.

Muhafazakar seyirciler ve onların nabzına göre şerbet vermeyi görev bilen RTÜK, Aşk-ı Memnu’ya cezalar yağdırarak gençlerimizi Bihter’le Behlül’ün içine yuvarlandıkları zehirli duygulardan sözümona korumak istiyor.

Sanki o gençler saatler boyu chat odalarında başka şey konuşuyor; sanki cep telefonlarıyla gün boyu birbirlerine çektikleri mesajlarda kimin kime “yazdığı”ndan, kimin kimi kiminle boynuzladığına dair dedikodulardan başka bir şey var. Onlar ihaneti Halid Ziya’nın romanıyla mı tanıdılar sanıyorsunuz?

Hadi diyelim ki, bu tür yasak ilişkilerin varlığından bile haberdar olmayacak kadar dünyadan bihaber gençlerimiz var ve onların “zehirlenmesini” istemiyoruz…

Yasak aşkı, ihaneti yok saymak, yani insan tabiatının bir tarafını kesip atmak, bir tarafı yokmuş gibi yapmak mıdır çocuklarımıza karşı alacağımız doğru tavır? Onları şiddetin yok olduğu bir dünyada yaşadıklarına inandırabilir miyiz?

Onları haksızlığın, adaletsizliğin, yalanın dolanın, kalleşliğin olmadığı bir dünyada yaşadıklarına inandırabilir miyiz? İçinde yaşadıkları dünyanın ne menem bir yer olduğunu gözlerini açıp etraflarına bakmaya başladıklarından beri görüyorlarsa, bir de ihaneti görseler ne olmuş?

Aslında RTÜK’ün bu tutumu devletin tutumuyla tam bir uyum halinde. Devletin gençlere sansürlenmiş bir dünya sunmaya çalışması yadırgatıcı değil. Çünkü devlet biz büyüklere de kendisiyle ilgili sansürlenmiş bir dünya sunmaya çalışır. Devlet en başta kendi “özel hayatını” bizden saklar. Bize iyi yüzünü; şefkatli, adaletli yüzünü gösterirken şiddet ve kötülük dolu kirli yüzünü saklamaya çalışır. Karanlıkta bıraktığı bu “özel hayata” da devlet sırrı der.

Ama biz bunu yapmamalıyız. Biz gençlere asla sansürlenmiş bir dünya sunmamalıyız.

Dürüstlük, iyilik, merhamet ne kadar bizimse; kıskançlık, haset, korkaklık, iki yüzlülük de o kadar bizimdir. Sadakat ne kadar bizim içimizdeyse ihanet de o kadar içimizde… Ve bizler, sadakati de ihaneti de bilen; sevgiyi de nefreti de tatmış, kıskançlıkla kavrulmuş ve güvenle huzur bulmuş erişkinler olarak yaşadıklarımızdan anlayabildiklerimizi yaşamın acemisi olanlara ne kadar iyi aktarabilirsek; ne kadar açık yüreklilikle paylaşabilir ve bu deneyim üzerinde ne kadar çok birlikte kafa yorabilirsek onlara hayatı o kadar iyi anlatmış oluruz.

Yasak aşkları sansürlemek isteyenler biz büyüklerin çocuklarımızdan saklayacağımız gizli bir “özel hayatımız”ın olmasını istiyor. Onlarla yalana dayanan bir ilişki sürdürmemizi savunuyor.

Bu onları aldatmaktır. Onlarla riyakâr bir ilişki kurmaktır. Onların ihtiyacı, biz büyüklerle ilgili sansürlenmiş bilgi değil, tam tersine bütün boyutlarıyla ve bütün derinliğiyle gerçeğin ta kendisidir. Onlar ancak, bizim yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı, gurur duyduklarımızı ve utanç duyduklarımızı bilerek, öğrenerek büyürlerse olgunlaşabilir ve erişkin birer insan olabilirler.

Bana kalırsa sorumuz, erişkinler dünyasının gizli sırlarını ve günahlarını genç kuşaklardan saklayamamak değil, doğru dürüst ve yeteri derinlikte anlatamamaktır. Bu işe soyunanların kendi kavrayışsızlıklarını, kendi sığlıklarını ve çoğu kez de kendi müptezelliklerini yarattıkları ürünlere yansıtmalarıdır.

Bir şeyleri düzeltmeye çalışacaksak, bunun için çalışalım.

Bugün, 12.02.2010

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et