‘Yarı milliyetçi-yarı dindar Türkler’, içinde bulundukları çelişkiler yumağının farkına vardıkları takdirde Türkiye’nin demokratikleşmesinin en önemli lokomotifi olacaklardır.
Ergenekon Davası vb. davalar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türkiye’nin dünkü Türkiye olmayacağı açık. Davalar siyasi bir havaya sokularak saptırılmaya çalışılsa da önümüzdeki süreçte ‘derin’ devletçe kurulan yozlaşmış siyaset ve siyaset dışı yapıların tasfiyesinin önü açılıyor. 12 Eylül referandumu yaşanan değişim sürecinin önemli bir aşaması olacak. Siyasi parti ve STK’ların asıl alanlarına kayması tam demokratik ve insan haklarına saygılı bir hukuk devletinin kurulmasını kolaylaştıracak ancak bu sürecin öncülüğünü kimlerin üstleneceği çok önemli.
CHP’nin, geçmiş sicili ve büyük ümitlerle gelen yeni liderinin performansı ile demokratikleşme sürecine olumlu bir katkı yapacağı şüpheli. Referandum sürecinde yaşanan 35. madde tartışmalarında ortaya konulan teklifin eskiye rahmet okutacak cinsten olması çok çarpıcı. Merdiven altında çalışan başörtülü kızlara sahip çıkılırken, aynı kızların üniversitelerde görülmek istenmemesi; AK Parti’nin vatandaşı yakacak, yiyecek yardımı ile kandırdığı iddia edilirken, düzenli geliri olmayan her eve maaş vaadinde bulunulması; Kılıçdaroğlu CHP’sinin Demirelvari popülist söylemleri çağdaş sosyal demokrat değerlere sahip çıkacağı beklentisini giderek boşa çıkarıyor.
CHP’nin bu söylemi kemikleşmiş tabanını memnun etse bile geniş halk kesimlerinde karşılık bulması şüpheli görünüyor. Türkiye siyasetinin Avrupa’daki benzerleri gibi sosyal demokrat fikirleri samimiyetle savunacak bir odağa ihtiyacı var. CHP’nin bu hali ile varlığı gerçek manada sol ve sosyal demokrat söylemin gelişmesine engel olmakta ve makul sol’un önünü tıkamaktadır. Bu durum sadece CHP için değil ülkemiz için de kayıptır. Ve daha da önemlisi CHP’nin derin devlet ile mücadelede bir taraf gibi davranması kendi tabanının bilincini bulandırmaktadır. Bu bilinç bulanıklığının en ilginç yansıması CHP tabanının Ergenekon sürecinde gözaltına alınan herkesi solcu sanmasıdır. Bu vb. yanılsamalar tabanın sürekli bir korku simülasyonu içinde yaşamasına ve sağlıklı düşünmesine engel olmaktadır.
MHP birleştirmiyor, ayrıştırıyor
Ortanın en sağında yer alan MHP’de durum çok farklı değil. Tamamen hamasi söylemlerle tabanının bilinci köreltilerek ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk nasyonal sosyalist bir çizgi izleniyor. Ülkenin önemli meselelerinde kullanılan ‘birleştirici’ dilin aslında ayrıştırıcı ve toplumdaki nefreti körüklediği fark edilmiyor. Bir zamanlar Bulgaristan’daki, bugün Batı Trakya ve Uygur Sincan Bölgesindeki Türkler için istenen ve mutlak korunması gereken doğal insani hakların benzerlerinin bu ülkede yaşayan insanlar için istenmesi bölücülük olarak görülüyor. Kardeşlik edebiyatı içinde sorunların üstü örtülmeye çalışılıyor. Ayrılıkçı odakların -sanki tamamen yok edilebilecekmiş gibi- varlığı bahane edilerek Dış Türklere karşı duyulan hassasiyetin yüzde biri bile bu ülke insanlarından esirgeniyor. Demokratik açılım sürecinde Bahçeli ve MHP’nin kullandığı dil tabanının eski alışkanlıklarına yol vermektedir. Hâlbuki Bahçeli’nin en çok takdir edilen noktası şiddete meyilli tabanını sokaktan uzak tutması idi.
Bugün merkez siyaseti ironik bir şekilde Menderes-Özal çizgisinden değil Milli Görüş-Refah çizgisinden dönüşerek gelen AK Parti temsil etmektedir. AK Parti, Özal ANAP’ı gibi geniş bir koalisyon görünümünde. Nitekim zaman zaman parti yetkililerinin birbirini tutmayan açıklamalar yapmaları bu durumun kanıtıdır. Tayyip Erdoğan’ın kişisel karizması parti içerisinde farklı seslerin kuvvetli çıkmasını engelliyor. Partinin demokratlığı veya anti-demokratlığı adeta Başbakan’ın sırtına yüklenmiş durumda. Bu nedenle zaman zaman Sayın Başbakan’ın konuşmalarına sinen anti demokratik sözler pek de şaşırtıcı gelmiyor. Yurt dışında çok daha rahat ve liberal demokrat bir çizgi takip eden Başbakan maalesef ülkemizin kendine has ‘özel şartları’ sebebiyle aynı demokrat çizgiyi ülke içinde sergileyememekte. Almanya Başbakanı Merkel karşısında ana dilde eğitim hakkının kutsal olduğu yönünde demokrasi ve insan hakları dersi veren de Başbakan ile kadınlarla demokratik açılım toplantısında klasik devlet söylemine teslim olan da Başbakanın.
Siyasette seviye sorunu
Peki, Türkiye’nin en önemli siyasi odakları kendi içlerinde birçok defoya sahipken demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devletinin yaratılmasında siyasi partileri kim zorlayabilir? Bu sorunun cevabı çoğu zaman makul çoğunluk olarak nitelenen yerdedir. Benim tanımlamam ile yarı milliyetçi-yarı dindar Türklerdedir. Türk kelimesini özellikle vurguluyorum çünkü bu tanımlama Türkiye’nin en temel figürlerinden birisidir. Barışın, kardeşliğin ve güçlü bir Türkiye’nin inşasında herkesten çok inisiyatif alması gereken sosyal grup bu gruptur. Tabii ki çoğunluğun kendisini Müslüman olarak tanımladığı bir ülkede aynı şekilde yarı milliyetçi-yarı dindar Kürt’ün ya da Alevinin varlığını yok saymıyorum ancak bunların etkinlik sahası birincisi kadar değildir.
Peki, kimdir bu yarı milliyetçi-yarı dindar Türkler. Siyasi yelpazede sağdan sola kadar geniş bir yelpazeye dağılan bu tip, ülke meselelerine karşı tavrını daha çok tepkisel olarak ortaya koyan kendi içindeki zıtlıkları önemsemeyen-fark etmeyen bir tiptir. Örneğin yıl boyu herhangi bir laikten farklı yaşamazken Ramazan ayında dindarlaşan, konu başörtüsü olduğunda celallenen, Kürtlük veya Alevilik söz konusu olduğunda devlet söylemine kayan, hamasi söylemlere kapılan ve her türlü istismara açık bir tiptir. Nitekim bu tiplerin tahrik edildikleri takdirde ne kadar tehlikeli olabileceğini bize yakın tarihteki Sivas, Çorum, Maraş vb. olaylar açıkça göstermiştir.
Bu grup bu kadar tehlikeli ise nasıl demokrasiyi geliştirebilir? Bir tezat gibi dursa da bu tahrike açık grubun demokrasi ve insan hakları değerleri ile tanıştırılmaları, Kürtlerle, Alevilerle ve diğer azınlıklar ile duygudaşlık kurabilmeleri sağlanmalıdır. Hamasi söylemlerin ayrımcılığı körüklediği, bölücü ve yıkıcı faaliyetlere zemin hazırladığı gösterilmelidir.
Eğer yarı milliyetçi-yarı dindar Türklerin içinde bulundukları çelişkiler yumağının farkına vardıkları takdirde demokratikleşmenin en önemli lokomotifi durumuna gelecekleri şüphesizdir. Çünkü bahsettiğimiz yarı milliyetçi-yarı dindar Türkler bu ülkede bir gecede iktidarları değiştirebilecek çoğunluğa sahip yegâne güçtür.
Peygamberin veda hutbesi
Peygamberimizin veda hutbesindeki meşhur “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.” hitabının derin manasının içselleştirilmesi gerekir.
İnsanın inancından ötürü başını örtmesi, ibadetini serbestçe yapabilmesi, kendi anadilini konuşma ve yaşatma vb. isteklerin özde aynı derecede haklı ve insani istekler olduğunun kavranması gerekiyor. Çin’deki, Yunanistan’daki ve Dünyanın başka yerlerindeki soydaşlarımız ve dindaşlarımız için istediğimiz hakların benzerlerinin ülkemiz içinde söz konusu olabileceğini bilmemiz gerekiyor. Benzeri istekleri bölücülük olarak görmek yerine kaynaşma ve birlikte yaşama isteği için kullanmamız gerekmektedir. Bu noktaya gelindiği takdirde bu grup gerek Kürtler, gerek Aleviler ve gerekse farklı azınlıklar içinde kendisine bulacağı müttefikler ile daha güzel bir Türkiye’nin temellerinin atılması için siyasi partileri sorumluluk almaya zorlayacağından hiçbir kuşku yoktur. Böyle bir iradenin ortaya çıkması halinde hiçbir gücün demokratikleşmenin karşında duramayacağı açıktır.
Son olarak şunun altını çizmek gerekiyor tam demokratik ve insan haklarına saygılı bir hukuk devleti hedefine ulaşsak bile ne aşırı dinciler, ne bölücü Kürtler, ne aşırı Aleviciler ne de benzerleri ortadan kalkacaktır. Aşırı uçların varlığı bizleri yıldırmamalı, onları marjinalize etmek ve etkinliklerini azaltmak için ortak bir mücadele alanı yaratılmalıdır. Aşırı uçlara değil makul çoğunluklara bakarak umut sahibi olmak gerekir.
Star – Açık Görüş, 16.08.2010