Vize diplomasisi güvenlik zafiyeti mi getirdi?

Kimin içeri girebileceğine, kimin dışarıda kalması gerektiğine karar veren vize, pek çok ülke için, devlet egemenliğinin sınandığı bir hamaset kutusuna hapsedilmiştir ve tıpkı göç yasaları gibi ulus-devlet sınırlarını korumanın hukuksal silahlarına dönüşmüştür.
 

Ancak içinde bulunduğumuz çağda sınırları mühürlemenin imkânsızlığı ve malların, hizmetlerin, sermayenin ve bilginin ulusal sınırların ötesinde serbest dolaşımının önemi ve kaçınılmazlığı sürekli teyit edilmekte, daha da öte, her ölçekteki coğrafi yerin anlamı sorgulanmaktadır. Bugün vizeye bir set ve insan hareketliliği karşısında bir yay etkisi sağlaması misyonu yüklense de küreselleşme sürecinin getirdiği ‘karmaşık karşılıklı bağımlılıklar’ karşısında direnmekte zorlanılmaktadır.

Bulunduğu coğrafya nedeniyle insan hareketliliğinden her çağda nasibini fazlasıyla alan Türkiye, son dönemde dış politikasında serbest dolaşıma giderek daha fazla ağırlık vermeye başlarken bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirme politikası çerçevesinde birçok ülke ile vizeleri kaldırma kararları aldı. Vize diplomasisi olarak anılan bu uygulamalar çerçevesinde Ürdün, Libya, Lübnan, Katar, Pakistan, Kamerun, Suriye, Sırbistan, Arnavutluk ve Asya’daki Türk ülkeleri ile vize uygulamaları karşılıklı olarak kaldırılırken önümüzdeki aylarda da Rusya ve Ukrayna ile de vizelerin kaldırılması konusundaki görüşmelerin neticelenmesi bekleniyor. Vize muafiyetlerine paralel olarak bu ülkelerle pek çok alanda işbirlikleri de ivme kazandı.

Ancak bu vize diplomasisi, Avrupa’daki bazı çevrelerden, bazı güvenlik zafiyetlerine sebep olduğu yönünde eleştiriler almaktadır. Buna göre AB’nin kara listesinde yer alan bazı ülkelere Türkiye’nin vize serbestîsi uygulamasının, Türkiye üzerinden gerçekleşecek insan hareketliliğinin teröristler ve kaçak göçmenler için bir fırsata karşılık geldiği, hatta Türkiye’nin vize diplomasisinin insan kaçakçılarına bir armağan olduğu iddia edilmektedir. Söz gelimi, Suriye, Libya, Pakistan gibi AB’nin kara listesinde yer alan ülke vatandaşlarının önce vizesiz olarak Türkiye’ye gelmesi, ardından da illegal yollarla AB’ye girmeleri kolaylaşmış, bu da güvenlik zafiyeti getirmiştir.

Türkiye’nin vizeleri kaldırdığı Pakistan ve özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden İstanbul’a gerçekleşen ucuz uçuşların ‘göçmen ekspres’ uçuşlarına dönüştüğü, bu yolla gelenlerin de yasadışı yolları kullanarak Avrupa ülkelerine geçmelerinin kolaylaştığı, bunun da ciddi bir güvenlik endişesi olduğu dillendirilmektedir. Bu güvenlik endişesi, AB’nin Türkiye’ye vizeyi kaldırması müzakereleri ekseninde de düşünülmekte, Türkiye’nin AB’nin “kara listesi”nde bulunan Ortadoğu ülkelerinin birçoğu ile vizeleri kaldırma girişiminin Türkiye’nin AB’den de talep ettiği vize serbestîsi ile çelişkili bir durum yarattığı hatta AB’den talep edilen vize serbestîsi için bir engel olabileceği ifade edilmektedir.

Türkiye’nin vize kaldırdığı ülkelerle arasındaki insan hareketliliği artmıştır, ancak Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçen göçmen sayısında eleştirilerin aksine azalmalar olmuştur. Örneğin, 2010 yılının ilk 9 ayında, göçmen kaçakçılığı ile insan ticaretinde geçen yıla oranla yüzde 70 azalma sağlandı. Aynı şekilde Türkiye üzerinden Yunanistan’a ve Bulgaristan’a yasadışı göçmen geçişlerinde de 2010 yılında % 20 ile % 40 arasında azalma görüldü. Buna paralel, Avrupa’ya geçmeye çalışanlara ve göçmen kaçakçılığı yapanlara yönelik ciddi adımlar atılmakta ve sınır güvenliklerinin sağlanması yönünde ciddi gelişmeler görülmektedir.

Esasında eleştirilerin nedeni, Türkiye’yi, Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamaya zorlamak. Gittikçe duvarlarını yükselten bir kale görünümüne bürünen Avrupa Birliği, kendisine bir nevi kapı bekçileri bularak göçmenler ve mülteciler konusunda yükümlülüklerini üzerinden atmak niyetinde. Kısacası, Türkiye’nin yaptığı, suni sınırları kaldırmaktır ve şu açık ki; eleştirilere uğrayan Türkiye’nin bu vize diplomasisi insan kaçakçılarına değil, bölgesel entegrasyon ve insan hareketliliğinin verimli şekilde kullanılabilmesine armağandır. Hatta vize diplomasisi, Avrupa ülkeleri için güvenlik zafiyeti değil, aksine bu meselede daha iyi işbirliği sağlayacak bir temel getirdi. Çünkü Jürgen Habermas’ın tabiriyle ‘dünya iç politikasının’ temel meselelerinden birisi olan göç meselesiyle ancak bölgesel ittifaklarla mücadele edilebilir.

Bitirirken şunu ifade etmek gerekir ki; bugünlerde göç bilmecesinin odağındaki Avrupa kıtasında göçmen ve mülteciler konusunda tam anlamıyla taşeron ülke bulma telaşı var. Avrupa Birliği, kısa vadede bazı ülkelere belli bedeller ödeyerek o ülkenin bir nevi kapı bekçisi olmasına çabalıyor. Bu ülke dün Ukrayna ve Libya’ydı, bugün ise Türkiye.

Zaman, 20.12.2010

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et