Türkiye, özgür ve demokratik bir ülke olma yolundaki gayretlerini büyük bir kararlılıkla devam ettirmektedir. İnsanın insan olmasından ötürü getirdiği tüm haklarını şu azıcık ömründe kullanabilmesinin önündeki engellerin bir bir ortadan kaldırılmaya çalışıldığı önemli bir sürece girmiş bulunmaktayız. Şüphesiz bu demokratikleşme sürecinden korku ve endişeye kapılan kesimler olacaktır. Ancak -referandum sonuçlarından sonra öyle görülüyor ki- bu kesimler bundan böyle Türkiye özgürleştikçe marjinalleşecektir. Kuşkusuz her zaman olduğu gibi yersiz korkularını, endişelerini, özgürlük karşıtı söylemlerini hatta tehditlerini dillendirmeye devam edeceklerdir. Çünkü Renan’ında ifade ettiği gibi “fanatikler ölümden daha çok özgürlükten korkarlar”. Ne var ki bu eskiden olduğu gibi kabul görmeyecek ve büyük ihtimalle de artık insanlar bu uç kesimlerin bu türden söz ve söylemlerine aldırış etmeyeceklerdir. Çünkü artık insanlar kendilerine hangi yönetim anlayışının değer verip vermediğini özgürleştikçe daha iyi anlıyorlar.
TEK TİP YURTTAŞ MODELİ TUTMADI
Bilindiği gibi yıllardır bu topraklarda yaşayan insanlara zoraki görüşler, inançlar ve yaşam biçimleri dayatıldı. Neredeyse üzerlerine ne giyeceklerine kadar hep başkaları karar verdi. Yaşayan her birey için bir kalıbın belirlendiği ve bu kalıba göre işlenen bireylerin piyasaya sürüldüğü birer fabrika ürünleri gibi duruyorduk. Bu seri, tek tip üretim tarzı hiç durmadı bu ülkede. Oysa farklı, renkli ve çeşitli yaşam biçimlerinin var olduğu bir ülkede tek tip yurttaş modelinin yenilenen, gelişen ve değişen dünyamızda hiçbir karşılığı yoktu. Bu kadar hızla ilerleyen ve gelişen bir dünyaya ancak özgür, kendine güvenen ve evrensel değerleri içselleştirmiş bireylerle adapte olabilirdik. Çünkü bireysel farklılıklar, farklı ideolojiler, renkler, inançlar, ırklar ve mezhepler ancak demokrasiyle ve hukukun üstün olduğu evrensel insani değerlerle bir arada çatışmadan huzur içinde yaşayabilirler ve ancak o zaman kendine güvenen, özgür ve içeride huzur bulan ekonomi ve bilim alanında yeni ve farklı projeleri olan insanlar oluşur. Maalesef böyle bir anlayışın oluşmasına hiç müsaade edilmedi bu ülkede.
Tarih insanoğlunun kırdığı zincirlerin sayısız örnekleriyle doludur. Özgürleşen, insanlığını gerçekleştiren, bu uğurda gayret eden ve yılmadan mücadele ederek engelleri aşan insanlar olmuştur. Farklılıklarla bir arada huzurlu bir şekilde nasıl yaşandığının örneklerini sunmuşlardır bizlere. En nihayetinde bu topraklarda yaşayan herkesimden insanda bugüne dek kendilerinin yaşam alanlarına müdahale eden katı, dar, baskıcı ve yasakçı bir kesime karşı çok ciddi bir mücadele örneği sergiledi. Bağımsız, özgürlükçü, sivil düşünceyi önemseyen, demokratik, insana değer veren ve en önemlisi de samimi olan sivil örgütlenmelerin bu süreçte üstlendiği vazife kayda değerdir. Keza -başta Taraf Gazetesi gibi- özgürlükçü yayın politikalarıyla darbecilerin maskesini düşüren ve bu sürece büyük katkılar sağlayan ayrıca yazılarıyla ve konuşmalarıyla ülkenin gerçek anlamda demokratikleşmesinde emeği bulunan, herkesin inancını rahatlıkla yaşayabildiği, dilini rahatlıkla konuşabildiği bir ülke talep eden tüm özgürlükçülere de bir teşekkür borçluyuz.
YENİ BİR GENÇLİK GELİYOR
Gelinen noktada artık bugün ülkesini gerçekten seven, kaliteli, bilinçli, özgürlükçü genç bir kitle de oluştu. Bu gençler Türkiye’nin AB standartlarında bir ülke olmasını, tüm özgürlüklerin güvence altına alınmasını, eğitimde, bilimde, sanatta, felsefede, teknolojide yeni fikir ve projelerin üretilmesini ve hayata geçirilmesini istiyorlar. En önemlisi de adaleti ve özgürlüğü herkes içi talep ediyorlar. Bu yüzden var güçleriyle referandum sürecine katkı sağladılar. Sonuçta darbeci kesimin başından beri beğenmediği halk kesimleri tercihini özgürlükten ve demokrasiden yana koydu. Bunun bu ülke için kuşkusuz bir anlamı var.
Referandum sürecine destek veren sivil toplum örgütleri bazı kesimlerce çok sert bir biçimde eleştirildi. Denildi ki artık sivil örgütler iktidara karşı muhalefet etme yetilerini bitirdiler. AK Parti hükümeti bu bakımdan sivil toplum örgütlerinin en temel işlevlerinden biri olan muhalefet etme hakkını gasp etti. Bu anlayış muhalefet etmenin ne anlama geldiğini daha henüz idrak edemeyen kesimler tarafından sıklıkla ifade edilmektedir. Oysa muhalefet; insanların kendi hayatlarını tercih ettiği biçimde yaşama haklarına yeterince saygı duyulmayan ortamlarda daha fazla özgürlük için ortaya konulan bir mücadele şeklidir. Yasaklarla, dayatmalarla, baskı ve işkencelerle insanların tek tipleştirilmeye çalışıldığı ve ayrıcalıklı belirli bir kesime sürekli olarak bağlı kalmalarının istendiği ceberut yönetim anlayışlarının yer ettiği ortamlarda mevcut kurulu düzeni sahip çıkma gafleti değildir.
Türkiye’de yer eden muhalefet anlayışı maalesef daha çok özgürlük ve demokrasi adına değil mevcut kurulu düzeni mümkün olduğunca muhafaza etmek ve devletin yetkilerini de alabildiğince genişletme çabaları olarak algılandı. Bunu 9 Şubat 2008’de 76 sivil toplum örgütünün Tandoğan’da laiklik kaygılarıyla hak, özgürlük ve demokratik bir talebin(başörtüsü) reddi için yaptıkları eylemde şahit olmuştuk. Bu bir muhalefetlik örneği değildi. Tersine o gün muhalefet eden AK Parti’nin kendisiydi! Bütün dünyayı tek dil, tek kültür ve tek din egemenliği altına almak yaratılışın doğasına ve düzenine aykırı bir durumdur. Muhalefet bu vahim duruma yol açanlarla alabildiğince mücadele etmektir.
Ve karşısında çok kültürlülüğü savunmaktır. Fakat Türkiye’de bazı kesimlerce çok kültürlülüğü savunmanın aynı zamanda bir bölücülük olduğu görüşü hâkim. Ve asıl muhalefetin çok kültürlü bir yaşam anlayışını yıkmaktan geçtiğine inanılıyor. Oysa böyle bir anlayış; yaratılışın doğasını kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Bu aynı zamanda insanın dünyadaki gelişmelere karşı gösterdiği kayıtsızlığın da bir göstergesidir. Türkiye’deki muhalefetin referandum sürecinde ortaya koyduğu tavır maalesef bu minvaldeydi. Oysa kimsenin bu kadar gelişen ve değişen bir dünyada evrensel insan haklarını arkasına alarak siyaset yapması ve proje üretmesi mümkün değildi.
ŞİMDİ SIRA HÜKÜMETTE
Özgür ve demokratik bir ülkenin saygın vatandaşları olarak bizler/hepimiz bundan böyle bir arada tüm farklılıklarımızla birlikte kardeşçe yaşamak adına hükümeti sıkıştırmak durumundayız. Çünkü halk olarak bizler üzerimize düşeni yaptık. Şimdi sıra hükümette… Özgürlükçü sivil toplum örgütleri olarak bundan böyle hükümetin takipçisiyiz. Türkiye’de hukukun üstünlüğünün geçerli olmasını, okullarından kaliteli bireylerin yetişmesini, düşünce ve inanç özgürlüğünün olmasını, adaletin ve özgürlüğün herkes için tesis edilmesini bizlere söz veren hükümet yetkilerinin peşini bırakmayacağız. Kısacası sivil ve özgürlükçü bir anayasamız olana kadar ne gerekiyorsa yapmaktan geri durmayacağız.
Yenişafak-Yorum, 18.10.2010