Ülkemiz, her gün ağır sancılar çekerek kendini değiştirmeye çalışmaktadır. Geçen hafta Erzincan-Erzurum-HSYK üçgeninde yaşananlar bir dönüm noktasıydı. Ergenekon’la ilişkili olduğu gerekçesiyle Erzincan Başsavcısı Cihaner tutuklandı. Bu tutuklamaya karşılık HSYK, Cihaner’in yürüttüğü soruşturmaya bakan özel yetkili Erzurum savcılarının yetkilerini kaldırdı. Özel Savcı Şanal’ın,Cihaner’in dosyasını Ergenekon dava dosyasına konulmak üzere İstanbul’a gönderdiği ortaya çıktı. Bu gelişmeler üzerine Yargıtay ve Danıştay, blok halinde HSYK’nın özel yetkili savcıların yetkilerini kaldıran kararını destekleyen açıklamalarda bulundular ve HSYK’ya destek ziyaretlerinde bulundular.Bu arada Yargıtay Başsavcısı, Ak Parti’ye yeni bir kapatma davası açmanın işaretlerini verdi.
Geçen hafta bu önemli olayları yaşayan Türkiye, bu haftaya da tarihi gelişmelerle girdi. Taraf gazetesi, daha önce Balyoz planına ait belgeleri yayınlamıştı. Adli makamlar, Taraf’a gelen bir bavul belgenin gerçek olduğuna karar verdiler ve bu belgelerden yola çıkarak hukuk dışı bir işlem yapıldığı kanaatine vardılar. Adli makamların emriyle pazartesi günü iki eski kuvvet komutanı, iki eski ordu komutanı ve kırkın üzerinde emekli ya da muvazzaf asker gözaltına aldı.Bu gözaltılardan sonra artık Taraf’ın yayınladığı Balyoz darbe planına ait belgelerin uydurma olduğu şeklindeki propagandayı kasıtlı bir şekilde tekrar eden çevreler, artık ne söyleyeceklerini bilemeyecek hale düşmüşlerdir.Adli makamların bazı şahısların suç işleyebileceğine dair emareleri bu belgelerde görmüş olması burada esas önemli olandır.
İki hafta üst üste yaşanan bu baş döndürücü gelişmeler karşısında toplumun büyük bir şaşkınlık geçirdiği görülmektedir. Çünkü geçtiğimiz iki haftada da Türkiye ilklere şahit oluyordu. İlk defa bir savcının makam odası aranıyor ve savcı tutuklanıyordu. Gene ilk defa bu kadar çok sayıda üst düzey askeri bürokrat gözaltına anlıyordu. Birçok kimse, koskoca paşaya dokunulur mu, koskoca savcı tutuklanır mı diyerek bir anlamda toplumu bu tutuklamaların haksız olduğuna ikna etmek istiyordu.
Bu ülkede, özellikle darbe dönemlerinde birçok insan gözaltına alınmış, işkenceden geçirilmiş ve hayatının önemli bölümünü hapislerde geçirmiştir. Bu ülkenin insan sermayesini oluşturan yazarların, akademisyenlerin, gazetecilerin, aydınların, şairlerin başına nelerin geldiğinin örneklerine yakın tarihimiz şahittir. Toplumda herkesin başına gelebilecek her türlü hukuksuzluğu kanıksayan, ancak asker ve savcılar hakkında mahkeme kararıyla yapılan işlemler karşısında şaşıran bir tutum ve tavır, sağlıksız ve çarpık bir algılama dünyasına alıştırıldığımızı ortaya koymaktadır.
Aslında ortada şaşılacak bir şey yoktur. Normal olanı anormal görmeye kasıtlı ve bilinçli bir şekilde alıştırıldığımız için yaşananlar bize çok şaşırtıcı gelmektedir. Asıl şaşırılması gereken bir yazar, şair, gazeteci ya da aydının sırf düşüncesinden dolayı hapse atılması, hakkında soruşturma açılması ve cezalandırılmasıdır. Toplum adına gücü elinde bulunduranların kendilerine verilen yetki ve görevleri her an kötüye kullanmaları mümkündür, çünkü güç yozlaştırmaktadır. İki haftadır yaşadığımız gücün yozlaştırıcılığından başka bir şey değildir. Balyoz darbe planı, kendilerine güç verilen kişilerin, ellerindeki yetkiyi ve görevi nasıl yozlaştırdıklarının ve kendilerini kudretlü olarak gördüklerinin dokümanıdır. Doğal olan sorgulan iktidar sahiplerini sorgulamaktır ve onlardan şüphelenmektir. Silah ve yetkiye sahip olanlardan şüphelenmek ne kadar doğalsa kalem ve düşünce sahiplerinden kuşku duymak da o kadar anormaldir.
Yüz yıldır Türkiye normal olmayan bir durumu yaşamaktadır. Yirminci yüzyılda Türkiye, bu coğrafyada sivil, liberal, demokratik bir hukuk devleti kurmakta başarısız oldu. Liberal demokrasinin yerine vesayet modeli dediğimiz demokrasi görünümlü oligarşik bir idare devlete hakim oldu. Askeri-bürokratik vesayet rejimi, sadece devleti kendisine bağımlı kılmakla yetinmedi, aynı zamanda bütün toplumu da kendisine bağımlı kılmak için her yolu denedi. Vesayet modeli yüzünden Türkiye, yirminci yüzyılı kaçırdı. Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılını geride bıraktığımız bugünlerde toplum, artık askere ve bürokrasiye bağımlı olmak istememektedir.Toplum, asker ve bürokrasiyi de kendisine bağlayarak bu ülkede hukuk, özgürlük ve çoğulculuk temelli gerçek bir demokrasi inşa etmek istiyor. Vesayet rejimini tasfiye etmediği takdirde yirminci yüzyıl gibi yirmi birinci yüzyılı da boşa geçeceğinin farkına toplum varmış durumdadır.
Vesayet modelinin neden olduğu iktidar yozlaşmışlığı ve devlet iktidarındaki çürümeden bir an önce kurtulmak lazımdır. Vesayet modeli, devleti ve iktidarı yozlaştırmakta ve çürümektedir. Vesayet modeli yürürlükte olduğu sürece, darbe planları hep yapılacak ve güç birilerinin elinde yoz bir araca dönüşmeye devam edecektir. Yirmi birinci yüzyılda içinde bulunulan iktidar yozlaşmışlığından ve çürümeden kurtulmak için tek yol vesayet modelinin köklü bir şekilde tasfiye edilmesidir. Bu coğrafya da daha özgür, daha müreffeh ve daha dünyalı insanlar olarak yaşamamız için yirmi birinci yüzyılın demokrasiyi inşa ve derinleştirme yüzyılı olması gerekmektedir. Son iki haftadır yaşananlar da şaşırtıcı bir şey yoktur. Yaşananları sadece bu yüzyıla özgürlük, hukuk ve demokrasiyle devam etmek isteyen bir toplumun değişim arzusunun önemli tezahürleri olarak değerlendirebiliriz.
24.02.2010