Bugün şunu düşündüm: Acaba, ilköğretimden beden eğitimi dersini kaldırsak öğrenciler ne kaybederler? Hiçbir şey. Aynı soruyu İngilizce dersi için de sordum; Bu soruya da aynı cevabı verdim: Hiçbir şey.
***
Malum. Artık çocuklarımız devletin şefkatli kollarında daha uzun süre kalacak.
Benim anlayamadığım şu: Tevhidi Tedrisat Kanunundan ve bugünkü haliyle bütünüyle ideolojik yüklemeye dayalı millî eğitimden en çok şikâyet etmesi gereken bir kadro, eğitim sisteminin içeriğiyle oynamadan zorunlu eğitimi dört yıl daha uzatıyor. Tamam; bugünkü iktidar, çocuklarımızın daha çok eğitim almasını istiyor. Ama bizim eğitim sistemimizin çok ciddi sorunlarla malul olduğu bilinmiyor mu? Biliniyor. Bunlarla beraber eğitimin süresini uzatmak, ebeveynlerin çocukları üzerindeki yetkilerini biraz daha uzun süreliğine devlete devretmekten başka ne işe yarayacak?
***
Yazının başına dönelim. Bildiğim kadarıyla çocuklarımıza birinci sınıftan sekizinci sınıfa kadar ikişer saat beden eğitimi dersi veriliyor. Lütfen birisi çıksın, bu derslerde “Rahat! Hazır ol! Sağa dön! Sola dön! Tek kol arayla hizaya gir!” tarzındaki militarist zihniyeti yansıtan komutlardan başka ne duyduğumuzu söylesin. Evet, hakkını yemeyelim. Bazı öğrenciler, takla atmasını da öğreniyor, futbol sahasının ölçülerini de. Ama o kadar. Bu mudur beden eğitimi?
Ya İngilizce dersleri? Öğrencilerimizin kaçta kaçı, ilköğretim ve buna ilaveten lise döneminde aldıkları derslerde İngilizceyi öğrenebiliyor da, meselâ ODTÜ’nün hazırlığını doğrudan geçebiliyor? Bu dil öğretim sistemimizde bir yanlışlık yok mu sizce?
Ortada da bir dil sorunu var, bunu hepimiz görüyoruz. İngilizce öğretmenlerini tenzih ederim, onlar, kendilerine verilen eğitim çerçevesinde bir çaba içindeler. Tamam. Ama gördüğünüz gibi iyi gitmeyen bir tarafı var bu dil öğretiminin. Bir yerlerde yanlışlık yapıyoruz. Yıllarımız boşa gidiyor.
İsterseniz basit bir hesap yapalım: İlköğretimde, dördüncü sınıfta 3, beşinci sınıfta 3, altıncı sınıf ile sekizinci sınıf arasında da 4 saat İngilizce dersi var her hafta. Bahar yarıyılına baktım, 18 haftalık eğitim süresi öngörülmüş. Buna göre bir hesap yapılırsa, bir ilköğretim öğrencisi 2 [2 (18X3) + 3 (18X4)] = 648 saat İngilizce dersi almaktadır.
Bir karşılaştırma yapmak için şu bilgiyi vereyim: Üniversite ikinci sınıfta “What is this? This is a pencil” düzeyinde aldığımız İngilizce dersinden kaldım. Bunun üzerine iki sene İngilizce kursuna gittim. Burada aldığım 288 saat İngilizce kursu ile ODTÜ’de doğrudan yüksek lisansa başladım, hazırlık okumadım. (Haklı olarak, “Ama herkes sizin gibi olamaz!” tarzında bir savunma yapılabilir. Ama ilköğretimi okuyan aynı öğrencinin bir de dört yıl lisede İngilizce dersi aldığını hatırlatmak isterim. Bu kadar sürede yine de bir öğrenci –benim durumumda olduğu gibi- üniversite yıllarında giriş düzeyindeki İngilizce dersinde bile başarılı olamıyorsa, ortada bir sorun yok mu?)
Bu açıdan tek sorunlu dersler, beden eğitimi ve İngilizce değil, hiç kuşkusuz. Bir öğrencinin paralel bir eğitim kurumuna dönüşen dershaneler olmadan Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, Coğrafya, Tarih gibi derslerden de soru çözemez hale gelmesi, biraz tuhaf değil mi? Madem, çocuklarımız ancak dershaneler sayesinde üniversitelere gidebiliyor? O zaman niçin bu dershaneler devletin eğitim kurumlarıyla rekabet içinde eğitim veren kurumlar haline getirilmiyor?
Her şeyden önemlisi, bir çocuk, çocukluğunu kaç kez yaşayabiliyor? Okul-dershane-ev arasındaki üçgen arasında biten çocukluk dönemine kim, ne zaman son verecek?
***
İlköğretimde ebeveynlerin müfredata hiç müdahale edemediği bir eğitim sisteminin bırakın on iki sene olmasını, sekiz sene olmasını bile fazla buluyorum. İki çocuğunu bu eğitim sistemine “kurban” veren bir baba olarak, üçüncü çocuğumun daha fazla acı çekerek çocukluk yıllarını geçirmesini istemiyorum.
Buna, haklı olarak, eğitime karşı olduğum gibi anlamsız bir gerekçeyle itiraz edenler olacaktır. Sorun, eğitimin olması veya eğitimin süresi değil. Sorun, eğitimin devletin sıkı denetim ve gözetimi altında olması ve biz ebeveynlerin bu sürece hiçbir şekilde müdahale edemememiz.
“Tedrisatı tefrik etsek de mi sunsak, tevhid etsek de mi sunsak?” sorusuna, “tefrik etsek de sunsak” diyorum. Varlığını Türk varlığına armağan eden değil de “varlığı üzerinde düşünen bireylerin yetiştiği eğitim kurumlarının oluşmasına imkân sağlansın” istiyorum. Çok mu şey istiyorum?
Rota Haber, 03.03.2012