Tevhid-i Tedrisat’tan bu yana…

 

Bu hafta Eğitim Haftası gibi oldu. Kademeli eğitim, evde eğitim, karma eğitim derken beş yazı yazmışım.

Konuyu kapatırken bir toparlama yapacak olursak, bu tartışmada ortaya çıkan ve hepsi birbirine bağlı olan bütün uzlaşmazlık noktalarının özünde birkaç temel hatanın yattığını söylemek gerekir. 

Bunlardan biri Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun gerekçesinde ifadesini bulan “tek tip eğitim” anlayışıdır. Diğeri ise Fransız İhtilali’nin temel düsturlarından biri olup, Sosyalist Blok’ta çok daha katı bir biçimde uygulanan, bizde de Kemalist iktidar tarafından aynen benimsenen “çocuk devletindir” anlayışı… 

Kademeli Eğitim Tasarısı hakkında zehir zemberek bir bildiri yayınlayan Eğitim İş Sendikası İstanbul Şubesi’ne işimi kolaylaştırdığı için teşekkür etmeliyim; çünkü yazdıkları bildiride bu iki noktayı da güzelce özetlemişler: 

“Bu yasal düzenlemeyle bir devrim yasası olan Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası ortadan kaldırılmaktadır. Mektep-medrese ikilemi yeniden yaratılmaktadır. Hâlbuki Cumhuriyet devriminin en önemli yasalarından biri olan Öğretim Birliği Yasası’nın gerekçesinde: “Bir milletin bireyleri ancak bir eğitim görebilir. Bir ülkede iki türlü eğitim iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu ve düşün birliğini ve dayanışma amaçlarını bütünüyle yok eder” denilmektedir. 

Fransız devrimci Danton: “Çocuklar, ana-babalarından önce cumhuriyetin yavrularıdır” diyor. TBMM’de bulunan zorunlu eğitim yasası teklifi yasalaşınca ne olacak? Çocuklar, ana-babalarından önce cemaatlerin ve tarikatların yavruları olacaklardır. 

İşte işin püf noktası bu satırlarda gizlidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nda belirtilen bu gerekçe ve Danton’dan aktarılan satırlar, hastalığın özünü ortaya koymaktadır. “Bir milletin bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir” dediğiniz anda çağ dışına düşmeniz kaçınılmazdır. Bugün ihtiyacımız, iki türlü eğitimle iki türlü insan yetişmesine karşı çıkmak yerine, bin türlü eğitimle bin türlü insanın yetişeceği bir ortam yaratmaktır. Tek tip eğitim takıntısından vazgeçmeden, anne babaların çocuklarını isterlerse devlete, isterlerse cemaat ve tarikatlara teslim etme ya da hiç kimseye teslim etmeme haklarını tanımadan bu meselesi çözemeyiz. 

Yazıya bir eğitim sendikasının görüşüyle başladık, bir başka eğitim sendikasının görüşüyle bitirelim. 

Ülkemizin zihni tek açık eğitim sendikası Özgür Eğitim-Sen’in Yönetim Kurulu üyesi Ali Aydın “Yeni Anayasa ve Eğitim” başlıklı çalışmasında, Anayasa’da eğitim konusunda yapılması gereken değişiklikleri şöyle sınıflandırıyor: 

Toplumun çoğulcu yapısı esas alınmalıdır 

Toplumun homojen bir bütün olmadığı gerçeğinden hareketle ve “hayali cemaat” yaratma sevdasından vazgeçilerek sosyolojik gerçekle örtüşen ve farklılıkları dışlamayacak bir anlayışla toplumun tüm bileşenlerini dikkate alan bir söylem ve eylem içinde olunmalıdır. 

Devletin eğitim üzerindeki tekeli sona ermelidir 

Devletin büyük bir arzuyla yürüttüğü eğitim üzerindeki gözetim-denetim mekanizması gözden geçirilmelidir. Özellikle sivil alanın belirleyici aktör olarak eğitim alanına müdahil olmasının önü açılmalıdır. Eğitim faaliyetlerinin bürokratik hegemonya üzerinden yürütülmesine son verilmelidir. 

İdeolojik eğitime son verilmelidir 

Eğitim mutlak anlamda devletin ideolojik aygıtı olma pozisyonundan çıkarılarak devletin eğitim üzerinden devşirme yetiştirme sevdasından vazgeçilmelidir. Temel zorunlu dersler dışında uygulanacak program ve müfredatın okul açanlar ya da okuldan yararlananların istek, görüş ve beklentileri doğrultusunda yapılandırılabilen esnek bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir. 

Din eğitimi devletin iş ve işlemi olmaktan çıkarılmalıdır 

Din eğitimi devletin iş ve işlemi olmaktan mutlaka çıkartılarak sivil alana bırakılmalıdır. Sosyolojik olarak zaten bu minval üzere yürütülen çalışmalarda devletin tekelci pozisyonunu terk ederek ilgisini kendi asli işlerine kaydırması mümkün kılınmalıdır. 

Anadil eğitimi, anadilde eğitim tabu olmaktan çıkarılmalıdır 

Türkiye’nin siyasi tarihi tetkik edildiğinde görülecektir ki hem demokratik mücadeleler hem de siyasal alanın dönüşümü açısından toplumun şuuru, bürokratik önyargının hep önünde olmuştur.

Dolayısıyla bu meselede de durum aynıdır. Türkiye hem tarihi hem de kültürel derinliği itibariyle çoğulcu yapısından kaynaklanan ve bugüne kadar görmezden gelinen pek çok meseleyi özgürlükler lehine çözüme kavuşturma potansiyeline sahiptir. Bu sebeple bu mesele bir kırmızı çizgi ya da tabu olarak kodlanmamalı, sonraki uygulamaları bağlayıcı, engelleyici ve yasaklayıcı sınırlamalara gidilmemelidir. 

 

 

Bugün, 05.03.3012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et