Bir insanı neden sever, neden nefret ederiz?
Çok sevdiğimiz birisinden, günün birinde nefret edebilir miyiz?
Sevgi de nefret de bir duygudur. Duyguların ortaya çıkışı birçok değişik nedene bağlıdır. Bunları konu içerisinde vermeye gayret edeceğim.
13 yıllık Ak Parti iktidarının özellikle son 9 yılında ülkede ciddi bir kutuplaşma baş gösterdi. Sayın Erdoğan liderliğinde iktidara gelen siyasal İslam geleneği, cumhuriyet ve laiklik konusunda aşırı hassasiyeti olan çevreleri ve sol kesimleri ürküttü. 2007 yılında düzenlenmeye başlanan “Cumhuriyet mitingleri”, 27 Nisan e- muhtırası, 2013 Gezi süreci hep bu kabullenemeyişin bir yansımasıydı. Kuşkusuz Gezi’de başka dinamikler de vardı… Kutuplaşmanın merkezinde Sayın Erdoğan var. Bir kesim aşırı muhabbet, hatta uğruna ölümü göze alacak boyutta bir “aşk” besliyor; diğer kutupta ise aşırı bir kin, nefret, paramparça etme duygu ve dürtüleri hâkim…
Erdoğan’ı Sevenlerin Psiko –Sosyal Dinamikleri:
Sayın Erdoğan, çevreyi, kenar mahalleliyi temsil ediyor, çevreden merkeze, kendi adımlarıyla yürüyen bir lider. Ezilmiş, itilmiş, kakılmış, varoşlarda yaşayan milyonların, merkeze yaklaştırılmayanların özdeşim kurduğu bir insan. Çevreden birilerinin de öz gücüyle merkeze yerleşebileceğinin örneğini temsil ediyor. Bu da çevrenin umutsuzluğunu umuda çeviriyor. Kötü talihi iyi bir gelecek umuduyla savuşturuyor…
Bundandır ki, öğlen 5 liraya ekmek arası döner yiyen, ayran içen ve asgari ücretle geçinen vatandaş; gecekonduda ya da kenar mahallelerde yaşayan kesimler sosyal demokratlara değil Erdoğan’a oy veriyor…
Sosyokültürel ve ekonomik olarak alt kesimi temsil eden milyonların kendilerine sunulan sosyal yardımlar, kolaylaştırılmış ve ayağına kadar gelen sağlık hizmetleri, bakıma muhtaçlara maaş bağlanması, bunlara bakanlara sosyal güvenlik desteği ve maaş bağlanması, bedava rehabilitasyon merkezleri, yiyecek, yakacak yardımları ve sosyal tesisler ile, varoşları kentin merkezindeki lüks yerlere taşımalarla Erdoğan’a sevgisi çok arttı. Şöyle düşündüler: “İlk defa bir lider bizlere değerli ve eşit olduğumuzu hissettirdi.”
Yanlış uygulanan laiklik nedeniyle, dinî inancını yaşamında uygulayamayanlar; Erdoğan yönetimleri döneminde tam özgürlüğe kavuştular. Sayın Erdoğan’ın İmam Hatip kökenli olması, aynı dile ve duyguya sahip olması, bu kesimde de Erdoğan’a karşı aşırı bir sevgi halesi oluşturdu. Hatta aşırıya gidenler oluyor: Sayın Erdoğan’ı, mehdi, halife gibi, İslam Ümmetinin kurtarıcısı gibi gören hatırı sayılır bir kitle de oluştu.
Rahmetli Erbakan’dan bu yana “Milli Görüş” temsilcilerinin en büyük hayali iktidar olmaktı. Sayın Erdoğan bunu gerçekleştiren insan oldu. O çekirdek kadro, tam bir itaat ve biat kültürüyle Erdoğan’ın arkasında ve sevgi ile durmaktadır.
Askerî vesayetin ilk defa (paralel yapının başat rolünü unutmamak lazım) Erdoğan döneminde geriletilmesi ile rahmetli Menderes’e yapılanlardan ve diğer sağ iktidarların askerî darbelerle devrilmelerinden travmatize olmuş kesimler “rövanşist “duygularla, Erdoğan’la gönül bağı kurdu.
Bütün dünyada ciddi ekonomik krizler yaşanırken, Türkiye’de ciddi bir krizin olmaması; ekonomik önemli yatırımların gerçekleştirilmesi, millî gelirin 3000 dolardan 10 binlere çıkması da bazı çevreleri Erdoğan’a bağladı.
Yurt dışı politikası çok eleştirilse de; “van minut” çıkışıyla ve “dünya beşten büyüktür” söylemiyle, ABD ve diğer 5 daimî BM temsilcisine kafa tutması ciddi bir sempati topladı. Erdoğan’ı seven Arap coğrafyasında, yurt dışı TC vatandaşlarında özgüven oluşturdu. Yurt dışında yaşayan çoğu vatandaştan şunu duymuşumdur: “ilk defa başımız dik ve güvenle Türküz, Türkiyeliyiz diyoruz”.
Diğer “Erdoğan Severler” in bir kısmını; her iktidar döneminde olduğu gibi, bu dönemde de iktidara yakın olan ya da öyle görünen iş adamları grubu oluşturmaktadır. Bunlar servetlerini ciddi boyutlarda kamu kaynaklarından beslenerek artıran kesimdir. Bunlar gemi su aldığında ilk terk edecek kesimdir.
İktidarla aynı frekansta olan orta ve küçük ölçekli işletmeler de kendilerine sağlanan kaynaklarla büyük gelişmeler kaydetti. Ekonomik çıkar ve istikrarın devamı için ve de “kendi iktidarları”nı korumak için bu kesim koşulsuz Erdoğan’ın arkasında durmaktadır.
Bir diğer grup, “havuz medyası” olarak adlandırılan sektör de “istihdam edilen” bazı insanlardır. Bunlar, hayatlarında göremeyecekleri makam, mevki, statü ve paralara kavuşmuşlardır. Bir kısmı, dün “kara” dediklerine bugün “ak” demeleriyle müsemmadırlar. Sayın Erdoğan ne derse, o çerçevede yayın yapan bazı yazarlar, medya mensuplarıdır. Bunlarda da “aşırı” Erdoğan sevgisi vardır. Bunlar da Sayın Erdoğan oy kaybedince gemiyi terk edip yeni “efendilerinin” gemilerine doğru yelken açacaklardır. Fakat ne hikmetse, bütün liderler bunları bildiği halde bu kimseleri etraflarında tutarlar, bu da ayrı bir analiz konusudur…
Sayın Erdoğan’ı aşırı seven en önemli kesim, her halde kadınlar olsa gerektir. Türkiye toplumunun kültürel havzasında “güçlü, dirayetli erkek” figürü makbuldür. Bir o kadar ailesine bağlı erkek figürü Erdoğan’da mücessem olmuş durumdadır. Dik ve güçlü durması, kendinden çok emin yürüyüşü, karizması ve eşiyle el ele oluşu, aile değerlerine önem vermesi kadınları “mest” etmektedir. Çocuklarla olan samimi diyalogları, zaman zaman ağlaması kadınların büyük sempatisini toplamaktadır. Laik kesimden de birçok kadında “gizli” Erdoğan hayranlığı vardır. Kadınlardan daha çok oy alması bundandır. Erdoğan onların hayalindeki erkektir. Ona âşık binlerce belki yüzbinlerce kadın vardır. Emine Erdoğan’ı kıskanan, hatta ölümünü isteyip onun yerine geçme hayali kuran onlarca kadın vardır…
Sayın Erdoğan’dan Nefret Eden Kesimlerin Psiko-Sosyal Dinamikleri:
- Askerî vesayet etrafındaki gruplar: TC’yi Osmanlı paşaları kurdu. 1946’ya kadar tek parti yönetimi vardı, o da CHP idi. 1950’den itibaren Demokrat Parti ve sonraki yıllarda da iktidara hep sağ partiler geldi. Gerek 27 Mayıs 1960 darbesi ve sonraki bütün darbeler doğal olarak sağ iktidarlara yapıldı. Askerî vesayet çevreleri bir türlü sağ iktidarlardan hazzetmedi. İlk defa Sayın Erdoğan “ceketini alıp gitmedi” 27 Nisan e-muhtırasına ve cumhuriyet mitinglerine ve diğer darbe teşebbüslerine hep direndi. Cemaatin de yardımıyla, bu arada birçok haksızlıklar da yapılarak, askerî vesayet bitirildi. (Kaderin cilvesi derler ya “çalma elin kapısını çalarlar kapını” misali, şimdi aynı haksızlıkların bir kısmı cemaat çevrelerine onların yöntemleriyle uygulanıyor. Onun için hak hukuk adaletten şaşmamak gerek) Sivil idareler üstünde hep bir güç olan ve MGK ile talimat veren çevreler, iktidarlarını kaybettikleri için Erdoğan’dan aşırı nefret ediyor hatta öldürmek isteyenler olmuştur.
- Askerî çevrelerle işbirliği yapan ve makam, statü, ekonomik güç devşiren sivil-bürokratik çevreler: Bu kesim, bürokrat, diplomat, iş adamı, sanayici, gazetecilerden, “kent soyluları”ndan oluşuyor. Yıllarca gerçek iktidarı bu kesim elinde tuttu. Seçimle gelen sağ iktidarlar hiçbir zaman muktedir olamadılar. Erdoğan ise tam bir muktedir oldu. Maddî manevî muslukları kesilen bu çevrelerde de ciddi Erdoğan nefreti oluştu.
- 1960’larda gazetelerde yer alan “Suadiye plajına halk geldi vatandaş rahatsız oldu” manşetinde ifade edilen misali bir değişim Erdoğan’la gerçekleşti. Varoşlardan gelen halk, başörtülüler kamuda görünmeye başlandı. Başörtülü kadınlar 4×4 jeeplere binmeye, lüks semtlerde oturmaya, lüks restoranlarda yemek yemeye ve tatillere gitmeye başladılar. Milletvekili, bakan oldular. Muhafazakâr kesimin bu yükselişi, “beyaz Türk”lerle “eşit vatandaş” statüsüne kavuşması, kendilerini “ayrıcalıklı” gören kesimleri rahatsız etti. Dolayısıyla buna sebep olan Erdoğan’a nefret arttı.
- Sayın Erdoğan’ın sert üslûbu ile, siyasal İslam geleneğinden gelmesi, Kemalistler gibi, toplumu dizayn etme, “dindar nesil yetiştirme” projeleri, bazı yaşam biçimlerini eleştirmesi, yeni yaşam biçimi “dayatma” algısının oluşması laik birçok çevrede korkuya ve nefrete sebep oldu.
- Gezi sürecinde Erdoğan’ın kullandığı ifadeler, öldürülen gençlere ve ailelerine yönelik üzücü ifadeler ciddi kızgınlık ve öfkelere yol açtı.
- Öldürülen gençlerin çoğunun Alevi olması, Alevilerin büyük kısmında “özellikle biz seçiliyoruz” algısına yol açtı. Osmanlı’dan beri Sünni yönetimlerin Alevi kıyımları, Alevilerdeki travmalar bu süreçte tekrar hatırlanır oldu. Bu da nefrete yol açtı.
- Çözüm süreci ile Kürtlerin “eşit yurttaşlar” statüsüne kavuşturulması çalışmaları, ulusalcı- milliyetçi kesimlerde Erdoğan nefretine yol açtı. “Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum” ifadesi bu kesimleri çıldırttı… (Şimdilerde bu çevreler, hendek ve çukur savaşlarıyla birlikte Erdoğan’ı sever oldular…)
- PKK çevresindeki Kürtlerin çoğunda, “Erdoğan bizi oyalıyor” düşüncesi ve inancı hâkim. Kobani olayı ve Sayın Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur. Dolmabahçe mutabakatı olamaz. Kurulan bir masa yoktur” söylemleri bu kesimlerde var olan Erdoğan nefretini artırdığı gibi, daha önce Erdoğan’a oy veren dindar Kürtler 7 Haziran’da HDP ye kaydı… Ve şimdi sürdürülen “savaş”ın da Sayın Erdoğan’ın “başkan olamaması sebebiyle çıkarıldığı” kanaati hâkim…
- Eskiden iktidarlar bozan ve kuran bazı medya güçleri, Erdoğan’ın, onlardan talimat almaması ve onlara ihale vermemesi; kendi medyasını oluşturması ve kendi taraftarlarını kayırması da bu kesimlerde nefrete yol açtı. Bu arada cemaat medyası ve cemaat mensuplarının da iktidarla olan hesaplaşmalarından dolayı ciddi bir nefret besledikleri de dikkat çekiyor.
- Büyük iş adamı ve sanayicilerin “Anadolu Kaplanları” ile pastayı paylaşması ve onların da sofraya oturmasından rahatsızlık duydukları bir gerçek, nitekim bu kesimde de ciddi Erdoğan nefreti var.
- Suriye politikasından dolayı, 3 milyona yakın mültecinin ülkenin her yerine dağılması, Işidci canlı bombaların katliamı, sınırdaki savaş tehditleri nedeniyle de bazı kesimlerde nefret söylemi arttı.
- Sayın Erdoğan’ın “klasik cumhurbaşkanları” gibi olmaması, muhalefeti ve bazı toplumsal kesimleri eleştirmesi de bu kesimlerde Erdoğan nefretini körükledi. Sayın Erdoğan’ın, taraftarlarını “konsolide” edip sağ tabandan yeni taraftarlar edinmek için bu sert dili kullandığı yönünde yaygın bir kanaat var.
Neticede; “Erdoğan severler ve nefret edenler” olarak ülke ikiye bölünmüş durumda. Medya ve özellikle sosyal medya üzerinden ciddi atışmalar ve hesaplaşmalar dikkati çekiyor. Toplumdaki bu kutuplaşma hayra alamet değildir. Çünkü, bir kesim, Erdoğan ne derse desin, veya ilerisi için ne düşünüyorsa düşünsün bunun mutlak gerçek olduğuna inanıyor. Diğer kesim ise, Erdoğan “Allah bir” dese ona dahi inanmayacak konuma gelmiş. Erdoğan’ın her şeyini, toptan yanlış, hatalı ve Türkiye’nin zararına görüyor.
Fakat toplumsal bir avantajımız var. Türkiye halkları, “imam- cemaat” gibidir. İmam hapşırsa cemaat öksürür. Bu olumlu yönde de geçerlidir. Üst yapıdan çok çabuk etkilenen bir toplumsal dokumuz var. Yöneticilerimiz, toplumun değişik katmanlarının hassasiyetlerini dikkate alarak, kucaklayıcı, güven verici ve eşit mesafeden seslenerek bu kutuplaşmayı asgariye indirebilirler. Etrafımızdaki ateş çemberinin bizleri sarmadan yöneticilerimizin kutuplaşmayı çözücü bir söylem geliştirmesine ihtiyaç var…