Tarihin kavşakları

Son on yıldır ne kadar çok kullandık şu “dönüm noktası” başlığını…

2002 seçimlerinde… Cumhuriyet tarihi boyunca kendi gettolarında yaşamaya mahkûm edilen “cüzzamlı”lar nihayet seçkinler iktidarının etrafını çeviren surları yıkıp iktidarı ele geçirdiklerinde…

27 Nisan muhtırasında… Seçilmişler ilk defa asker zılgıtı yediklerinde hizaya geçmeyi reddedip diklendiklerinde…

2007 seçimlerinde… Geniş kitleler asker zılgıtı karşısında dik durmayı başaran iktidarın yanında saf tuttuklarını ortaya koyduklarında…

Ergenekon deşifre olmaya başladığında… Taraf Gazetesi sayesinde ilk kez derin devletle somut biçimde karşı karşıya geldiğimizde…

İlk Ergenekon iddianamesi yazıldığında… Tarihte ilk defa darbeci generaller anayasayı ihlalle suçlanıp haklarında dava açıldığında.

Türkiye’nin en dokunulmazları, muvazzaf generaller, eski kuvvet komutanları, anlı şanlı akademisyenler, gazeteciler darbecilik suçlamasıyla tutuklanıp hapse atıldığında…

Nihayet geçtiğimiz günlerde, ordu üst yönetimi son bir çırpınışla, toplu istifa yoluyla Türkiye’yi destabilize etmeye çalışıp istifa ettiğiyle kaldığında…

Hep aynı sevinçle aynı şeyi yazdık: Türkiye için bir dönüm noktası!

Belki yarın, (Bekir Bozdağ’ın açıklaması doğruysa) Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandığında da aynı şeyi söyleyeceğiz ve yine haklı olacağız.

Zira tek bir dönüm noktası yok. Tek bir dönüm noktasıyla rota değiştirmiyor tarih. Hayır, bitmek bilmeyen uzun ince bir yol bu… Tek dönüm noktalı tarihsel ilerlemeler yıkıcı devrimler söz konusu olduğunda geçerli ancak. Onların da gerçekte ilerleme olmadıklarını; onlarca yıllık süreçleri birkaç aya sıkıştırmaya kalkanların hüsranını ve verdikleri ağır zararları az yaşamadık.

Bu, yani yaşadığımız şey, tam da olması gerektiği gibi, devrim değil bir reform süreci. Tek bir dönüm noktası olmayan, her yol ağzında yeni bir kavşakla karşılaşılan, her kavşakta “Nereden gidelim” konusunda yeni tartışmaların, yeni zorlukların yaşandığı bir hayat yolu.

Şimdi, ileriye atılan her adımda, tepeden bir tavırla “Böyle tek tek konular yetmez, topyekûn bir yenilenme lazım” deyip duranlar var ya; işte onlar ilerlemenin hasının ve kalıcısının ancak böyle, bugün olduğu gibi olabileceğini anlamıyorlar. On yıllar önce yaşanan çocukluk hastalıklarının zihinlerde hâlâ kalan izleri onları boyuna o eski sloganlara; “Tek Yol Devrim” ya da daha naif ifadesiyle “Dünyayı değiştirmek istiyorum; hemen şimdi”lere döndürüp duruyor.

Biliyorum, yaşanan bu süreç, hayatı ideolojik mücadele içinde geçmiş; ideolojinin her şeyin belirleyicisi olduğuna inanan; her meselenin önce fikirsel planda çözülüp sonra toptan pratiğe geçmesi gerektiğine şartlanmış sol kökenli insanlar için gerçekten de kolay anlaşılabilecek bir durum değil.

Oysa toplumla yoğun bağı olan büyük kitle partileri, laftan çok işe bakarak; daha az fundamentalist, daha pragmatik bir yol izleyerek; tıpkı temsil ettikleri insanlar gibi hatalar yaparak, yalpalayarak, zaman zaman bocalayıp geri adımlar atsalar bile sonunda sağduyunun gösterdiği yola geri dönerek, yani hep toplumun ve dünyanın gerçeklerine bağlı kalarak, “ilkeci” tutumda direten küçük ideolojik gruplardan çok daha kolay yol alabiliyor.

Daha doğrusu sadece onlar yol alabiliyor.

Bugün, 05.08.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et