Aynı açıklamada Bakan Dinçer, bunun bir arz-talep meselesi olduğunu, talebin daraltılması halinde, zımnen bu hizmete ihtiyaç kalmayacağı için arzın da kendiliğinden kalkacağını söyledi. Bu yaklaşımdan hükümetin önceliğinin iktisadi boyutlar olduğunu anlıyoruz. Bunun dışında süreç içinde hükümet, dershane hizmetine ihtiyaç olmadığını farklı argümanlarla da açıklamıştı. İlk açıklamalarda, okulların mevcut sistem içinde üniversiteye giriş için yeterli eğitim olanağı sunduğunu, bu nedenle dershanelere ihtiyaç olmadığını ileri sürmekteydi. Bir diğer iddia, düşük gelir düzeyine sahip hane halklarının dershanecilik nedeniyle mağdur olduğu idi. Dolayısıyla dershanecilik piyasasını kaldırmaktaki açık amacın, dershanecilik hizmetine ihtiyaç olmadığı ve zımnen var olduğu kabul edilen fırsat eşitsizliğinin kaldırılması gibi görünmektedir. Bu politika gütme tarzının sorun ve açıklarını ele alarak, dershanecilik piyasasının niçin serbest piyasa mekanizması içinde meşru ve olması gereken bir sonuç olduğunu açıklamaya çalışalım.
Öncelikle Türkiye örneğinde dershanecilik, tam olarak piyasa mekanizmasının işlediği bir sistemde, rekabetin ne türden bir etkinlik sağladığının açık göstergesidir. Zira rekabet, bir ekonomide keşif süreçleriyle birlikte ortaya çıkar. Eğer, rekabet önünde suni ve yasal engeller bulunmuyorsa ve piyasa süreçleri de rekabetin işleyişi önünde kendiliğinden bir engel oluşturmuyorsa, ekonomide girişimcilik ve üretken zeka, keşif süreçleri yoluyla inovatif yöntemler keşfederek, rekabetçi ve eşitlikçi bir sonucu getiren bir dizi olumlu gelişmeyi tetikleyecektir. Üreticiler veya girişimciler açısından yeni üretim alanlarının varlığı, yeni kazanç ve kâr alanlarına neden olacaktır. Bu noktada bir kıtlık rantı söz konusu ise de bu rant, piyasa süreçlerinde ortaya çıktığı için, keşif süreçlerini teşvik eden olumlu bir motivasyon olacaktır. Ayrıca bu kıtlık rantı, rekabetin etkisiyle zaman içinde ortadan kalkıp, rekabetçi normal kâr düzeyine gelerek, çok sayıda piyasa aktörünün bu kâr alanından kazanç sağlamasını temin edecektir. Nitekim Türkiye’de dershanecilik yapan çok sayıda farklı firmanın varlığı, bu türden bir rekabetin gelişimine ve toplum için refah kazanımlarına işaret etmektedir. Bu anlamda ülke açısından değerlendirildiğinde makro planda, yeni istihdam olanakları, sermaye varlıklarının tam kapasite kullanım oranında üretime koşulması ve dolayısıyla yeni üretim alanlarının açılması nedeniyle ülke açısından daha yüksek milli gelire neden olmaktadır.
Ancak daha önemli etki, mikro planda dershane hizmetinin talep edicileri üzerinde ortaya çıkmakta ve bu anlamda, ilgili politikanın açıklanan amacının tersine bir yapı ortaya çıkardığı için dershane kapatmaya ilişkin politik tercihi anlamsız kılmaktadır. Zira rekabetçi koşullar altında olmak şartıyla her bir ilgili hizmet tüketicisinin, bu mal veya hizmete erişimi, tüketiciler açısından refahta bir artış anlamına gelecektir. Türkiye’de bunu anlamak oldukça kolay. Zira önceki sistemde Türkiye’nin seçkin üniversitelerine giren öğrencilerin ailelerinin refah düzeyleri açısından profilleriyle, dershanecilik hizmetiyle birlikte aynı üniversitelere giren aile profilleri kıyaslandığında bu durum net bir şekilde anlaşılacaktır. Dershaneciliğin yaygın hale gelmesi, ilgili hizmete erişimin düşük gelir grubuna sahip hane halklarınca da gerçekleşmesini sağlayarak, bir yandan herkesin daha nitelikli bir üniversite eğitimi almasını mümkün hale getirirken, diğer yandan sadece yüksek fiyatlı, fakat nitelikli liselerde eğitim alan bir azınlık grubu yerine, her tabandan tüm ülke insanının ilgili hizmete erişimini kolaylaştırarak, beyin gücümüzün etkin kullanımına neden olmaktadır. Böylelikle dershanelerin varlığı bir yandan fırsat eşitliğini getirip, eğitim süreçlerine katılımı toplumun tabanına ve geneline yayarken, diğer yandan ülke kaynaklarını, daha verimli kullanılır hale getirmektedir. Eğitimde bu türden bir fırsat eşitliği, nihayet, ortaya çıkan gelirin bölüşümünün de aksi duruma göre daha adil dağılımı anlamına gelecektir. Dolayısıyla bu anlamda da iktisadi olarak dershanecilik faaliyetinin, hem kaynakların hem de gelirin etkin dağılımına neden olan bir süreci tetiklediğini söyleyebiliriz.
Bir önemli sorun, eğitim hizmetinin kamusal mal olması ve hükümetin, bu nedenle özel mal/hizmet statüsünde ve pahalı bir hizmet olarak düşündüğü bu piyasayı kaldırma ve ilgili işin devlet okullarınca karşılanmasını istemesidir. Eğer eğitim, pür kamusal mal olarak düşünülüyorsa, bu, açıkça piyasa ekonomisinden geri dönüş anlamına gelmektedir ki, AK Parti’nin parti programına aykırıdır. Eğitim hizmeti tam kamusal değildir. Yani savunma ve adalet hizmeti gibi değildir. Eğitim hizmetinin yarı kamusal mal olması, ilgili hizmetin hem devlet hem de özel sektör tarafından verilmesini mümkün kılmaktadır. Bu uygulama modern dünya sisteminin de tercih ettiği bir sistemdir. Eğitim, özel sektör tarafından sunulur. Bunun iktisadi rasyoneli, ilgili hizmetin doğasında mevcuttur. Buna rağmen ilgili faaliyetin özel sektör elinden alınıp devlet okullarınca verilmesi, özel okulların neden olduğu aynı durumdan dolayı, onların da kapatılıp kapatılmayacağı sorusunu getirmelidir. Eğer hükümet, eğitimi, kamusal mal olarak alıp, özel sektörün dışında sadece kamu tarafından sunumunu hedefliyorsa, bu durumda özel sektör tarafından sunumuna devam edilen diğer eğitim hizmetlerini de ya kamulaştırmalı veya bu durumu açıklamalıdır. Değilse, sadece dershanecilik üzerine bu politik tercih, meşru ol(a)mayacaktır.
Dershanecilik piyasasının başka bir ülkede olmaması, bu piyasanın meşru olmadığı anlamına gelmez. Bilakis, Türkiye gibi kendine has koşulları bulunan bir ülkede üretken keşif süreçlerinin, geliştirdiği çok önemli bir buluş olarak düşünülmelidir. Zira neredeyse 1990’lara kadar, Türkiye’nin seçkin üniversitelerine öğrenci gönderen liseler ve buralara öğrenci gönderebilen ailelerin profilleri incelenirse, hangi sistemin daha eşitlikçi olduğu görülebilecektir. Dershanelerle birlikte, Türkiye’nin seçkin üniversitelerine, büyük illerin eğitim-öğretim hizmeti nitelikli ve köklü, ama az sayıdaki özel lisesinden öğrenciler yanında Konya, Hakkari, Diyarbakır vs. gibi pek çok kentten öğrenciler, yüksek oranlarda gidebilir hale gelmiştir. Bu durumun ima ettiği sonuç, dershanelerin, eğitimde fırsat eşitliğini getirmiş olmasıdır. Şüphesiz bu durumda tek etki dershanelere ait değildir, ama etkisi görmezden gelinemeyecek kadar yüksektir. O halde sadece imtiyazlı belli başlı gruplara ait liselerin ilgili hizmete erişiminin, eğitimde ne tür bir eşitsizliği getirdiği düşünüldüğünde, Türkiye’ye özgü bu alanda piyasanın kendiliğinden rekabetçi doğasının keşif süreçleri üzerindeki etkisinin, bu olumsuz etkiyi nasıl kaldırdığı ve ne türden bir kamu yararına neden olduğu açıkça anlaşılacaktır.
ir başka sorun olarak, bir kez ortaya çıkmış, kurumsallaşmış ve meşru bir piyasanın, yasalar yoluyla kaldırılıp kaldırılamayacağı meselesine bakalım. Piyasaları, yasalar yoluyla kadük bırakabilirsiniz, ama girişimciliği yok edemezsiniz. Keşif süreçleri, talebi olan yeni piyasaların oluşumunu tetiklemeye devam edecektir. Bu tür süreçleri piyasadan dışlamak için güdümlü bir iktisadi sistem tesis etmeniz gerekir. Bu da mümkün olmadığına göre bir piyasayı kaldırmanın tek ve doğrudan etkisi, eski piyasaya karşılık gelen yeni ve en azından kısa dönemde karaborsa ve kayıt dışı bir piyasa oluşmasıdır. Piyasa boşluk bırakmayacaktır. Bu tür yeni bir piyasanın tüketici açısından en önemli özelliği de, ilgili mal veya hizmetin, normal fiyatın üzerinde satılması ve tüketici refahında kayıp olacaktır. Dershanecilik kalktığında, yerine, özel ders teknikleri içeren yeni bir piyasanın oluşacağı gün gibi aşikârdır. Ancak sorun sadece bununla kalmaz, daha da derinleşir. Zira bir kez böyle bir piyasa, devletin suni giriş engelleri yoluyla tetiklendiğinde, imtiyazlı yeni bir zümre oluşacaktır. Özellikle eğitim piyasasında bu mekanizmanın işlerliği ve etkisinin sonuçları çok daha maliyetli olabilir. Dershanecilik öncesi piyasa yapısının, bu defa illegal bir versiyonu tesis edilebilir. Bu anlamda dershaneye olan talep, piyasa süreçleri içinde kendiliğinden yok olmadıkça, talebi daraltıcı, ama tamamen kaldıramayan herhangi bir politika etkisiz kalacaktır.
Diğer yandan mevcut yapısıyla dershanecilik piyasası, uzun yılların ardından rekabetçi bir yapıya kavuşmuştur. Bu haliyle tekelci imtiyaz ve rant durumundan söz edilemez. Piyasaya giriş maliyetlerinin düşüklüğü, isteyen her küçük ölçekli girişimcinin/firmanın, piyasada eşit koşullar altında faaliyetini mümkün kılmaktadır. Ancak dershanecilik kaldırıldığında, yerine geçecek olan özel ders piyasası, piyasa süreçleri iş görüp de rekabetçi koşullara gelene kadar, belli bir gruba önemli imtiyazlar sağlayacaktır. Piyasaya ilk giren(ler) belli bir süre, yüksek ve suni bir tekel rantını her anlamda ele geçireceklerdir. Bu imtiyazlı çıkar grupları, politika yapıcılar üzerinde baskın hale gelip bu suni tekel statüsünün devamını tesis ettiği sürece -ki bu çok muhtemel bir senaryodur- piyasa, hiçbir zaman rekabetçi seviyeye kavuşmayabilecektir. Eğitim piyasası için bunun daha önemli anlamı, fırsat eşitsizliği olacaktır. Aksi durumda ise dershanecilik piyasası yerine geçen özel ders piyasası, uzun dönemde mutlaka rekabetçi koşullar altında ve formel bir piyasa olarak faaliyet gösterecektir. Ancak bu defa, dershaneciliği kaldırmayı hedefleyen politika, kadük kalacaktır. Piyasadaki girişimcilik ruhu ve keşif süreci, inovasyonu ve nihayet rekabetçi süreçleri tesis ederek, dershaneciliğe alternatif bir piyasa geliştirecektir. Sonuç olarak politika, zamanla tutarsız ve böylece etkinsiz olacaktır. Son olarak, bu yaklaşım, ilgili politik tercihe ilişkin iktisadi bir perspektif içermektedir. Şüphesiz, bu politik tercihin açıklanmayan ve var olduğu söylenen başka politik hedefleri hakkında politik olarak farklı şeyler söylenebilir. Ancak bu yazıdaki perspektiften anlaşılacağı gibi dershanecilik piyasasına ilişkin politikanın temelleri, özünde iktisadidir. Bu nedenle dershanecilik piyasasında bu argümanları içeren iktisadi perspektiften yoksun bir politika, meşru ve rasyonel olmaktan mahrum kalacaktır.
Zaman, 19.11.2012