Dershane meselesine dair

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Dershanecilik olayını kaldıracağız” açıklamasında bulundu ve sistemin 2014’te devreye gireceğini ifade etti. Türkiye’de ekonomi, eğitim ve sosyal eksenli yürütülen dershane tartışmaları yeni değildir tartışmaların başlangıcı 1970’li yıllara kadar uzanır. Hatta ihtilal hükümetinin 1983 yılında dershanelerin kapatılmasına yönelik bir yasa tasarısı hazırladığı bilinmektedir.

SETA’nın 2011 yılında sunduğu bir raporda da ifade edildiği gibi ilginçtir aynı tarihlerde Güney Kore’de de dershanelerin ihtilal hükümeti tarafından yasaklandığını görmekteyiz. Güney Kore düşük ücretli özel ders veren ulusal bir eğitim kanalı kurarak bir dizi reform gerçekleştirmesine rağmen yasaklama sonuç vermemiş bilakis dershanecilik merdiven altına inerek bu sefer daha yüklü ücretlerle ve yoğunlukla yürütülmeye başlanmıştır. Sonuçta Kore’de dershanelerin önü bir süre sonra açılmıştır. Bugün özel dershaneciliğin en yaygın kullanıldığı ülkelerin başında gelen Güney Kore, özellikle Matematik ve Fen bilimleri alanında uluslararası düzeyde ölçme yapan TIMSS ve OECD tarafından yapılan PISA raporlarında en iyi performansı sergileyen ülkelerin başında gelmektedir.

Dershaneler ve yoksul aileler

Türkiye’de dershanelerin özellikle geliri yüksek aileler tarafından daha kolay erişilebilir olduğu gerçeğinden yola çıkılarak yoksul aile çocuklarının bundan mahrum olduğu dolayısıyla bu durumun gittikçe bir mağduriyete dönüştüğü algısı hâkimdir. Oysa yapılan araştırmalar dershanelerin yoksul ailelerin lehine bir avantaj oluşturduğunu göstermektedir. Dolayısıyla dar gelirli ailelerin çocukları dershanelerin kapatılmasını doğru bulmuyorlar. Örneğin veri analiz ve araştırma kuruluşu İKSara’nın Mayıs 2012 yılı itibariyle üniversiteye hazırlanan öğrenciler üzerinde yaptığı bir ankette özellikle dar gelirli ailelerden gelen adayların yüzde 60’ının dershaneleri gerekli bulduğu ifade ediliyordu. Dar gelirli adaylar da dâhil tüm gelir gruplarında adayların ezici bir çoğunluğu dershaneyi okuldan daha kaliteli buluyor. Keza SETA’nın Dershaneler: Gölge Eğitim Sistemiyle Yüzleşmek adlı sunduğu raporda verilen rakamlarda bundan farklı değildir. Raporda 2005 yılında yapılan bir akademik araştırmaya yer verilmiştir. Buna göre 2002 yılında sınava giren 1,5 milyon öğrenci arasından rastgele seçilen 120 bin öğrenciden 53 bin 240 kişinin dershaneye katıldığı ve gelir düzeyi 750 TL ve altında olan ailelerin çocukları dershanelere katılan öğrencilerin yaklaşık %85’ni oluşturduğu gözlenmiştir.

En yeni istatistik ise daha yakın bir zamanda twitterde başlatılan #dershanemolmasaydı etkinliğidir. Bu da bize her yıl kolejlere milyarlarca para ödeyemeyen dar gelirli ailelerin çocuklarının istikbali için fedakârlık yaptıklarını göstermektedir. Buna mecburlar çünkü aileler dershaneleri kamu okullarının eğitimin gerek yapısal ve gerekse yerleşik finansman sorunlarından kaynaklı problemlerin doğurduğu kalitesizliğin birer telafisi olarak görmektedirler. Haklıdırlar çünkü bugün devlet tekelinde faaliyet yürüten kamu okulları ne finansman olarak artık bu yükü kaldırabilmektedir ne de dünyayla rekabet edebilecek bir kalite standardına sahiptirler.

Farklı çözümlere odaklanmak

Dershanelerin kapatılma fikrinin bir nedeni; kamu okullarının yükünün gittikçe ağırlaşması dolayısıyla bu yükün daha çok yoksullar yararına hafifletilmesi olabilir. Neticede bugün karşımızda 25 milyon öğrencisi, 1 milyona yakın personeli ve 60 bine yakın devlet okuluyla tek merkezden kumanda edilen dev bir sektör var. Ve bu yapı vergilerlerle finanse edildiğinden ekonomik olarak ülkeyi zorlamaktadır. Bilindiği gibi ülkemizde eğitim, devlet tarafından ücretsiz bir hizmetmiş gibi sunulmakta ve denetlenmektedir. Diğer taraftan eğitim mevcut finansman modeli marifetiyle de daha çok üst gelirli ailelere dönük ayrıcalıklı bir duruma da dönüşmektedir. Bu bakımdan devlet okullarının kötü performansının dershaneler aracılığıyla kapatılmak istenmesi birazda bu yüzdendir. Bu durumda yapılacak en doğru şey dershaneleri kaldırmak değil bilakis gündeme eğitimin büyük ölçüde özelleştirilmesini almaktır. Ya da dershanelerden arzu edenlere bir örneği ABD’de uygulanan “kiralık okul” sistemi teklif edilebilir. Bu sayede rekabetçi ve birbiriyle yarışan okul ortamları yaratarak kamu okul sistemini geliştirmek amaçlanabilir.

Diğer taraftan hür teşebbüs anayasal bir haktır. Bugün nasıl lastik üreticisinin ya da otomobil sektörünün önünü kesmek doğru değilse eğitim sektörünün de önünü kesmek aynı şekilde doğru bir yaklaşım değildir. Bunun yerine “serbest eğitim piyasası” teşvik edilmeli. Ve bu piyasada dershaneler de olmalıdır. Neticede talep bulan dershane ya da okul yoluna devam eder bulamayan ise kapanır. Devlet, ‘serbest eğitim piyasasında’ oluşacak olan eğitim türlerinden birini seçen yoksul ailelere sırf burada harcanması şartıyla mali destek imkânı sunabilir. Kaldı ki dershaneler kamu okullarına göre çocuklara daha sivil ortamlar sunmaktadır. Örneğin dershaneler öğrencilerine belirli bir kılık kıyafet dayatması yapmadıkları gibi, öğretmen öğrenci ilişkisi de otoriter bir ilişki türü değildir. Bu bakımdan kamu okullarında disipline dayalı birtakım uygulamaların çocukların beceri kazanmasında olumsuz rol oynadığı bir gerçektir. Kısacası dershanelere duyulan bir başka talebin de dershanelerin sivil ve özgür ortamlarda öğretim metotları geliştirdikleri gözden kaçırılmamalıdır. Devlet öncelikle kendi eğitim kurumları üzerinde derli toplu bir revizyona gitmelidir. Şu halde dershaneleri kapatmak bir çare olarak gözükmüyor.

Taraf, 20.11.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et