Solda yer alan bazılarının demokratlık sicilleri, insan hakları ve demokrasiden tapulu mallarıymış gibi bahsetmelerine rağmen, çok bozuk. Bu kötü sicillerine Gezi olaylarındaki tavırlarıyla yeni sayfalar eklediler. Demokratik seçimlerle iş başına gelmiş ve her seçimde aynı yolla görevden uzaklaştırılması mümkün bir hükümeti, meşruiyet sınırlarını aşan polis şiddetine haklı tepkinin üstüne binerek anti-demokratik yollarla düşürmek isteyen bir dalgaya ya bizzat öncülük ettiler ya da, bilerek ve isteyerek, hatta ihtirasla, destek verdiler. Bunu sadece bildiğimiz şiddeti hem bir metot hem kendi başına bir amaç olarak benimseyen arkaik ortodoks sol yapmadı. Daha uygar olduğunu sandığımız, Birikim gibi, radikal sol tarafından ‘liberal’ olmakla suçlanan sol çevreler dahi sokak şiddeti kampanyasına ya bizzat yer alarak veya övgüler yağdırarak iştirak etti. Medyada kimilerinin ‘liberal’ etiketini yapıştırdığı Marksist soldan gelen kalemlerin çoğu da hem sokak şiddetini kınamada hem Mısır darbesine tepki göstermede sınıfta kaldı.

Solcular niçin demokrat olmakta zorlanıyor? Neden normal zamanlarda demokrat bir görünüm verse bile kritik zamanlarda, tabiri caizse, ‘fabrika ayarlarına’ dönüyor ve devrimci şiddetin ateşine teslim oluyor? Önce şunu tespit edelim: Türkiye solu, Avrupa sosyal demokratlarının yürüdüğü yolda ilerleyip demokrasiyi anlama ve demokratik sistemi prosedürleri ve sonuçlarıyla bütün olarak kabul etme noktasına henüz gelemedi. Bu yüzden şiddeti bir siyaset yöntemi olarak kategorik biçimde reddedemiyor. Kendi ideolojisine uygun şiddeti yüceltirken, başka ideolojilerden beslenen şiddeti kınıyor. Kendi şiddetinin, genellikle öncü olmasına rağmen, her zaman savunma şiddeti olduğunu öne sürüyor ve, daha kötüsü, böyle olduğuna gerçekten inanıyor.

Solcular, toplumun ne olduğunu ve nasıl işlediğini bir türlü anlayamıyor. Sol halktan, halkın ebedî vekaletine sahipmiş gibi söz ediyor, ama halktan ilgi görmüyor. Halkı idealize ediyor fakat reel halkı sevmiyor. Halkı kendisiyle özdeşleştiriyor. Meselâ, Gezi’ye koşan solculara ve kemalistlere halk diyor, ama onlara ters pozisyonda duran çok daha geniş kitlelere halkın parçası gözüyle bakmıyor. Kılıçdaroğlu bu anlayışı, naif bir şekilde, Ak Parti mitinglerini ‘halka karşı mitingler yapılıyor’ diyerek eleştirirken dile getirdi. Sol demokrasiyi anlamıyor, çünkü demokrasi farklılıkların bir arada yaşatılması arayışıyken sol toplumu homojenleştirmeyi amaçlıyor.

Sol öfkeli. Bunun bir sebebi, devamlı mağlubiyet psikolojisi içinde olması. Tek parti diktatörlüğünü sol yıkmadı. Sol sadece laf üretirken sağ partiler Türkiye’yi demokrasi ve ekonomik kalkınma yolunda ilerletti. Sol Menderes’i de sevmedi, Özal’ı ve Erdoğan’ı da sevmedi. Sevmek ne kelime, onlardan nefret etti. Sol başkalarını nefret lisanı kullanmakla suçluyor, ama en büyük nefreti kendisi sergiliyor. Özgürlükleri bir bütün olarak kabullenip savunamıyor. Ekonomik, ticarî özgürlükleri kategorik olarak reddediyor. Gezi olaylarının gerekçelerinden biri, hayat tarzlarına müdahale endişesiydi. Bu asil bir endişe, mutlaka cevap bulmalı. Ama soralım bakalım, sol kemalistler kadınların başörtülü hâkim olabilmesine, Alevilere büyük darbe indiren tekke ve zaviye kapatma diktatörlük kararının iptaline, Kürtçe eğitim verilmesine, kişilerin istediği işi kurup çalıştırmasına taraftar mı? Solun lugatinde din özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, kişiye tapmaya zorlanmaktan azade olma özgürlüğü, eğitimde endoktrinasyona maruz bırakılmama özgürlüğü var mı?

Gezi olaylarında solcular demokratik prosedürleri ve ilkeleri ezdi geçti. Polis şiddetiyle meşru ve etkili mücadelenin, nefsi müdafaa durumu hariç, karşı şiddetle değil, idarî, hukukî yollarla ve barışçıl toplumsal protesto gösterileriyle verilebileceğini kavrayamadı. Polis şiddetini, onun sorumlularını idarî ve siyasî basamaklarda adım adım yukarıya doğru aramak yerine, şiddeti toplumsallaştırmanın aracı ve gerekçesi yaptı. Radikaller ‘devrim oluyor’, yaşlanmışlar ‘hükümet düşüyor’ havasına girdi. Olaylarda bilfiil yer alanlar ise, bizzat konuştuğum birçok genç veya kıdemli solcuda gözlemlediğim üzere, her şeyi kişiselleştirdi, şahsî intikam meselesine çevirdi. Sivillere, özel mülke ve kamu mallarına verilen zararları ‘bu olaylarda böyle şeyler olur’ diye açıkladı, meşrulaştırdı.

Türkiye’nin bu sol kafayla işi zor. Bu kafa ne özgürlüğe ne demokrasiye anlamlı ve yararlı bir katkıda bulunabilir.