Bir süre önce değerli sosyolog Nurhayat Kızılkan’ın sosyal medyadaki bir tartışmada sarf ettiği bazı sözleri gördüm. Kızılkan, özgürlükleri korumak için devlete karşı çıkılması gerektiğini söyleyen muhatabına, ‘evet, ama iki tane var, tutarlı olmak için ikisine de karşı çıkmak gerekir’ cevabını veriyordu. Bu sözün çok önemli ve anlamlı olduğu kanaatindeyim.
Bütün ülkelerde politikacılar ve bürokratlar vardır. Her ülkede, genel olarak, bürokratlar, atamayla göreve gelir; politikacılar ise siyasî kanallarla mevkilerine ulaşır. Anti demokratik sistemlerde siyaset rekabetçi değildir veya siyasî rekabet bildiğimiz tarzda tezahür etmez. Demokrasilerde ise yarışmacı siyasetle politikacılar yürütme makamına gelir.
Siyasî faaliyet ile bürokratik faaliyet birbirinden farklıdır. Değişik karakter özellikleri ve beceriler gerektirir ve kendileriyle iştigal eden insanlara değişik özellikler kazandırır. Demokrasilerde politikacılar gelip geçici bürokratlar kalıcıdır. Ortalama bürokrat, Anadolu deyişiyle, pek çok bakan harcar. Ofise, bütçeye, teknik bilgiye ve daha fazla zamana sahip olmaları yüzünden, bürokratlar politikacılara karşı daha güçlüdür, bilhassa bizdeki 657 gibi kamu görevlisi sistemlerinin olduğu yerlerde. Bunun bir anlamı şudur: Uzun vadede devlet iktidarını asıl kullananlar bürokratlardır. Bunu değiştirme imkânı yoktur.
Bu biz vatandaşları ağır bir problemle karşılaştırır: Bürokratik gücün dizginlenmesi, halkın hizmetine sunulması ve denetlenmesi. Halk lafta efendidir ama bunu fiiliyatta gerçekleştirilemez, çünkü bürokratla doğrudan bir teması yoktur. Bunu halk adına politikacı yapar. Politikacı bürokratik kadroları halkın talepleri istikametinde yönlendirir, çalıştırır, denetler. Bu olmazsa sisteme demokrasi denmez. Demokraside seçilmişin atanmışın amiri olmasının sebebi budur. Demokratik meşruiyete sahip olan politikacıdır.
Ancak, bürokratlar açık veya örtülü, doğrudan veya dolaylı olarak politikacıları azıtıp, uyutup kendi yolunda gitmeye çalışabilir. Bu durum bürokrasinin her alanında tezahür edebilir. Örneğin, polisler suçla mücadele görevini yürütürken kendileri suça bulaşabilir. Menfaat grupları oluşturarak yetkilerini ve kaynaklarını istismar edebilir. Tapu Kadastro’daki memurlar tapuları kendi üstlerine geçirmek için şebekeler oluşturabilir. Bunların farkına varmak ve çeteleşmeleri tasfiye etmek nispeten kolaydır. Çünkü bu tür sapmalar genel bürokratik yapı içinde çok dar bir alan işgal eder ve eninde sonunda açığa çıkar.
Mücadele edilmesi zor olan ve istisnaî olarak beliren, nispeten geniş bürokratik kadroların siyasî otoritede hak, pay talep eden bir örgütlenmeye gitmesidir. Bugün ülkemizdeki ana problem budur. Emniyet ve yargıda yoğunlaşan bir bürokratik yapılanma bürokratik hiyerarşiyi kırarak ayrı bir hiyerarşi oluşturmuş durumda. Otonom yapılanma emirleri politikacıların emrinde olan amirlerinden değil bir ayağı devlet dışında bulunan bu hiyerarşiden almakta.
Bu yapılanma politikacılar karşısında muazzam avantajlara sahip. En başta çok güçlü motivasyonlarla hareket ediyor. Politikacılar kısa vadeli hesaplar ve planlar yapabilirken o uzun vadeli planlamalar yapmış. On yıllar içinde sadakatle kendine bağlı ekipler yetiştirmiş ve kilit yerlere yerleştirmiş. Gizli olduğu için fark edilmesi zor. Toplumda rahatsızlığa yol açan birçok icraatın asıl faili o, ama yaptığı her yanlışlığın faturası politikacılara kesiliyor.
Bunun demokrasi ve demokraside sahip olunan tüm hak ve özgürlükler için ağır bir tehdit teşkil ettiği açık. Nurhayat’ın dediği gibi, şimdi bir anlamda iki devlet var. İlki, yani politikacıların işlettiği devlet açık, nispeten şeffaf, hangi kurallara tâbi olduğu ve içinde kimin neden sorumlu olduğu belli. Bu devletin patronunu, vatandaş olarak, ilk seçimde ıskartaya çıkarmaya muktediriz. İkincisi bu özelliklere sahip değil. Yapısını tam bilmiyoruz. Kimin nerede bulunduğundan, hangi yol ve yöntemlerle çalıştığından habersiziz. Bizim devlete emanet ettiğimiz yetkileri ve kaynakları kullanıyor ama hiçbir şekilde denetimize açık değil. Tam tersine, o bizim onları denetleme görevi verdiğimiz politikacıları gözetleme ve kendi amaç ve çıkarları istikametinde çalıştırma peşinde.
Böyle bir yapının demokratik siyaseti etkisizleştirerek devleti kontrol etmesine izin vermek köleliğe razı olmak anlamına gelir. Bugün Türkiye’nin ana problemi budur, geriye kalan her problem ikincil önemdedir. Bu yüzden, meseleyi bir şahıs meselesine indirgemek yanlış. Şahıslar geçici, sistem kalıcı. Böyle bir sistem bir kere tesis edilirse ondan kurtulmak inanılmaz derecede zor ve yüksek maliyetli olacaktır. Devlete bireysel özgürlükler adına haklı olarak karşı çıkanların bunu görmemesi ve gereğini yapmaması vahim bir hata olur. Tercih etmemiz gereken bürokratların kontrolündeki devlet değil halktan onay almış politikacıların yönetimindeki devlettir. Bunun adı demokratik devlettir.
Yeni Şafak, 05.04.2014