Dünya Gazetesi’ne göre, “TCMB 18.11.2021 Toplantısı Sonrası Ekonomik Görünüm” başlıklı bir çalışma kaleme alınmış ve “önemli noktalara dağıtılmış”. Bazılarınca hükümetin Türkiye Ekonomisi Modeli’nin (TEM) içeriğiyle örtüştüğü vurgulanan ve ortama “Parasının Değerini Düşük Tutan Ülkelere Karşı Yerli Üretimi Koruma (PDDTÜKYÜK) Modeli “olarak servis edilen bu açıklamayı ekonomik model yerine “kurgu” olarak nitelemek kanaatimce daha doğru.
Bu kurgunun Keynes ve Hayek kritiği soslu “ana tema”sı, Dünya Gazetesi’nde yayınlanan şekliyle şöyle (birebir kopya): “Bir soruna çözmek için önce teşhis koymak gerekir. Sorun, bir nedenden mi yoksa bir amaçtan mı kaynaklandığını anlamamız lazım… Ülkemizdeki iktisadi sorunun nedenleri yoktur, amaçları vardır. Bu amaç, özellikle ABD ve Avrupa’nın, ülkemizi sömürülecek pazar olarak kalmasını istemeleridir… Bu amaç ortada iken; … Boşuna dünyadaki teorilerle krizi çözmeye çalışmayalım. Öncelikle yapmamız gereken, krizin amacını ve aracını anlamaktır. Ancak bundan sonra iktisadi krizlerin (=işsizlik) nedenlerine yoğunlaşabiliriz.”
İddia sahibinin (kendi ifadesiyle) “çığlığından” kulağımda çınlayan tek cümle şu: “Boşuna dünyadaki teorilerle krizi çözmeye çalışmayalım.”
Evet, ifade aynen “dünyadaki teoriler”…
Daha da ötesi, açıklamanın satır aralarında bu “dünyadaki teorileri” kullanan iktisatçıların aslında bilimlerine ihanet ettikleri, kulaklarına üflenen sufleleri dillendirdikleri yönünde ifadeler dahi yer alıyor ve bu hain ekonomist güruhu Allah’a havale ediliyor. Bu ilahi ve uhrevi jargonlu pencereden bakınca bu kurguyu kritize etmek de dünya kökenli teorilere kıyasla güçleşiyor; cesaret istiyor.
Neyse…
Diyelim ki tamam; bu “kurgu”nun dayattığı gibi yüzlerce yılın birikimi olan dünya kökenli tüm teorileri reddettik; ekonomi kitaplarını yaktık; neden sonuç mekanizmalarını sildik.
ABD ve Avrupa’nın bu sömürgeci amacına karşı reçete ne? Reçete, Türkiye solunun önemli bir figürü olan Atilla İlhan’ın “Batı’nın Deli Gömleği” eserinden ilham alan edebi ve romantik bir jargonla formüle edilivermiş: “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Türkiye’ye giydirilen deli gömleğinin çıkarılması”.
Kurgu yazarının kendisine benzer çığlıklar atanlar arasında saydığı diğer isimler de sol tandanslı, ulusalcı, korumacılık taraftarı isimler: Kemal KURDAŞ, Oktay YENAL, Sadun AREN. Yani kurgunun referans çerçevesi sol, devletçi, yapısalcı hatta Marksist-Leninist anlayış.
Kurgunun ekonomik mekanizması da şu satırlarda açıklanıyor (birebir kopya): “Düşük kur yüksek faiz, cari açık, ekonomimizin fizyolojisini, para politikasını işlevsizleştirmektedir. Bu politikaya bağlı bütçe gelirleri ve borçlanmalar da ekonomimizin anatomisini, bütçesini etkisizleştirmektedir. Ancak işlevsel bir para politikası ve etkin bir maliye politikası, ülkemizdeki iktisadi kriz olan işsizliği ve enflasyonu çözebilecektir… Önerim, düşük kur yüksek faiz deli gömleğinin ülkemiz ekonomisi üzerinden atılması ve çıkmaz sokaktan sapılmasıdır… Düşük kur-yüksek faiz politikası, iktisat politikamızı şekilsiz hale getirmiştir… Ülkemiz ekonomi mimarisi, tasarruf açığı olsun, yabancılar doğrudan yatırım yapmasın, yerliler de rekabete kapalı alanlarda verimsiz projeleri ile uğraşsınlar diye kurgulanmıştır. Bu kurgu para politikası ile kur, faiz ve enflasyon değerlerinde oynayarak hayata geçirilmektedir. Enflasyon canavarını yenmek için düşük kur ile besliyorsun, yüksek reel faiz ile de güya canavarın boynuna halkayı geçiriyorsun. Düşük kur, imalat ve turizm sektörünü yabancıların önüne kurban olarak veriyor. Kur artışından yüksek belirlenen enflasyon, imalat ve turizm sektörünün maliyetlerini artırıyor. Bir darbe de oradan vuruyorsun. Son darbe faizden geliyor. Finansman maliyetlerini de artırarak bu sektörleri batırıyor ve iç istihdam kaynağını kökünden kurutuyorsun… Gerçek, ülkemizin ekonomi politikası siyasal istikrarsızlık ve sosyal huzursuzluk çıkaracak şekilde kurgulanmasıdır. Bunun aracı da düşük kur yüksek faizdir.”
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki “siyasal istikrarsızlık ve sosyal huzursuzluk” yüksek kurun, enflasyonun ve sonrasında devalüasyonların sonucu değil nedenidir. Düşük kur ve yüksek faiz ise her defasında muhatap kalınan reçetedir.
Öte yandan kurguda maliye politikasının Türkiye ekonomisinin “anatomisi”, para politikasının da “fizyolojisi” metaforu kullanılarak servis edilmesinin hiçbir analitik anlamı yok. Zira, maliye ve para politikalarından önce ekonomi teorileri ve modelleri gelir; ekonomi politikasının uygulanma önerileri de bu teorilere göre değişir. Velhasıl; teorisiz politika uygulaması, kör ve hedefsiz kalır. Bu yönüyle PDDTÜKYÜK kurgusu, teorisizliğe dayanması itibarıyla öncelikle temel bir entelektüel ve metodolojik açıkla maluldür. Eğer para ve maliye politikalarını teorik temellerinden koparma ve politika otoritesine keyfince para ve maliye politikası uygulama imkânı sağlamak ve bu keyfiyeti meşrulaştırmak amacı taşıyorsa, ekonominin işleyiş mekanizması, son derece ağır bir güven ve kredibilite kaybı maliyetine yol açacaktır.
İlaveten, her ne kadar kurguda güncel hayatta ulusal paranın değer kaybı manasında kullanılan “düşük kur” kavramı doğru bir şekilde “ulusal paranın değer kazanması” anlamında kullanılsa da kurgudaki tüm açıklamalar boyunca doğru şekilde kullanılan “kur azalması” teriminin “mekanizmanın kalbi” denilebilecek bir konuda, şu ifadelerde tüm anlamı bozacak şekilde yanlış kullanılması da dikkat çekiyor: “TL politika faizlerinin düşürülmesi, ülkemizde yabancı sıcak paraları kovacaktır. Fakat ülkemizde çift para olması ve dövizin paranın tüm fonksiyonunu yerine getirmesinden dolayı dolarizasyon artacaktır. Bu da TL kredilerde uzun vadeli faizleri artıracaktır. Bu, yeni stratejinin beklenen bir sonucudur. Kurların yükselmesi dolarizasyonu artırırken TL arzında kısma olur. TL borçlanarak tüketimi artırma ya da iç pazara dönük yatırım yapılmasının önüne geçer. Kur artışları, orta ve uzun vadeli TL faizleri artırdığı için yatırım ancak kur artışı, TL faizlerinin üzerinde ise gerçekleşir. Bu da iç talebi kısar ve ihracata dönük yatırımları artırarak programa katkı verir.” Bu ifadeler ancak “kur artışı” yerine “kur azalışı” ve “TL arzı” yerine “TL Talebi” yazıldığında bir anlam taşır. Buna göre de kurgunun önerisi, genel öneriyle de tutarlı olarak, TL’deki değersizleşmenin kısa dönem faiz oranından daha yüksek olmasıdır. Böylece, ihracatçıların bir yandan değersiz TL ile ihracat gelirlerinin artması diğer yandan da düşük faiz politikasıyla ucuz kredi ile TL fonlama yapılması sonucunda ihracata yönelik yatırımların artacağı öngörülmektedir.
Ancak, Numan Kurtulmuş’un medyaya yansıyan çığlığı ile bu ucuz kredileri alanların, Kurtulmuş’un deyişiyle (ne demekse) “ahlâksızca” davranarak TL’nin, fonlama faiz oranından daha hızlı değer kaybetmesinden doğan kazanç avantajını gözeterek, aldıkları kredileri dövize yatırdıkları da ortaya çıkıvermiş; böylece yukarıdaki naif sistemin ekonominin rasyonalizmi karşısında çöküverdiği de sübuta ermiştir. Hemen sonrasına da kredilerin nerelerde kullanıldığı takibe alınması yönünde bir talimat çıkarılmıştır.
Kurgudaki “Ülkemiz ekonomi mimarisi, tasarruf açığı olsun, yabancılar doğrudan yatırım yapmasın, yerliler de rekabete kapalı alanlarda verimsiz projeleri ile uğraşsınlar diye kurgulanmıştır” iddiası da çok naif, mesnetsiz ve anlamsızdır. Türkiye ekonomisine ve yöneticilerine de hakaret ve ithamdır. Bunu iddia eden öncelikle şu soruya da cevap vermek zorundadır: Kimdir bu kurgucu? Diyelim ki ABD ve Avrupa. Diyelim ki ekonomi teorileri de ekonomi politikaları da bu kurgunun bir parçası. İkinci soru da şudur: Bu kurgunun uygulayıcıları kimlerdir? Türkiye ekonomisini yirmi yıldır kim yönetiyor? Sayın Cumhurbaşkanı’nın Youtube’da dolaşan videosunda (https://www.youtube.com/watch?v=1w9sKWLCh4Q) “Ekonominin sorumlusu benim!” açıklamasını yaptığı ortada iken, sarf edilen sözlerin kime varacağının ve vuracağının daha basiretli seçilmesi gerekmez mi?
Aslında, kurguda asıl üzerinde durulması gereken iddialar, ekonomi teorileri ve ekonomi politikasıyla ilgili argümanlarda gizli. Nitekim, tam da bu alanda “deli gömleği”nden kastın şu olduğu daha da bir açığa çıkıyor: “Düşük kur (değerli TL) ve yüksek faiz” bileşimi”.
Bu deli gömleğine karşı çözüm önerisi ne: (Maliye politikasının karar sürecinin hantallığı ve sınırları dikkate alınarak) daha manipülatif uygulanabilen para politikası yoluyla “yüksek kur (değersiz TL) – düşük faiz bileşimi”ne geçmek. Yani, dezenflasyonist/daraltıcı/kuralcı para politikası yerine enflasyonist/genişletici/keyfî para politikası uygulamak; bu amaçla TCMB’nin bağımsızlığına son vermek, enflasyon artışına ve ulusal paranın değersizleşmesine aldırmamak, politika faiz oranını düşürerek finansal sektörü ulusal para basarak açıktan fonlamak, kredi hacmini artırmak.
Bu öneri; kurgunun para politikasının işlevsel kullanılamadığı iddiasını çürütüyor nitekim. Şöyle ki; kurgu, para politikasının daraltıcı yönlerde kullanılmasını işlevselsizlik olarak niteleyerek buna karşı enflasyonist ve genişletici yönde uygulanmasını savunuyor sadece. Peki bu enflasyonist/genişletici/keyfî para politikasından beklenti ne: “Yüksek kur (değersiz TL) ile birlikte ihracatın artması-düşük faiz ile özel sektörün ucuza fonlanması.”
Nihai noktada “yüksek kur” politikasıyla “Türkiye, parasının değerini düşük tutan ülkelerin politikalarına karşı kendisini korumaya alıyor” iddiaya göre.
İşte tam bu noktada akla şu can alıcı soru geliyor: Kim bu “parasının değerini düşük tutan ülkeler”? Mesela; TÜİK Haziran 2021 verilerine göre Türkiye ithalatında ilk altı sırada gelen Çin, Rusya, Almanya, ABD, İtalya ve Irak mı? Yoksa, ihracatta ilk altı sırada gelen Almanya, ABD, Birleşik Krallık, İtalya ve Irak mı? Ya da dış ticaretimizde payı nispeten daha az olan Hindistan, Pakistan, Endonezya, Malezya, Kore, Japonya, Güney Afrika, Brezilya, Arjantin falan filan mı? Eurozone, ABD ve Birleşik Krallık para birimleri karşısında TL’nin durumu ortada. 16 yıllık dönem için diğer ülkelerin para birimleri karşısında ne durumdayız bir bakalım madem:
Mayıs- Haziran 2006 | 20 Aralık 2021 | |
Çin | 2,63 | 2,82 |
Rusya – RUBLE | 0,055 | 0,18 |
Hindistan-RUPİ | 0,032 | 0,24 |
Pakistan-RUPİ | 0,026 | 0,10 |
Endonezya-RUPİ | 0,00016 | 0,0013 |
Malezya- Ringgiti | 0,033 | 0,24 |
Kore-WON | 0,0015 | 0,015 |
Japonya YEN | 0,013 | 0,16 |
Brezilya REAL | 0,67 | 3,17 |
Irak | 0,0011 | 0,012 |
Gana CEDİ | 1,33 | 2,92 |
Güney Afrika- Rand | 0,22 | 1,15 |
Somali- Şilin | 1,48 | 18,11 |
Etopya – Birri | 0,18 | 0,37 |
Kenya – Şilin | 0,021 | 0,16 |
Kolombiya – Pezo | 0,00063 | 0,0046 |
Meksika- | 0,13 | 0,65 |
Kısacası cevap ortada: Tüm dünya paralarına karşı yıllardır sistematik bir şekilde ulusal parasının değerini düşük tutan tek ülke zaten Türkiye.
Üstelik “google”landığında görüleceği gibi, bu değer kaybı öyle bir anlık bir şey değil, yıllar içinde kesintisiz devam eden ve son beş yılda hızlanan sistematik bir süreç. Bir iki istisna hariç tüm dünya ülkelerinin para birimlerine karşı da aynı durum söz konusu.
Enteresan olan; Türkiye ihracatının ve ithalatının en yüksek olduğu ekonomilerin ulusal parası TL karşısında en değerli olan ABD ve Avrupa ülkeleri olması. En çok ithalat yapılan Çin’in Yuanı dahi TL karşısında 15 yıldır sürekli değer kazanıyor. Buna göre ithalat ve ihracatın TLnin değerinin düşüklüğü ile doğrudan bir ilgisi yok denebilir. Asıl sorun yapısal ve bu yapısal sorunun da öyle altı ayda filan çözülebilmesi mümkün değil.
Böyleyken, çözümü “maliyeti enflasyon oranı altında tutulan krediyi değeri enflasyondan hızlı artan dövize yönlendirenlere haksız kazanç sağlama” yolunu açan “yüksek kur (değersiz TL)-düşük faiz” bileşiminde aramak, eğer kasıt bu değilse, ekonomi dışı bir “haksız zenginleşme” sapmasına yol açmaktan ve gelir dağılımını daha da bozmaktan başka bir sonuç üretemez. Bunun da hem ekonomik hem sosyal hem de politik maliyetleri olur ve olmaktadır.
Nitekim, 1 doların 18 TL’yi ve üç aylık kur düşüşünün de %100’ü aştığı noktada 20 Aralık 2021’de, TEM’den son çıkış mahiyetindeki “TL mevduatları faizinin dolar kuruna endekslenmesi” açıklanması ile dolar kurunun hızla düşürülmesi ve mevduat faiz oranının örtülü olarak artırılması ile “PDDTÜKYÜK” tarzı korumacı, parasal genişleme yoluyla ulusal parayı değersizleştirici – düşük faiz hedefli – enflasyonist ve hedefsiz kurguların çıkmaz sokak olduğu, kitlesel yoksullaşma ve haksız zenginleşme dışında bir sonucunun olamayacağı ve iktidar açısından politik maliyeti ve riski artırdığı da sübuta ermiştir.