Özgürlüğüne düşkün ve özgürlükçü edebiyattan haberdar kimseler, özgürlükle özel hayat arasında kopartılamaz bir bağ olduğunu bilir. Bireyin özgür olmasının anlamlarından ve açılımlarından biri, belki de en önemlisi, bireyin, kendi izni olmadan başkalarının giremeyeceği bir mahrem alanının olmasıdır. Mahrem alan deyince hemen ve sadece ev hayatını anlamamalıyız. Kamusal alandaki bazı hâl ve hareketlerimiz de özel alana girer. Örneğin, sokakta biz istemeden fotoğrafımızın çekilmesi, girip çıktığımız özel alanların kayda alınması, görüntülerimizin izinsiz kullanılması gibi şeyler de mahremiyetin ihlâli olarak görülebilir.
Özgürlükçü yazarlar birçok akademik ve edebî eserde özgürlüğü savunup özgürlüğün olmadığı yerlerde ve durumlarda nelerin vuku bulabileceğini tasvir etti, anlattı. Bu yazarların en ilginçlerinden G. Orwell’in iki eseri bu bakımdan özellikle dikkate değer. Orwell, Hayvan Çiftliği adlı alegorisinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde Stalin ile Troçki arasındaki iktidar kavgası üzerinden, sosyalist totaliterizmin insan hayatını kolektivize etmesini, bireyselliği öldürmesini, devlet iktidarını kahredici boyutlara taşımasını anlattı. 1984 adlı romanında ise, aynı yolda ilerleyerek, hem düşünceyi kontrolde hem izleme teknolojisinde çok gelişmiş bir totaliter sistemin, özel hayatı tamamen tahrip ettiği ve insanları en mahrem yerlerinde en özel anlarında dahi izlediği, kaydettiği, başka bir deyişle özel hayatı tamamen kamulaştırdığı bir tabloyu resmetti.
Orwell’in ve benzer şeyler yazan yazarların devletlerin gelişen teknolojik cihazları kullanarak özel hayat alanlarını işgal etmesi endişesinin yersiz olmadığını tarih ispatladı. Devletler vatandaşlarını izlemeye çok meraklı. Sanıldığının tersine, demokratik devletler bu tür icraatların dışında kalmıyor. Devlet devlettir ve ülke demokratik olsa da olmasa da devletler vatandaşlarını takip ediyor. Bu bakımdan demokratik devletlerle demokratik olmayan devletler arasında belki bir derece farkı var. Demokratik devletler zaman zaman yakalınıp kamusal teşhire maruz bırakılıyor ve geri adım atmaya zorlanıyor. Demokratik olmayan devlerler zaten bildiğini okuyor. Hatta, bazı devletler -ki bunların başında ABD geliyor- sadece kendi vatandaşlarını değil tüm dünyayı izliyor, dinliyor. Snowden’in açıkladığı bilgiler ortada…
‘Röntgenci’ devletler yetmezmiş gibi, şimdilerde, röntgencilerin sayısının tarihte eşi benzeri görülmedik ölçüde artması ihtimaliyle karşı karşıyayız. Devletlere ilâveten, artık hem devletlerin daha çok sayıda birimleri hem de özel şirketler ve hatta tekil bireyler insanları gizlice izleme, hareketlerini kaydetme, böylece toplanan bilgileri kolayca depolama ve nakletme imkânına sahip. Bunu mümkün kılan, kamera teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler. Kayıt yapan kameralar eskiden büyük ve pahalıydı. Çok miktarda yan ekipmanı vardı. Bunları geniş ölçekli kullanma gücüne yalnızca devletler (ve devletlerle iç içe geçmiş şirketler) sahipti. Şimdi ses ve görüntü kayıt cihazları düğmeler dâhil her yere ve her şeye yerleştirilebiliyor. Hatta Google’ın üzerinde çalıştığı türden gözlüklere monte edilebiliyor. The Economist’in işaret ettiği üzere (16 Kasım 2013), daha da kötüsü, kameraların yüz tanıma fonksiyonları eskiden hayal dahi edilemeyecek kadar gelişti. Artık herkes, her yerde, herkes tarafından, yüzü ve sesi kesinlikle tanınacak şekilde kaydedilebilir. Yani özel hayata potansiyel tehditlerin sayısı çok arttı.
Her teknolojik gelişme insanların önünde yeni ufuklar açıyor. Mikro kameralar da öyle. Mikro kayıt cihazları insanlara faili meçhul suça kurban olmama, fiziksel yetersizlikleri giderme, daha güvenli araç sürme, polis tarafından istismara uğratılmama gibi avantajlara kavuşturabilir. Ancak, diğer taraftan, istenilmeyen yerlerde ve şekillerde kayıt altına alınma, mahremiyetini koruyamama gibi sonuçlara da yol açabilir. Öyleyse, üstün kayıt teknolojisi cihazlarını istismar ve kötüye kullanma imkânlarını nasıl azaltabiliriz?
Demokratik proseslere açık ve hassas devletleri daha şeffaf hâle gelmeye ve yasal zeminden mahrum kayıt yapmamaya, asla tam başarıya ulaşamayacak olsak bile, zorlayabiliriz. Buna karşılık, çok sayıda dağınık bireyi tek tek kontrol etmek daha zor olabilir. The Economist’in önerisi, Facebook ve Google’ın kamu otoriteleri tarafından özel bilgileri gizli tutmaya zorlanması gibi (bunu bilgileri sadece Amerikan devletiyle paylaşmaya zorlanması olarak da okuyabiliriz!), yeni kameraların ve yüz tanıma teknolojilerinin bireylerin istedikleri takdirde anonim kalmalarına izin ve imkân verecek şekilde regüle edilmesini sağlamak. Bu ne kadar işe yarar, emin değilim. Ayrıca, hukuk sistemlerini bireysel mahremiyet ihlâllerini kesin olarak ve daha ağır cezalandıracak şekilde takviye edebiliriz. Kayıtları engelleyici cihazlar geliştirilmesini isteyebiliriz. Belki de en mühimi, gizli, hak ihlâli yapacak kayıtlar gerçekleştirmeyi kınayacak ahlâk ve kültür kodlarını yaymaya ve benimsetmeye çalışabiliriz…
Hiç şüphe yok ki, önümüzdeki yıllarda bu konu çok tartışılacak.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanmıştır.