Adettir, her yılın son günü TV kameraları, toplumun önde gelen isimlerine ve “sokaktaki vatandaşa” yeni yıl için beklentilerini sorarlar.
Onlar da alırlar sazı ellerine, saymaya başlarlar: Şiddetin son bulması, bütün dünyada barışın kurulması, yoksulluğun kalkması, yapısal değişikliklerin yapılması, çevrenin korunması…
İnsanların yöneticilerinden istedikleri her biri birbirinden kocaman ve birbirinden radikal yeni yıl beklentilerini okudukça aklıma şu soru gelir:
İyi güzel de canım kardeşim, devletten bu kadar radikal değişiklikler bekleyen sen; kendi hayatında böyle bir radikalizme hazır mısın?
Başkalarından radikal değişiklik istemek insanı radikal yapmaz. Aksine rahatlatıp gevşetir.
Sen zaten değiştiremeyeceğin şeyleri bir kenara bırak da kendi değiştirebileceklerine bak…
Sen, her Allah’ın günü elinde toz bezi ertesi gün yine oraya konacak olan tozlarla savaşa çıkan ev kadını! Hayatından çok mu hoşnutsun da, evdeki koltukların yerini bile değiştirmeye cesaret edemiyorsun? Yatağının başucundaki koca komodin yüzünden gardırobunun kapağının rahat açılmamasına ifrit olduğun halde neden yatak odandaki eşyaların yerini bile kıpırdatmıyorsun? Yılda 365 gün için için söylendiğin halde, neden bu yılbaşında artık kazık kadar olan oğluna, “Bundan sonra pantolonunu kendin ütüleyeceksin” deyivermiyorsun?
Sen, son on yıldır hiç tatil yapmadan çalışan Bay Yuppie… Geçen yılbaşı verdiğin, “artık daha çok tatil yapacağım” kararını neden uygulamadığını tahlil edebiliyor musun? Yaptığın işi çok sevdiğin için mi bu kadar çok çalışıyorsun yoksa bir şeyden kaçmak için mi? Boşversene, “Daha çok kazanmak zorundayım” gerekçene artık kimse inanmıyor, görmüyor musun? Geçen yıldan bu yana, çocuklar sensiz bir yıl daha geçirdi ve senden biraz daha koptu. Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun? Bence sen korkuyorsun. Çalışmak dışında başka hiçbir şey bilmediğinden işine sığınıyor ama şöyle bir kafanı kaldırıp “acaba hayatta başka neler var” diye bakmaya da cesaret edemiyorsun.
Sen, bir zamanlar aşık olduğun erkek için işini-mesleğini, hobilerini, alışkanlıklarını bir kenara itip o erkeğin gölgesi gibi yaşamayı seçen kadın… İçindeki boşluğun her gün biraz daha fazla büyüdüğünü görmüyor musun? Geçen yıl ve ondan önceki yılbaşında da kocanın daha fazla şeyinin sana battığını, artık ağız şapırtısına, maç merakına, espri anlayışına, hatta bir zamanlar sevimli gelen “maço” tavırlarına dayanamaz olduğunu; içinde biriken öfkenin, onun her söylediğinin tersini söylemek şeklinde ortaya çıktığını fark etmemiş miydin? Artık bu işkenceyi bitireceğim diye kendi kendine söz vermemiş miydin? Hâlâ neden dişini sıkıyorsun? Yoksa “yaşım gelmiş 40’a, şunun şurasında ne kaldı” diye mi düşünüyorsun?
Sen, nefret ettiği bölümde okuyan üniversite öğrencisi! Daha 25’inde bile değilsin ve kendini ömür boyu sevmeden çalışacağın bir mesleğe mahkûm ediyor, her şeye sıfırdan başlamayı göze alamıyorsun.
Sen, sevdiği genç burnunun ucunda yaşarken, “toplum ne der” kaygısıyla ona ulaşmak için kılını bile kıpırdatamayan ve belki de mutlu olma şansını ilelebet kaçırmak üzere olan genç kız! Neden ille de onun harekete geçmesini bekliyorsun? Neden bir cesaret, “av ve avcı” rollerine meydan okuyamıyorsun?
Sen, politikadan nefret ettiği halde, hayatını politikaya “adamış” yaşayan zavallı. “Halka hizmet istiyorum” diye kendini kandırıp duracağına, neden kendine daha uygun bir iş bulmuyorsun? Hem kendini hem de bizi ferahlatmıyorsun?
Ve ey sen köşe yazarı…
Yaz yaz sıkıldığın, yıllardır laf üretmekten bıktığın ve artık söyleyecek lafının kalmadığını fark ettiğin halde neden bir türlü “benden paso” diyemiyorsun? Anlı şanlı bir köşe yazarı olmaktan çıkıp “sıradan vatandaş”lığa geçmekten mi korkuyorsun?
Devleti öyle kolay değiştiremezsin, iktidarı da, toplumu da…
Ama kendini değiştirebilirsin.
Bu değişikliklerin çoğu para pul istemez. Sadece biraz cesur olmak ve “Ben gerçekte nasıl bir hayat istiyorum” diye sormak yeter…
Bugün ayın 31’i. Eline bir kalem kağıt al, ortadan ikiye böl. Bir tarafa istemeden yaptıklarını, öbür tarafa da isteyip de yapamadıklarını yaz.
Sonra da şöyle alıcı gözle bak bakalım, kimin hayatını yaşıyorsun!
Not: bu yazıyı 2000 yılbaşında yazmışım. Görüyorum ki, özel hayatlar söz konusu olduğunda, derelerin altından çok fazla su akmamış. Statükoculuk her zamanki gibi en güçlü akım! Yani bu yazıyı bir sonraki okur kuşağına bir kere daha okutmakta fayda var.
Yeni yılınız kutlu olsun.
Bugün, 31.12.2010