Fransa, 2,8 trilyon dolarlık milli geliriyle Dünyanın altıncı Avrupa Birliğinin ise üçüncü büyük ekonomisi. Kişi başına gelir 40 bin doların üzerinde. Yüksek insani kalkınma düzeyine, gelişmiş kimya(eczacılık), havacılık, otomotiv, askeri teçhizat, şarap, kozmetik ve parfüm endüstrilerine, dünyanın en fazla ziyaret edilen turizm destinasyonlarına ve en yüksek turizm gelirlerinden birine sahip. Buraya kadar her şey iyi gibi gözüküyor ama Fransa, son yıllarda kendi Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron tarafından bile “Avrupa’nın Hasta Adamı” olarak adlandırılıyor.
Öncelikle Fransa yeterince büyüyemeyen bir ekonomiye sahip. Hatta zaman zaman ekonomik küçülmeler yaşıyor. Fransa Ulusal İstatistik Enstitüsü verilerine göre, uzun bir süredir alarm veren ekonomik büyüme oranı son üç yılda, 2012’de % 0,0, 2013’de % 0,8 ve 2014’de % 0,2 olarak gerçekleşti. 1990 sonrasında kişi başına GSMH’sı diğer zengin ülkelerin hepsinden çok daha yavaş büyüyen (İtalya dışındaki) tek ülke.
Aşırı kamu borcu ve bütçe açıkları Fransa’nın diğer önemli sorunu. Fransa aşırı devletçi geleneğinin etkisiyle büyük ve verimsiz bir kamu sektörüne sahip. Kamu harcamaları, vergi yükü, bütçe açıkları ve borç düzeyi yüksek bir ülke. Bütçe açığı 2014’te GSYİH’nın % 4,3’ü düzeyinde ve uzun süredir artma eğilimde.
Kamu borcunun milli gelire oranı özellikle 2000 yılı sonrasında giderek arttı. Sözkonusu oran, 2010 yılında % 81,7 iken, 2014’te % 95’e ulaştı. Şu haliyle Fransa Maastricht kriterlerini sağlayamıyor. Gittikçe artan borç düzeyi, düşük büyüme hızı ve düşük enflasyonla birleştiğinde ülkenin krizler karşısında kırılganlığı giderek artıyor.
Dünya toplam ihracatı 2008-2013 döneminde % 15 artarken, Fransa’nın ihracatı % 5 küçüldü. Dünya ihracatındaki payı 2001 yılında % 5,2 iken, 2013’de % 3,5’e geriledi. Neredeyse her sektör bu pay kaybından oldukça olumsuz etkilendi. Ülke 2001 yılından beri her alanda hızla rekabet gücünü kaybediyor.
Fransa’da işsizlik de rekor düzeylerde. Euro Bölgesinin ikinci büyük ekonomisi olan Fransa’da 2015 yılı itibariyle işsizlik oranı % 10,7 ve bu oran birinci büyük ekonomi Almanya’nın % 4,7’lik oranının iki katından fazla.
İşsizlik oranı gençler arasında çok daha yüksek. Genç işsizliği 2008 yılında % 18’den, 2014’de % 24,3’e yükseldi. Fransız gençlerin çoğu yoğun bir hayal kırıklığı içinde ekonomik sisteme ve eğitim sistemine inancını yitirmiş durumda.
İşsizlik sorunu özellikle göçmenler aleyhine bir durum yaratmış gözüküyor. Ortalama Fransız vatandaşları için % 10’lar düzeyindeki işsizlik, özellikle müslüman göçmenler arasında % 25 -30’lara kadar ulaşıyor (AB ortalaması % 21,5). Ayrıca yoksulluk sınırı altında yaşayan ve sosyal dışlanma ile yüz yüze olanların toplam nüfus içindeki oranı özellikle banliyölerde çok yüksek.
Avrupa’da Müslüman nüfusun toplam ülke nüfusu içindeki oranının en yüksek olduğu ülke % 8 ile Fransa. Oran Almanya ve Belçika’da % 6, İngiltere ve İsveç’te % 5, İtalya’da % 4, İspanya’da % 2. İlginçtir, Fransız halkına sorulduğunda Müslüman nüfusun % 31 düzeyinde algılandığı ortaya çıkıyor.
Fransa, İşgücü piyasasında etnik kökene dayalı ayrımcılığın en yaygın olduğu ülke olarak değerlendiriliyor. Göçmenler istihdam ayrımcılığına maruz kalıyorlar ve ancak düşük ücretli işlerde çalışabiliyorlar. Bu grup içindeki yüksek işsizlik oranı aynı zamanda bir tür “etnik cezalandırma” olarak da okunabilir. Bu durum başörtüsü yasakları ve Fransa’nın kolonyal dönem uygulamaları ile birleştiğinde, müslüman işsiz gençler arasında yabancılaşmaya, nefrete, radikalleşmeye zemin hazırlıyor ve onları kolayca uluslararası terörizmin piyonları haline dönüştürebiliyor.
Öteki Fransa çok da iyi gözükmüyor. Avrupa’nın hasta adamı, ekonomik, sosyal ve siyasi tedaviye, dönüşmeye ihtiyaç duyuyor.
Hiçbir neden 13 Kasım gecesi gerçekleştirilen ve 129 masum insanın katledildiği Paris bombalamalarını ve ölümleri haklılaştıramaz. Yazımı terörün her türünü kınayarak bitiriyorum.
Yeni Yüzyıl, 17.11.2015