Wall Street Journal’daki haberin bu kadar yankı yaratmasını anlamak mümkün değil.
Zira o haber bize Uludere konusunda asıl merak ettiğimiz nokta hakkında hiçbir ipucu vermiyor.
Bizim yetkililerin, ABD subaylarından gelen “İsterseniz tesbit ettiğimiz konvoyu daha yakından izlemeye devam edelim” önerisiyle pek ilgilenmemeleri, hatta predatörlerin oradan uzaklaşmasını tercih etmeleri normal. Çünkü onlar zaten o sırada aynı konvoyu Heron’larla izliyorlar.
Olayda konvoyun ilk görüntü tespitinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait insansız hava araçları tarafından mı yapıldığı, yoksa WSJ’da yer alan haberde iddia edildiği gibi ilk istihbaratın ABD’den mi geldiği de ikinci derecede önemli.
Bizim beş aydır sabırla ve merakla sorduğumuz soru, ister Başbakan’ın dediği gibi “milli kaynaklardan” gelsin, isterse “gayri milli” kaynaklardan gelsin; sonuçta bu istihbaratı analiz edip operasyon kararını ve talimatını verenin kim ya da hangi merci olduğu…
Başbakan tam beş aydır, neyin doğru olmadığını açıklamakla meşgul. Taraf bir yayın yapıyor; Başbakan “Taraf’ın yayını doğru değil” diye açıklama yapıyor. Wall Street Journal bir yayın yapıyor; Başbakan’dan yine aynı açıklama “WSJ’ın haberi doğru değil…”
Peki doğru olan ne? Biz sizden aylardır neyin yanlış olduğunu değil, doğru olanın ne olduğunu açıklamanızı bekliyoruz ve beş aydır bunu bir türlü öğrenemiyoruz.
Üstelik, aydınlanmasını istediğimiz şey kırk kat sırra sarmalanmış bir faili meçhul cinayet ya da karmakarışık bir uluslararası komplo değil. Alt tarafı, bir emri kimin verdiğini; bu emri verenin yanıltılıp yanıltılmadığını, yanıltıldıysa kimin tarafından yanıltıldığını aydınlatacaksınız. Sonuçta, hepimizin beynini kurt gibi kemiren o soruyu cevaplayacaksınız: Olay bir kaza mı yoksa kasıt mı var?..
Bu kadar basit bir soru bu kadar uzun süredir cevaplanmayınca, istediğimiz kadar iyi niyetli olalım, olayın sorumlusunun bulunamadığını değil, bulunduğunu ama korunduğunu düşünmekten başka çaremiz kalmıyor.
Bakın İhsan Dağı Zaman’daki köşesinde hükümetin Uludere olayında takındığı tutum nedeniyle ortaya çıkan tabloyu nasıl yorumluyor:
“Askerle hükümetin ilişkisi, askerin sivil denetim altında olduğu bir tabloyu değil, birlikte hareket eden bir ‘asker-hükümet bloku’ görüntüsü veriyor. Sorun elbette ‘uyum’ değil, asker ve hükümetin bir ‘iktidar bloku’ gibi davranması. Böyle bir ilişki biçiminde taraflar birbirini korur ve kollar ama asker üzerindeki ‘sivil denetim’ gerçekleşemez.
Uludere olayının soruşturulmasında altı aydan bu yana bir sonuca ulaşılamamasının nedeni, asker ve iktidar arasında kurulan ‘iktidar bloku.’ ‘Blok’un tarafları, iktidar paydaşlarını zorda bırakacak hamleler yapmaktan, açıklamalarda bulunmaktan kaçınıyorlar. Bu, sivillerin asker üzerindeki denetimini işlevsiz kılmakla kalmaz, sivilleri iktidar paydaşı olan askerin elinde ‘rehin’ konumuna da düşürür.”
Bunlar hükümetin dikkate alması gereken önemli uyarılardır. Şunu anlamalıyız ki, ordu-sivil iktidar ilişkilerinin normalleşmesi, ordunun hükümetin hasmı olmaktan çıkıp müttefiki olması değildir. Ordunun iktidarın emrinde ve kontrolünde olmasıdır. İsterse o ordu artık “ıslah olmuş” bir ordu olsun; isterse o ordunun başındaki kişi parmak ısırtacak kadar demokrat olsun…
Bugün, 23.05.2012