Başbakan ve Bakan Çelik’in çıkışları, eski vesayetçi dilin üslubunu hiç aratmıyor.
Eski Türkiye’de hiçbir alanda olmadığı gibi siyasette de rekabet diye bir şey yoktu. Laikçiler, Kemalistler, Milliyetçiler, Dindarlar ve Kürtler, kısacası herkes vesayete sırtını dayamıştı; kimisi yandaş, kimisi de mağdur olarak. 12 Eylül referandumu ile bu güvenilen dağa kar yağdı ve herkes bir anda boşlukta kaldı. Fakat sırtını dayayacak tek şeyin, demokrasinin dayandığı millet olduğunu hâlâ anlayamayanların olduğu görülüyor. Eski Türkiye alışkanlıklarını ve ezberlerini bozmak belli ki birçok kişiye zor gelmiş.
Eski Türkiye vesayeti, zulüm mekanizması ile kimlik siyasetini üretti. Sistemin yandaşları daha ceberut, daha militan, daha milliyetçi, devletçi ve dışlayıcı bir sistem kurmak için jakobenulusalcı- darbeci partileri tercih ederken, sistem mağdurları ya tepki oylarına mahkûm oldular ya da dinî, etnik ve ideolojik kimliklerine. Bu nedenle, 1950’de Demokrat Parti’nin, 1983’te ANAP’ın ve 2002’de de AKP’nin iktidar olması tepki oyları ve kimlik siyasetinin sonucudur. Siyaset için serbest, adil ve eşitlikçi rekabet ortamı oluşturulmadığı sürece, siyaset oyunu da kendi kurallarına göre işleyemez. O zaman da siyasette rekabeti öldüren Kemalizm gibi tekeller, Ergenekon gibi çeteler, siyasi parti görünümlü mafyatik oluşumlar doğacaktır.
12 Eylül referandumu sadece vesayet hazretlerini yıkmadı, aynı zamanda AKP’nin de bahanelerini elinden aldı aslında. Artık dindarlar, Kürtler ve sistemin diğer mağdurları AKP için çantada keklik değil. Siyasi partiler artık gerginlikler, kimlikler, öfkeler, korkular ve tehditler yerine, özgürlükler, haklar, eşitlik, sağlık ve zenginlik gibi insan hakları ve temel ihtiyaçlar üzerine siyaset yapacak, rekabet edecek ve ona göre politikalar üretecektir. Eski Türkiye alışkanlığı olan o çatışma dilini kim kullanıyorsa kaybetmeye mahkûmdur. Çatışma dili nihayetinde siyaseten sistem mağdurlarına yaradı hep. Artık koşullar değişti ve bu dil herkese kaybettirecektir.
Bu nedenle, siyaset yapmak sanıldığının aksine AKP için de eskisinden daha zor ve çetin olacaktır. BDP’ye gelince, onun için hâlâ eski Türkiye iklimi nispeten devam etmektedir. Bu defa eski Türkiye alışkanlıklarını sürdüren, o zalim düzeni savunan, “tek dil, tek din, tek millet” tekerlemesine sahip çıkan aktör, eski Türkiye’nin mağduru AKP’nin olduğunu söylemek henüz biraz zor, fakat vaziyet ona doğru gidiyor.
Başbakan’ın “kimse anadilde eğitim beklemesin”, Devlet Bakanı Faruk Çelik’in Alevilerin zorunlu din dersi eylemine karşı “din dersi ile ne sorununuz var” çıkışını, eski Türkiye’deki laikçi vesayetçi sistemin buyurgan, dışlayıcı ve jakoben üslubunu aratmayan çirkin bir üsluptur. AKP yöneticileri şunu iyi bilsin ki “zorunlu din dersi ile zorunlu baş açma” kardeş ikilidir. Bunlar eski Türkiye alışkanlıklarıdır. İşine gelince demokrat, işine gelince jakoben olmak da eski bir Türkiye alışkanlığıdır. Bu alışkanlıklardan ve tekçi ezberlerden vazgeçmediğiniz takdirde ilk seçimde, bilemediniz ikinci seçimde buharlaşacaksınız. Türkiye’nin kısa siyasi tarihi bu tür hazin örneklerle doludur. Bundan sonra AKP’nin kullandığı her eski bir Türkiye söylemi, kitleler halinde kendisine oy kaybettirecektir.
Başını örtme, velilerin çocuklarına kendi inancı doğrultusunda ders vermesini talep etmesi ve anadilde eğitim gibi haklar evrensel insan haklarındandır. Bunlar AKP ya da devletin istemesiyle meydana gelmediği gibi onların karşı çıkmasıyla da yok olmazlar. Bunlar AKP ve jakoben Kemalist düzenden önce de vardı, sonra da olacaktır. Bunların garantörü insanlık ahlakı ve insanlık vicdanıdır. Bu haklar dünyanın çeşitli memleketlerinde ne zalim düzenleri dize getirmiştir.
Hz. Musa Firavun’la değil, onun zalim ve ahlaksız düzeniyle mücadele ediyordu. Amacı, Firavun’u yıkıp yerine geçmek değildi. Hele hele onun zalim düzenini kendi iktidarında sürdürmek hiç değildi. Bazı söylemlerinden öyle anlaşılıyor ki AKP, eski Türkiye alışkanlıklarını kendi lehine çevirip o zulüm düzenini devam ettirmek istiyor. Almanya’da Başbakan “asimilasyon bir insanlık suçudur. Anadilde eğitim bir insan haklarıdır” diyerek haklı ve doğru bir gerçeğe parmak bastı. Ama Türkiye’de “kimse anadilde eğitim istemesin” diyor, asimilasyona girmiyor bile. Peki Başbakan, Almanya’da doğru söyler, Türkiye’de şaşar mı? Şaşma için gerçek bir bahanesi var mı? Zorunlu baş açma, zorunlu din dersi, Kürtlerin kültürel ve dil hakları ve ülkedeki diğer mağduriyetler önündeki engelleri çözmek için, bugün AKP önünde engel neredeyse yok. Bunları çözmüyorsa, çözemediğinden değil, çözmek istemediğindendir. Ve şüphesiz ki halk bunu not etmektedir.
Türkiye’de normal şartlar altında dine soğuk olmayan ve demokrat bir parti her zaman için siyasette büyük bir aktör olur, hatta uzun zamanlar iktidar da olabilir. Fakat kendine demokrat, kendine dindar bir partinin artık Türkiye siyasetinde yeri olamaz. Çatışmayı doğuran eski zorba ve tekçi düzen üzerine barışı inşa edemezsiniz. Zaten çatışmayı doğuran o tekçi, dışlayıcı, gayri ahlaki ve gayri insani düzen değil midir?
Yeni Türkiye’de barışı, kardeşliği, kalkınmayı ve demokrasiyi korumak istiyorsak eski Türkiye alışkanlıklarını, eski Türkiye düzenini, eski Türkiye ezberlerini terk edeceğiz. Eşitlikçi, adaletçi, hakkaniyetli yeni bir dil ve tabi ki yeni bir eylem geliştireceğiz.
Taraf- Hertaraf, 20.10.2010