Geniş toplumlar içinde müreffeh hayat yaşayan insanlar olarak, insanlığın gelişim macerasını nadiren merak ederiz. İçinde bulunduğumuz şartları veri alır ve her ne olursa olsun hep öyle kalacaklarını zannederiz. Sanırız ki daima refah içinde, sağlıklı ve uzun ömürler yaşayacağız. Bu zan bizi geniş toplumlar kurmanın /oluşturmanın ve refaha ulaşmanın altında yatan faktörleri ve kurumları incelemekten ve kavramaktan uzaklaştırır.
Popüler kültür ve söylemler, meselâ yazarların ve politikacıların dilinde, “birlik ve beraberliği”, “bizim” “diğerlerinden” farklılığımızı (sıklıkla üstünlüğümüzü) vurgular. Halk katında da aynı anlayış yaygın kabul görür. Birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmemiz hâlinde her sorunu çözeceğimiz, hiç kimsenin (örneğin diğer devletlerin ve terör örgütlerinin) bizimle baş edemeyeceği iddia edilir. Ulus devletlerin çıkar mücadelelerine sahne olan bir dünyada bu söylemin tamamen anlamsız olduğu söylenemez. Ancak, tarihin uzun yürüyüşü içinde ulus devletin yalnızca küçük bir parantez teşkil ettiği hatırlanırsa, asıl meselenin bugün açık, büyük veya geniş toplum adını verdiğimiz toplumların nasıl korunabileceği olduğu anlaşılır. Zira, iyi hayat şartlarımız ulus devletlerin varlığına değil, açık toplumun özelliklerinin muhafaza edilmesine bağlıdır.
İnsanların toplum içinde yaşaması herkese çok fayda sağlar. Ancak, insan toplumlarının genişlemesi bir takım problemler de yaratır. Nüfusu elli civarında, sekiz-on aileden müteşekkil küme toplumlarında insan ilişkileri hep yüz yüzedir. Toplum içinde farklılaşma yok denecek kadar azdır. Herkes birbirine benzer. İnsanlar birbirlerinin özelliklerini ve ihtiyaçlarını bilir ve bir diğerine ona göre muamele eder. Toplumlar genişledikçe insanların ilişkisi belirsizleşmeye ve insanlar birbirinden farklılaşmaya başlar. Modern toplumlarda insanlar ve gruplar arasında dil, dinî inanç, ırk, ideoloji, felsefî görüş, hayat tarzı, menfaat, kıyafet, zevkler, tercihler, değerler vb. bakımlardan muazzam bir fark vardır. Bu, insanlar arasında ihtilâflar yaratabilir. İnsanların birbirinden uzaklaşmasına, bazı durumlarda tahripkâr çatışmalar içine girmesine sebep olur. Bunların vuku bulması toplumun çözülmesine ve dolayısıyla toplu yaşamanın avantajlarının ortadan kalkmasına yol açar.
Bu durumdan nasıl kaçınabiliriz? Farklılıklarımızın ayrışma, ayrılma, çatışma sebebi olmasını nasıl önleyebiliriz? Sıradan lisanda birleşme ve bütünleşmeden çok bahsedilir ama bu birçok durumda ya anlamsızdır ya da yanlıştır. Bazı durumlarda faydadan çok zarar verebilir. Zira iki farklı hayat tarzının, iki farklı menfaatin, iki ırkın, çatışan otorite taleplerinin, yarışan dinlerin bütünleşmesi imkânsızdır. Aynı anda birden çok temelde bütünleşme olamayacağından, her alanda bir şıkkın tercih edilmesi gerekir. Bunun anlamı, tercih edilenin dışında kalan şıkların ya yok edilmesi ya da insanların onların tercih etmesinin engellenmesi gerektiğidir. Neyi esas alırsak alalım, neye dayanırsak dayanalım, bu, toplumda ayrımcılıkların, baskının ve tahakkümün yolunu açar. Toplumları bütünleşmeye değil ayrışmaya iter.
Bu yüzden açık toplumlar esastan çok usul, içerikten çok çerçeve üzerinde ittifak etmek zorunda. Beraber yaşama kurallarına dayanmak ihtiyacında. Bunu söylerken, toplum kesimleri arasında çakışmalar, kesişmeler ve iç içe geçmeler olmayacağını iddia etmiyorum. Ortak hayat tecrübesinin süresi uzadıkça bunlar şu veya bu ölçüde mutlaka gerçekleşecektir. Burada mühim olan bunun, tamamıyla değilse de en azından önemli ölçüde, aşağıdan yukarı ve kendiliğinden gerçekleşmesi.
Kısaca, beraber yaşamamız her alanda bütünleşmeye değil, beraber yaşamanın usule ilişkin kurallarını geliştirmeye, korumaya ve saymaya bağlı.
Yeni Yüzyıl, 07.11.2015