Müslüman Dünyada Sivil Toplum: Dün, Bugün, Yarın

Sivil Toplum Bir Batı Tecrübesi mi?

Kamu otoritesi dışında belirli bir amaç için bir araya gelmiş insanların oluşturduğu gönüllü organizasyonların tümüne sivil toplum adı verilir.

Ticari  şirketler, dini cemaatler, kiliseler, hemşeri dernekleri, engelli dernekleri, işçi sendikaları, meslek örgütleri, kadın hareketleri, spor ve müzik kulüpleri, yardımlaşma ve eğitim dernekleri ve en önemlisi aileler gönüllü olarak kurulan sivil yapılardır.

Bu açıdan sivil toplum, kamu otoritesi dışında örgütlenmiş her türlü faaliyetin adıdır. Onların amacı, işbirliği ile hayatı kolaylaştırmak, kamu otoritesinin tek başına veya tek bir merkezden çözmeye çalıştığı sorunları daha fazla imkâna ve bilgiye sahip olan ve sorunları daha iyi bilen kişilerin oluşturduğu birlikteliklerle çözmektir.

Bu tanımlama, birçok yazar tarafından benimsenmemekte ve sivil toplum kavramının Batı siyasi kültürüne ait bir düşünce olduğu sıklıkla söylenmektedir. Hatta Şerif Mardin sivil toplumu “Batı rüyası” olarak tanımlar. 

Mardin’e göre sivil toplum düşüncesi 13. yüzyıldan itibaren zayıf krallarla feodal asillerin otoriteleri arasında sıkışan şehirli insanların siyasi hak ve yetkilere sahip olma mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 

Bu şehirli orta sınıf, ticari başarısını hak ve özgürlüklerini artırmak için kullanmış ve bu haklar çerçevesinde oluşturdukları birliktelikler, zaman içinde hükmi (hukuki) şahsiyet ve kolektif bir kimlik kazanmıştır.

Bu minvalde sivil toplum düşüncesi, bireylerin özgür faaliyet alanlarının genel ismini ifade eder olmuştur. Konuya bu şekilde bakıldığında sivil toplumun bir Avrupa tecrübesi olduğu söylenebilir. Fakat Avrupa siyasi tecrübesi içinde sivil topluma yüklenen anlamların farklı olduğu gözden kaçmamalıdır. 

Teknik kullanımıyla “sivil toplum” ifadesinin tarihi Thomas Hobbes ve John Locke’a kadar uzanır. Locke, sivil toplumu bireylerin kamusal alanda sahip oldukları hakları ifade etmek için kullanıyordu. Ona göre doğal durumdan çıkmış ve haklarının bir 

Müslüman dünyadaki totaliter devletler, sürekli sivil toplumla çatışma içinde oldu. Özellikle Arap dünyasında yöneticiler, sivil faaliyetleri iktidarları için bir tehdit olarak algılamaktalar. Sivil toplum örgütleri ise gönüllü birliktelikler yoluyla sorunları çözen ve hayatı kolaylaştıran çalışmalar yaparken aynı zamanda devlet otoritesine karşı alternatif bir politik güç meydana getirmektedirler. 

kısmını kamuya devretmiş olan insanların bulunduğu bir toplumda belirli amaç için bir araya gelmiş insanlar sivil toplumu oluşturur. Bir kamu otoritesinin kurulmasından sonra doğal durum sona erer fakat insanlar doğal durumda yaptıkları birçok işi devam ettirirler. 

Sözleşmeden sonra kamu dışında yürütülen faaliyetler, sivil toplumu oluşturur. Georg W. F. Hegel, aile ile devlet arasında bulunan bütün kültürel ve ekonomik ilişkilerin oluşturduğu yapıya sivil toplum adını verdi.

Hegel, sivil toplumla devlet arasında bir nicelik farkı görür. Ona göre sivil toplum, devletin daha ilkel halidir. Karl Marks ise bunlar arasında bir karşıtlık kurar. Ona göre sivil toplum, sınıfsal bölünmelere göre biçimlenen bir sömürü biçimidir.

Kavramın soy kütüğüne dair farklı bakış açılarını göz önüne alırsak sivil toplumun Batı siyaset kültürüne ait olduğu fikri tartışmaya açık hale gelir. Sivil toplum temelde kamu otoritesi ile bireysel özgürlükler arasındaki gerilimin tarihsel ürünüdür. 

Devlet otoritesinin olduğu her yerde bu otoritenin baskı ve belirlemelerinden bağımsız faaliyet alanı da oluşur. Bu faaliyet alanı ne kadar geniş olursa o toplumda siyasi ve ekonomik özgürlükler de o kadar geniş demektir. Bu nedenle sivil toplumun gelişmişliği, birey özgürlüğü ile yakından ilgilidir.

Müslüman Dünyada Sivil Toplum Neden Gelişemedi?

Müslüman dünyada siyasi ve ekonomik özgürlüklerin yeterince gelişmemiş olması, hükümet dışı gönüllü organizasyonların faaliyetlerini ya engellemekte ya da bu gönüllü işbirliği çabalarının sürekli siyasete veya yasal olmayan faaliyet alanlarına kaymasına neden olmaktadır.

Bunun nedeni, kanuni ve psikolojik baskının olduğu yerlerde, sadece direnci ve sivil motivasyonu yüksek olan işbirliği çabalarının varlığını devam ettirebilmesidir.

Bunlar ise ya terör ve mafya gibi şiddete dayalı yasadışı Paryapılanmalar ya da gizil amaçları ve hiyerarşik yapılanmaları olan dini ve ideolojik örgütlerdir. Oysa sivil toplumun faaliyet alanı, çevreden eğitime, ticaret, spor ve eğlenceye kadar birçok alanı içine alır.

Bu açıdan bakılırsa Müslüman dünyadaki sivil toplum daha ziyade dini içerikli siyasi hareketler görünümündedir. Bu durumun nedenlerini Müslüman dünyanın siyasi geçmişinde bulabiliriz.

Osmanlı örneğini gözden geçirdiğimizde Osmanlı’da bütün mülkiyet devlete aitti. 12. Yüzyıldan itibaren vakıfların kurulması, devlet otoritesi dışında gelişen faaliyet alanlarına kapı aralıyordu. Vakıflar sayesinde hükümdarın tasarrufundan ayrı bir mülkiyet yapısı ortaya çıkmıştı.

Bu vakıflar sayesinde eğitim, ticari hayat, yardımlaşma gibi sosyal sorumluluklar insanların sivil faaliyetler yapabilme becerilerini geliştirmelerine sebep olmuştu. Hatta akademik faaliyetlerin büyük kısmının finansmanını bu vakıfların sağlaması, ulemanın sivil halkı temsil etmesini sağlamıştı.

3 Mart 1924 tarihinde Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıyla sivil inisiyatifler yasadışı kabul edilmiştir. Kamu otoritesinin bu tavrı, sivil teşkilatlanmaların kurulmasını engellemiş veya bunları devlet-sivil toplum (ya da devlet-vatandaş) antagonizmi içinde bırakmıştır.

Bu sivil-devlet çatışması, sadece Türkiye tecrübesi değildi. Yirminci yüzyılın birinci yarısı, Müslüman dünyada sömürgecilikten diktatörlüklere geçiş dönemiydi. Siyasi meşruiyetten yoksun olan ve sömürgecilerin menfaatlerini kollamaları için geride bıraktıkları diktatör idareciler, gönüllü sivil faaliyetleri, otoriteleri için sürekli bir tehdit olarak gördüler.

Bu faaliyetlere karşı giriştikleri engelleme çabası, sivil kurumları sürekli olarak siyasi içerikli faaliyetlere yöneltti. Bunun tipik örneklerinden biri, Mısır’daki İhvan-ı Müslimin hareketidir. İhvan hareketinin kurucusu Hasan el- Benna mahalle camileri, dini eğitim veren ve okuma-yazma öğreten eğitim kurumları inşa etmenin yanında halka açık küçük hastaneler ve dispanserlerin kurulmasına öncülük etti.

İhvan, farklı sektörlerde ama birbirini destekleyen küçük işletmelerle ticari faaliyetlere de girişti. Halkla doğrudan temasa geçmiş olması ve ihtiyaçlarına cevap vermesi nedeniyle Mısır’da büyük bir toplumsal tabana yayıldı.

El- Benna, siyasi faaliyetlerden sakınma konusunda özel bir ihtimam göstermesine rağmen sürekli kanuni takibe uğradı. Bu takibatlar, İhvan’ı Seyyid Kutup’la birlikte devlet otoritesine karşı bir siyasi muhalefet hatta zaman zaman direniş hareketine dönüştürdü. Mısır, tarihi tecrübeler birbirinden kısmen farklı olsa da Müslüman dünyanın bir prototipidir.

Ayrıca sömürgecilik, gündelik insani sorunlarla ilgili gönüllü işbirliği çabalarını siyasileştiren/fanatikleştiren diğer bir etken olmuştur. Cezayir’deki sivil toplum tarihi buna tipik örnektir. 1920’lerde Cezayir’de kurulan Nadi hareketi, orta sınıf dindar tüccarlar, öğretmenler, entelektüel ve din adamlarından oluşuyor ve bir sivil organizasyon olarak yürüyordu.

Bu hareket, 1931’de Abdulhamit bin Badis’in Müslüman Bilginler Birliği’ni kurmasına temel teşkil etti. Birlik başta ilmi, dini ve ahlâki gerekçelere dayanırken sonraları bağımsızlık için mücadele eden bir yapıya büründü. 1964’te ise İslami Değerler Örgütü’ne dönüştü. Daha sonra bu hareket, İslami Selamet Cephesi’nin temellerini oluşturdu. Benzer bir durumu Bosna’da da görebiliriz.

1941 yılında Yugoslavya’da kurulan Mladi Muslimani cemiyetinin amacı, İslâmi düşüncenin ve kültürün ihyası, Müslümanların yeniden özüne dönmesi, tarihleri ve dini geleneklerine uygun olarak yeniden eğitilmesi ve Müslüman mültecilerin, yetimlerin ve savaş mağdurlarının ilgilenileceği sosyal ve hayır kurumlarının gelişimiydi.

İzzet Begoviç ve Ömer Behmen gibi öncüler, şiddet eylemlerine karışmamış olmalarına rağmen uzun yıllar hapis cezası aldılar. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra bu hareket, Demokratik Eylem Par tisi (SDA) adıyla siyasete girdi ve Bosna’nın bağımsızlık mücadelesini yürüttü.

Sivil Toplumu Engelleyen Bir Unsur: Devlet-Toplum Çatışması

Mısır örneğinde olduğu gibi kamu otoritelerinin diktatörler aracılığıyla sivil faaliyetleri engelleme çabaları, Müslüman dünyada sivil toplumun gelişimini sürekli geciktirdi; piyasa süreçlerinde çalışmak isteyen birliktelikleri radikalleştirdi ve iktidara karşı alternatif bir yapılanmanın içine girmelerine sebep oldu.

Sivil toplumun devletle sürekli bir çatışma içinde bulunması, gönüllü birlikteliklerin ruhuna aykırıdır. Çünkü gönüllü işbirlikleri, toplumun ihtiyaçlarını karşılama, devletin sorumluluklarını azaltma ve bireylere toplumun gelişimi için fırsat tanıma amaçları taşır.

Toplumlardaki ilerlemeler insan ilişkilerinin bir yan ürünüdür. Bu ilişkiler aracı kurumlar vasıtasıyla olur. Bu aracı kurumlar, sivil toplumu oluşturur. Devletle bireyler ve toplum arasındaki gerilim, bu gönüllü işbirliğinin kurulmasını ya da faaliyetlerini engeller.

Müslüman dünyadaki totaliter devletler, sürekli sivil toplumla çatışma içinde oldu. Özellikle Arap dünyasında yöneticiler, sivil faaliyetleri iktidarları için bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Buna karşın sivil toplum örgütleri ise pozisyonlarını ve sorumluluklarını devletin kendilerine karşı tavrına göre şekillendirmekte, gönüllü birliktelikler yoluyla sorunları çözen ve hayatı kolaylaştıran çalışmalar yaparken aynı zamanda devlet otoritesine karşı alternatif bir politik güç meydana getirmektedirler.

Müslüman dünyadaki kamu otoritesinin sınırlayıcı, dışlayıcı ve müdahaleci tavrına karşı sivil faaliyet yürütmeye çalışan örgüt ve kuruluşların bir kısmı ikinci bir güç merkezi ve mevcut otoriteye karşı bir alternatif olmaktan ısrarla kaçındılar.

Bu hareketler, kamu otoritesini sürekli bir muhatap olarak gördüler. Orada bazı sorunların olduğunu ve bu sorunların zaman içinde düzeleceğini, bunun için çalışmak gerektiğini, kamu otoritesinin karşısında ikinci bir alternatif otorite yapılanmasına girmekten kaçınılması gerektiği düşündüler.

Hasan el-Benna’nın İhvan’ı, İzzet Begoviç’in Mladi Muslimani’si, Necmettin Erbakan’ın Milli Görüş’ü, Raşid Gannuşi’nin Nahda’sı bu ikinci türe tipik örneklerdi.

Bu hareketler, sürekli sistemin içinde kalmaya ve otoritenin sebep olduğu antagonizmden sakınmaya çalışmışlardır. Sivil organizasyonlar, bu tavrı sürdürme konusunda her zaman başarılı olamadılar. Bazı örgütlenmeler, tamamen alternatif bir siyasi otorite gibi hareket ettiler ve hiyerarşik yapılanmalara yöneldiler.

Bu tür İslami hareketlerin finansmandan, eğitimden, spordan, sanattan, gazete ve yayınlardan sorumlu elemanları ve onların da emir aldıkları üst yapılanmaları vardı. Bunlar, kamu otoritesinin sahip olduğu tüm toplumsal aygıtlara alternatif kurumlar ve istihdam alanları ihdas ettiler.

Müslüman Dünyada Sivil Toplumun Bugünkü Durumu

Tüm dünya için olduğu gibi Müslüman dünya için de 1990’lı yılların başı birçok bakımdan bir dönüm noktası olmuştur. Doğu Bloku’nun çökmesiyle Soğuk Savaş sona ermiş ve dünyanın her yerinde olduğu gibi Müslüman dünyada da özgürlük ve demokrasi düşüncesi güçlenmeye başlamıştır.

Fakat bir taraftan açık toplum ideali yayılırken diğer taraftan Filistin ve Afganistan’daki işgallerden sonra Bosna ve Çeçenistan savaşlarının başlaması, Müslüman dünyada şiddet ve fanatizm temayüllerini artırmıştır. Bu durum, Müslüman dünyanın genelinde hükümet dışı organizasyonlara endişe ile bakılmasına neden oldu.

Aslında bu endişe, işbirliği ruhunu olumsuz etkilemekten olabilziyade gönüllü birlikteliklerin daha çok şiddet temayülü göstermesine veya kapalı örgütler olmasına yol açtı. Karizmatik ve ruhani liderleri, hiyerarşik yapılanması ve gizli gündemi olan bu kapalı örgütler, hiç şüphesiz sivil toplum gibi çalışır.

Fakat sivil toplum kavramı daha özelde toplumsal sorumlulukları elbirliği ile yerine getiren şeffaf teşkilatlanmaları ifade eder. Bu dini cemaatler, bu sorumluluklara önemli katkılar sağlar fakat faaliyetlerinin arkasında siyasi amaçlar barındırmaları, uluslararası dayanışma ağlarına endişe ile yaklaşmaları, sivil toplumun barışcıl ruhuna aykırıdır.

Bu açıdan doksanlı yıllarla başlayan sivil toplum rüzgârı, birçok olumlu örneğe rağmen Müslüman dünyada yeterli gelişme gösteremedi. Örneğin Yemen’de 1994’te Arap Demokrasi Enstitüsü (Arab Institute for Democracy), 1996’da Muntada el-Qadai adlı hukuk çalışanları derneği bu sürecin ürünleri idi. Ancak bu tür dernekler, radikal ve ideolojik yapıların gölgesinde kaldı.

Sivil toplum düşüncesinin gelişimi merkezi bürokrasinin faaliyet alanının daralması, toplumsal inisiyatifin artması ve ekonomik ve kültürel hayat üzerindeki devlet kontrolünün azalmasına bağlıdır.

Bugün bu üç özelliğin Müslüman dünyada ne durumda olduğuna bakarsak devlet yönetiminde siyasi ilkelerden çok katı bürokrasi ve kapalı devlet yönetimleri ile karşılaşırız. Diğer taraftan bireylerin sivil faaliyetlerine endişe ile bakılmakta, kamu otoritesi, sivil toplum boşluğunu devlete bağlı sivil sendika, dernek ve odalar üzerinden yürütmektedir.

Bu örgütler, hükümetin merkeziyetçi kararlarına sivil meşruiyet sağlama işlevi görürler. Oysa bunların hükümetlere alternatif olmamaları gerektiği gibi dayanak olmaması gerekirdi.

Sivil Toplum İç in Bir Gelecek Vizyonu

Siyasi ve ekonomik özgürlüklerin yeterince gelişmemiş olması, totaliter devletlerin aile hayatından ticari hayata kadar tüm toplumsal faaliyetleri yönlendirme isteği ve gelişmiş devletlerin Müslüman ülkeler üzerindeki zorlayıcı ve gizli politikaları Müslüman dünyada sivil toplumun gelişimini olumsuz etkiledi.

Buna rağmen Müslüman dünyanın sivil toplum deneyiminin tamamen başarısız olduğunu söylemek doğru değildir. Bosna Savaşı nedeniyle 1995 yılında İstanbul’da kurulan İHH İnsani Yardım Vakfı,  Bosna’dan sonra Çeçenistan, Kosova, Pakistan Açe, Filistin ve Afrika Sahra-altı ülkelerde savaş, kıtlık ve afetler nedeniyle zarar görmüş olan insanlara yardım sağlamıştır.

Müslüman dünyada faaliyet alanı en geniş sivil kuruluş İHH gibi görünmektedir. Sivil toplumun gelişmesinin siyasi ve ekonomik özgürlüklere bağlı olduğunu tekrar vurgulamakta yarar vardır. Başka bir kriter ise gönüllü faaliyet alanlarının çeşitlenmesidir.

Ticari ve sınai faaliyetler, insan hakları, çevre, eğitim, sağlık ve sosyal sorumluluk alanlarında dengeli bir dağılıma ihtiyaç vardır. Ancak çeşitlenme sürecinde en önemli nokta, sivil toplum örgütlerinin finansman ve karar mekanizmaları açısından özerk bir yapıya sahip olabilmesidir.

Spor kulüpleri, ticari kuruluşlar veya sendikalar kamu otoritesi ile ilişkilerini çatışma, dayanışma ve menfaat üzerine kurmaktan sakınmalı; açık, şeffaf ve şiddetten uzak faaliyet alanları açmaya ve ısrarla bu faaliyetleri sürdürmeye gayret etmelidir.

Bu ölçütlere uygun sivil toplum örgütleri, son zamanlarda aktif bir şekilde faaliyetlerde bulunmaktadır. Pakistan’da Alternate Solutions Institute, Azerbeycan’da Azadlıq Çırağı, Nijerya’da AfricanLiberty. Org ve Initiative for Public Policy Analysis, Fas’ta Minber el-Hurriye, İran’da Cheraghe Azadi, Türkiye’de Liberal Düşünce Topluluğu Müslüman dünyada özgür toplum değerlerini yaymak ve geliştirmek için çalışan gönüllü derneklerdir.

2011’de İstanbul’da Türkiye, Pakistan, İngiltere, Malezya, Kırgızistan ve Fas’tan akademisyen ve aktivistlerin öncülünde kurulan Istanbul Network for Liberty, Müslüman dünyadaki sivil toplum tecrübesine önemli katkılar sağlamaktadır.

Bu yeni kuşak örgütlerin köklü geleneği, deneyimi ve açık toplum perspektifi güçlü olan dini örgütlerle faaliyetler yürütebilmesi, sivil toplumun Müslüman dünyadagelişmesi için fırsatlar sağlayacaktır.

Kaynakça:

Şerif Mardin, “Civil Society and Islam”, Sivil Society: Theory, History and Comparison, editör: John A Hall, Cambridge 1995, s. 278.

Şerif Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul 1990, ss. 10-11.

John Locke, Uygar Yönetim Üzerine İkinci Deneme (Sivil Toplumda Devlet), Metropol Yayınları, çev.: Serdar Taşçı, Hale Akman, İstanbul 2002, ss. 75-79.

Ömer Çaha, “Osmanlı’da Sivil Toplum”, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Vol. 49, No. 3-4, Jan. 1994, s. 81. Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, s. 23.

Andrea Liverani, Civil Society in Algeria: The Political Functions of

Associational Life, Routledge Press, London 2008, s. 3, 5.

Cenap Çakmak, “Müslüman Kardeşler Bir Sivil Toplum Örgütü mü?”,

Akademik Orta Doğu, sayı: 2/1, 2007, ss. 75, 91.

Salih el-Verdani, Mısır’da İslami Akımlar, Fecr Yayınevi, Ankara 2011, s. 79.

Liverani, Civil Society in Algeria: The Political Functions of Associational Life, ss. 14, 15.

Ömer Behmen, Genç Müslümanlar 1939-2005, Çev.: Nevzat Akkuş-Amire Yarar, Ant Kreatif Yayınları, İstanbul 2008.

Sheila Carapico, Civil Society in Yemen: The Political Economy of Activism

in Modern Arabia, Cambridge University Press, Cambridge 1998, s. 196.

Çaha, “Osmanlı’da Sivil Toplum”, s. 79.

 

Dernekler Dergisi, 13.05.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et