Ekim devriminin Müslüman dünyaya etkileri

Ekim devriminin yüzüncü yılına erdik. Acaba Ekim devrimi neydi? Niçin ve kime karşı yapıldı? En çok kim etkilendi? Bu sorular çok soruldu, devrimin ideolojik yönünü tasvir eden ve değerlendiren lehte ve aleyhte birçok çalışma yapıldı, ama ben Ekim devriminin siyasî tarih açısından yeterince ele alınmadığını düşünüyorum. İdeolojik ve siyasal (ve tarihî) değerlendirme birbirinden farklı şeylerdir. Sosyalizmin başarısı veya başarısızlığı ile devrimin siyasî tarihe ve toplumlara etkisi başka şeylerdir. Bu yönüyle ele alınmadığı için demir perdenin, köleleştirdiği toplumlardaki etkilerini ve bugüne yansımalarını tam olarak göremiyoruz. Devrimden Müslüman toplumların nasıl ve ne derece etkilendiğine dair elimizdeki veriler ve çalışmalar, tanıklar hâlâ hayatta olmasına rağmen yetersiz görünüyor.

Ekim devrimi kime karşı yapıldı?

Çoğu yazar, bu soruya basit bir cevap veriyor: Çarlık Rusya’sına karşı. Cevabın bu kadar kolay olduğunu sanmıyorum. Devrim, en çok Müslüman toplumları etkiledi. Çin’i de dahil ettiğimizde Müslüman nüfusun yarısı sosyalist blokta siyasi ve ekonomik ambargo altında yaşadı ve hâlâ, farklı şekilde de olsa yaşamaya devam ediyor. Devrim Ruslara, Doğu Avrupa ve Latin Amerika milletlerine büyük zulümler yaşattı. Bu acıların daha büyüğünü Müslüman toplumlar yaşadı. Müslüman coğrafyasının bugünkü sorunlarında da devrimin azımsanmayacak etkileri olduğunu, özellikle Afganistan’ı, Çeçenistan’ı, Bosna’yı ve buralardan yayılan şiddet gruplarını düşünürsek sanırım kimse inkâr etmez.

Devrimin Müslüman toplumlar üzerindeki etkilerini siyasi ve ekonomik açıdan incelemek gerekiyor. Bu konudaki literatür eksikliğinin akademik çalışmalarla giderilmesi gerekiyor. Ben aslında kanlı devrimin 100. yılına iki yazıyı yetiştirmeyi çok istiyordum. Birincisi, Ekim Devriminin İslam Coğrafyasına Etkisi. İkincisi ise Sovyet Blokunda Din Özgürlüğü: 1917’den Günümüze. Ne yazık ki başka sorumluluklarım nedeniyle onları yazamamanın büyük üzüntüsünü yaşıyorum. Fırsat kaçmış değil elbette. İnşallah bu iki çalışmayı uzun vadede de olsa bitirmeyi başarabilirim.

Onları bitiremesem de küçük bir yazıyla 100. yıla kendi adıma bir not düşerek sorumluluğu üzerime almış olacağım. Esasında iddia ettiğim şey, bu küçük yazıyla ispatlanabilecek türden değil. Bu nedenle iddiamı, bir hipotez olarak görmenizi; yazdıklarımı da bu hipotezin uzantıları olarak yorumlamanızı istirham ederim. Şimdilik. Ayrıca tarih ve sosyoloji çalışmalarıyla verilerin toplanmasına da ihtiyaç var. Belki bu süre içinde varsayımımı doğrulamam için bana veri sağlayabilir veya vazgeçmem için karşı deliller sunabilirsiniz.

Bolşevik devrimi 1917’de yapıldığında I. Dünya Savaşı’nın etkileri hâlâ sürüyordu. Özellikle Müslüman coğrafya, sömürgeciliğe karşı direnmeye çalışıyordu. Müslümanların topraklarına ve varlıklarına iki koldan saldırı vardı: Birincisi, Avrupa devletlerinden gelirken ikincisi Ruslardan geliyordu. Her ikisinin altında da yayılmacılık ve kolonizasyon amaçları yatıyordu. Rekabet büyük, savaş çetrefilliydi.

İngilizler, Hindistan’daki Babür-İslam idaresini 1857’de tamamen bitirmişler ve British East India Company ile bu devasa ve bereketli toprakları yönetiyorlardı, ama Hindistan Müslümanlarının entelektüel ve ticarî güçleri hâlâ yıkılmış değildi; ta ki Müslümanlara ülkeyi böldürtene kadar. Bölünmeden sonra Hindistan’da çoğunluk olan Müslüman nüfus, azınlık konumuna düştü; bugün 200 milyona yakın bir nüfus, azınlık olarak yaşıyor.

Mukavemet için İttihad

Sömürgeci taarruzlara karşı 1860’lardan sonra Müslüman toplumlar, İttihad-ı İslam (İslam Birliği) adı altında iş birliği ile mukavemet etme yolları aradılar. İttihad-ı İslam’ı anlamak için bugünkü Avrupa Birliği‘ni düşünebilirsiniz. Bu birlik, sömürgeciliğe karşı birlikte mücadele etmenin yanında siyasi ve ekonomik iş birliği temeline dayanıyordu. Merkez İstanbul’du; istasyon şehirler Kahire, Agra ve Kazan’dı. 1908 Devriminden sonra İttihatçılar da İttihada (Birliğe) sahip çıktılar, hatta II. Abdülhamit döneminde aydınlarla yönetim arasında yaşanan çatışmadan dolayı sekteye uğrayan çalışmalar, daha profesyonel bir şekilde yürütülmeye başlandı. Bosna’dan, Köstence, Akmedrese, Agra, Delhi, Burma, Singapur, Moro ve Mindeneo’ya; Senegal’den Fes, Kahire, Buhara, Kazan, Hive, Kaşgar ve Urumçi’ye kadar İttihat, her bölgede teşkilatlanmakta ve yüzlerce gazete ve dergi çıkartılmaktaydı (Bkz. Hasan Yücel Başdemir, “İslamcılık”, Siyasi İdeolojiler, Adres Yayınları, 2017).

Avrupalılar ve Ruslar, bu hareketten büyük endişe duydular. 1911’de Rus Büyükelçisinin Çar’a yazdığı raporda İttihatçıların, solcu aydınların yardımıyla hâlâ Orta Asya’daki ittihad-ı İslam faaliyetlerini sürdürdüklerini, isimleri ve yayınları sıralayarak endişe ile yazıyor ve İttihat için toplanan paraların dökümünü veriyordu (Çarıkov, Hofmeister (2016), “Rusya’nın İstanbul Büyükelçiliği’nin II. Abdulhamid Dönemindeki Pan-İslamizm Hareketleri İle İlgili Bir Raporu”, KTÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 2, ss. 195-211.)

Avrupalı siyasetçiler, bu harekete Pan-İslamism adını verdiler. Günümüzde de Avrupa merkezli siyasetin, İslamcılık terimine karşı aşırı tepkilerinin altında sanırım bu arka planın önemli bir etkisi var. O zamanlar, bu ideolojiye sahip çıkanların kahir ekseriyesi ya İslam’da reformu (islahat-ı diniyye) savunan ya da dinden uzak, pozitivist fikirlere sahip insanlar olmasına rağmen İttihad-ı İslam, çok güçlü bir taban desteğine sahipti. Esasında İttihad-ı İslam, siyasetin ruhuna uygun olarak farklı fraksiyonlar arasında bir çatı yapı olarak işlev görüyordu. İçinde pozitivistler de, solcular da, milliyetçiler de, muhafazakârlar da vardı. 1912’lere gelindiğinde İstanbul’da Musa Kazım Efendi’nin organizasyonları ile çok güçlü bir network oluşturulmuştu. Bu network üzerinden haberler çok hızlı şekilde yayılıyor; siyasi ve ekonomik dayanışma sayesinde Avrupa ve Rus istilalarının etkileri kırılmaya çalışılıyordu.

İttihad’a en büyük desteği, Kazan, Kırım, Dağıstan, Hive, Kaşgar, Buhara gibi Kuzey ve Doğu’daki onlarca hanedanlık veriyordu. Onlar kısmen şiddet bölgelerinden uzakta idiler. Bu nedenle maddi zenginliklerini bir taraftan devam ettirirken, entelektüel üstünlüklerini de hâlâ koruyorlardı (Oysa bizim bilgisayarlarımız hâlâ Agra, Hive ve Kaşgar’ı dilbilgisi denetiminde hatalı yazımlar olarak görüyor; Moskova, New York ve Brüksel’i ise doğru olarak görüyor. Bu, sanırım Bolşevik devriminin başarısı).

İttihadın Çöküşü

Barışçıl güç birliğine dayanan direnişi kırmak, yayılmacılığın ve sömürgeciliğin önünü açmak için yapılacak en iyi şey, İttihadı yıkmaktı. Ekim devrimi, İttihad’ın en önemli kısmını yerle bir etti. Kuzey’deki ve Doğu’daki bütün İslam coğrafyasının üstü demir perde ile örtüldü ve buralarda yaşayan insanlar, devrimle birlikte 100 yıldır sürmekte olan büyük bir soykırıma, zulme ve hak ihlaline maruz kaldı. Diğer Müslüman coğrafya ile olan bütün ilişkileri kesildi. Artık Müslüman dünyanın neredeyse yarısı, demir perdenin altına, Sovyet hapishanesine hapsedilmişti. Bizim çocukluğumuzda Sarp sınır kapısı, dünyanın bittiği yerdi.

Bugün hâlâ buraların İslam coğrafyası olduğu konusunda bizim algılarımız çok zayıftır. Aynı şey, Orta ve Güney Afrika ile Hindistan için de geçerlidir. Buralardaki İslam etkisi ve Müslüman nüfusu bilinçli olarak az gösterilir. İslam denilince akla çoğu zaman, Arap ülkeleri gelir. Bu, hâlâ devam eden yalnızlaştırma ve kültürleri izole etme politikalarının sonuçlarıdır. İslam’ı sadece Araplarla anmak, onları siyasi olarak yalnız bırakmak ve İslam’ın bütün temsiliyetini Arapların üzerine yüklemek, geçen yüzyılın uluslararası ilişkilerinin önemli bir stratejisidir. Bu şekilde İslam’ın görünürlüğü de tek tipleştirilmiş oluyordu. Self-determinasyon ilkesi gereği kendi kaderlerini belirleme hakkına sahip olan Araplar, iradeleri dışında çizilmiş (ama kimin ve neden çizdiği belli olmayan) onlarca farklı ülkede, meşruiyeti halkından değil, güçlü sömürgeci ülkelerden alan otokratik yönetimler altında yaşamak zorunda bırakılıyorlardı.

Hikâye, Bolşevik devrimi ile bitmedi elbette. Bugüne kadar süren uzun bir devamı var. Ekim devriminin Müslümanlara karşı yapıldığını; Avrupa ve Rus yayılmacılığına karşı direnci kırmak için yapılmış zımnî bir anlaşmanın sonucu olduğunu söylemek, her ne kadar ispatı mucip bir varsayım olsa da onun, en fazla (veya en az diğerleri kadar) zarar verdiği ve tahrip ettiği toplumların, bugün her yerinde göz yaşı ve kan akan Müslüman toplumlar olduğunu söylemek hiç zor olmayacaktır.

Devrim hikâyesinin bu kısımları, gözden kaçıyor. Ekim devrimi ve onu izleyen gelişmelerden sonra Müslüman toplumlar arasındaki siyasi ilişkiler ve ticarî anlaşmalar, üçüncü ülkeler üzerinden sağlanır oldu; diplomaside masanın başındaki eşitlerden biri olma özelliği de 1917’den sonra kayboldu. Keskin gümrüklerin ve sınır hatlarının ne anlama geldiğini bilen kimse yok. Bugünkü sorunların sebebi, sömürgeciliğin başladığı günden beri bölgedeki ilişkileri düzenleyen yabancı aktörlerin, diktatörlere ve otokratlara destek vermeye devam etmesi; demokrasi için yanan en küçük bir kıvılcımı bile, hayali bir canavar olarak yarattığı İslamizm korkusunu bahane ederek söndürmesidir.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et