Muhalefet Tarzı ve Demirtaş’ın Alkışı

Cumhurbaşkanlığı yemin töreninde iki tip muhalefet etme tarzı fotoğraf karelerine yansıdı. CHP Grup Başkanvekilinin bağırarak kitapçık fırlatması ve Selahattin Demirtaş’ın usule uygun şekilde Cumhurbaşkanını ayakta alkışlaması. Bu karelerden ilki anti-siyaseti ikincisi ise siyaseti sembolize ediyor.

Demirtaş bu hareketi sebebiyle, gerçi sonra hava yavaştan terse döner gibi oldu ama, sosyal medya üzerinden başlayan bir linçe maruz kaldı. Demirtaş’a yönelik “bir katili/hırsızı nasıl alkışlar”, “bizi sattı”, “AKP yandaşı”, “o da seçmenine nezaketsizlik yaptı” vb. çıkışmalar beklendiği üzere esas olarak Kemalist-Sol kesimler arasından geldi. Buradaki linç motivasyonunun sebebi büyük ölçüde Demirtaş’ın bu davranışı ile Erdoğan’ın bir cumhurbaşkanı olarak meşruiyetini tanımış olduğu fikridir. Bu tipolojideki muhaliflerce bir nefret objesine dönüştürülen ve kötülüğün pür hali olarak ikonlaştırılan Erdoğan’a yönelik herhangi bir nezaket, “prosedürel” bile olsa, tahammül edilir bir durum değildir.

Bu muhaliflik Cemil Bayık’a bile “marjinal” gelen sınırlı bir çevrede hâkim olsaydı üzerine fazla konuşmaya gerek olmayabilirdi. Esasen devrimci-köktenci grupların muhalefet strateji ve taktiklerinden oluşan bu tarz ana akım muhalefete de sirayet etmiş, muhalefet etmenin belli başlı yolu olarak hegemonik bir hale gelmiş durumdadır. Öyle ki, bu tarz ile uyuşmayan herhangi bir eleştirel pozisyona kesinlikle izin verilmiyor. Farklı bir “muhalif hal”, “Demirtaş’ın Alkışı” örneğinde görüldüğü gibi en kısa zamanda çevrelenip görüldüğü yerde hunharca bir saldırıyla bin pişman ediliyor.

Halil Berkay’ın “devirmeci muhalefet” dediği bu tarzda, muhalif kendini karşıtlık üzerinden var ediyor. Düşman olarak kodladığı “hedefin” her türlü söylem ve eylemine karşı çıkmak ile kendini muhalif konumda tutuyor. Muhalifliği tanımlayan şey kesinlikle sahip olunan değerler, ilkeler, vizyon, gelecek ideali, politik amaçlar veya adı konmuş siyasalar (belki geri planda sinik halde bulunan idealize edilen geçmiş veya hiç gelmeyecek ülküleştirilen bir gelecek var) değil. Sırf ve sadece karşıtlıktan beslenen bu muhaliflik “hedefin” öne süreceği siyasaları ve yapacağı hataları bekliyor, ardından bunların tam karşısında pozisyon alarak cepheden bir reddiyeye girişiyor.

Bu tarz, bütün o pro-aktif görüntüye rağmen, Erdoğan/AKP karşısında kendini aslında edilgen kılan bir muhalefet etme biçimidir. Söz konusu edilgenlik top yekûn ve yekpare bir muhalif hat kurmaya vakfedilecek bir öfke ve saldırganlık ile bir tür etkenliğe dönüştürülmeye çalışılıyor. Ancak, her seferinde geriye muhalefet adına kala kala kategorik bir Erdoğan/AKP karşıtlığı kalıyor. Pek tabi, bu resimde kendileri de dâhil olmak üzere herkes, bırakın ülkeyi yönetmeye, ülke siyasetini yönlendirmeye ve buna müdahil olmaya bile yeltenmeyen bir muhalefet resmi görüyor.

Bu edilgen muhalifliğin kaynağında ise Erdoğan’ı/AKP’yi tanımayı ısrarla reddeden çarpık ve işlevsiz bir stratejik duruş yatıyor. İlk seçim başarısından bu yana şu ya da bu vesileyle Erdoğan’nın/AKP’nin meşruiyetinin sorgulanmadığı ve her meselenin bir şekilde getirilip bir rejim krizine bağlanmadığı pek bir olay neredeyse yok gibi. Bu muhaliflik, sanki yeterince verimsiz değilmiş gibi, sadece politik karşıtlıkla yetinmiyor, adeta “ontolojik” bir karşıtlığı da içselleştirmiş durumda. Bu muhaliflik Erdoğan’ı/AKP’yi legal ve meşru bir siyasî rakip ve muhatap olarak tanımayı ısrarla reddediyor. Bu muhaliflik Erdoğan’ı/AKP’yi tanımak, anayasal ve meşru görmek ısrarla reddedilirse, karşılarında cesaret kırıcı bir güce sahip olarak duran bu “siyasî rakipleri” sanki buharlaşıp havaya uçacakmış gibi bir ruh hali taşıyor. Korktuğu bir şeyle mücadele yöntemi olarak gözlerini sıkıca kapatıp, etraftaki ve içindeki sesleri bastırmak için tepinip bağırarak hep aynı şarkıyı söyleyen bir küçük çocuğun davranışına benziyor bu. Sanki yeterli bir süre gözlerini ve kulaklarını kapalı tutarsa, yeniden açtığında korktuğu şey, o her neyse, ortadan yok olacak.

Bu muhaliflik gözlerini açmaya yeltenmek bir yana herkesin de illa kendisi gibi davranmasını istiyor. Demirtaş’a bağırıyor; “sen de kapa gözlerini”, “ona bakarsan hiçbir zaman yok olmayacak ve bu senin suçun olacak”. Koskoca bir toplum kesimini belli bir vizyon ve politikalar etrafında mobilize etmek yerine, siyasetsizliğe demir atmış halde beklemeye davet ediyor. Potansiyel kitlesine politik hedefler, amaçlar, projeler yoluyla elde edilecek başarı umudu önermek yerine, “laf sokmalar”, “kapak yapmalar”, “küçük düşürmeler”, “aşağılamalar” ve “suçlamalar” gibi kısa erimli ergen tipi hazlar ile yetinmeyi vadediyor.

Bu muhaliflik Erdoğan’ı/AKP’yi “hedef/düşman” yerine siyasî rakibi olarak kabul edip onunla siyasî mücadeleye, müzakereye ve pazarlığa girmeyi reddederek ülkenin siyasî yapılanmasında ve şekillenmesinde aktif bir rol üstlenmeyi de reddetmiş oluyor. Ülkenin yapılanmasında muhalefetin kendi politikaları ve vizyonu ile yer alması gerektiği yönündeki seslenişler ise kulaklarına “siz de AKP’li olun” daveti olarak ulaştığından duygusal bir infiale yol açıyor. Erdoğan’ın/AKP’nin siyasaları ve eylemleri karşısına kendisininkini koymak yerine, Erdoğan’a/AKP’ye karşı olmakla güya ona direniyor. Kendi politika ve amaçlarını uygulamaya geçirecek plan, hamle ve eylemler yerine bütün enerjisini “hedefi” yok etmeye vakfediyor. Dolayısıyla, bu muhalifliğin elinde kala kala bütün bu hızla olup biteni, akıp gideni çaresizlik ve hınç içinde seyretmek kalıyor. Üstelik, bu anti-siyaset yüzünden amaçladığının tam tersi sonuçların, yani rakibinin “siyasetinin” gerçekleşmesini büyük ölçüde kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor olabilir. Örneğin, anayasa yapımı konusunda zamanında anti-siyaset yerine daha aktif ve öncü bir rol içeren bir siyaset izlenebilse ve anayasa yapılabilseydi, belki de bugün de facto bir başkanlık sistemine doğru gidiyor olmazdık.

Halbuki, “korkuyla” baş etmek için yapılması gereken ilk şey bağırmayı ve tepinmeyi bırakmak, gözleri yavaşça açmak ve o şeye doğrudan bakmaktır. İşte ancak bundan sonra siyaset üretmeye ve gerçek anlamda muhalefet etmeye başlanabilir. Çok gürültülü ancak işlevsiz bir “muhalif duruştan” “muhalefet etmeye” geçilebilir. Kendi politik amaçları ve üreteceği siyasaları üzerinden müzakere, pazarlık ve kamuoyu baskısı oluşturma gibi yöntemler ile aktif ve alternatif bir siyasî hareket ve muhalefet tarzı geliştirilebilir. Siyasî rakipleri muhatap olarak almanın, onlara karşı jest ve nezaket sergilemenin ve bu muhataplarla girilecek müzakere veya pazarlık gibi ilişkilerin bir ihanet kanıtı değil, bir siyaset aracı olduğu idrak edilebilirse demokratik siyaset pekişebilir. Seçmen kitlelerine “yok etmek” adına değil, “var olmak” adına bir politik umut aşılanabilirse, pekâlâ başarılı bir muhalif hareket oluşabilir. Ama bunun için başlangıç noktası toptancı bir reddiye değil, oyunun kurallarını (demokratik rekabet-yarışma) kabul eden ve oyunda ben de varım diyen bir duruştur.

Vesayetin gerilemesi ve çözüm süreci demokratik siyaset için çok geniş bir alan açmasına rağmen, maalesef şimdiye kadar bu alan muhalefet tarafından yeterince etkin ve anlamlı bir şekilde kullanılamadı. AKP bu geniş alanda neredeyse tek başına at koşturuyor ve her seçimle hâkim parti statüsüne iyice yerleşiyor. Buna karşın, şimdiye kadar muhalefet cephesinden demokratik siyaset arenasında kendine yer tutmaya dair ciddi bir hamle gelmedi. Söz konusu ettiğimiz bu muhalefet tarzının demokratik siyaset arenasında tutunacak ve belki de güçlenerek alternatif olabilecek bir siyasî hareketi üretmeye veya beslemeye pek de izin verdiği söylenemez.

Muhalefet tarafındaki tek umutvar kıpırdanma Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında yürüttüğü kampanya ve nihayetinde aldığı göreli yüksek oy oranı oldu. Görünen o ki, AKP’nin “yenilemez” gibi duran gücüne rağmen, muhalefet kanadından gelen “siyaset” yapılacağına dair en ufak bir işareti bile kamuoyu ve seçmen pekâlâ satın alabiliyor. Bir yandan devlet öte yandan PKK olmak üzere çifte kavrulmuş bir vesayet kıskacı altında kalan Kürt siyasî hareketinin köklü bir demokratik siyasî pratik ve gelenek geliştirmesi pek mümkün olmadı. Ancak can yakıcı ve sahici sorunlar üzerine yükselmiş ve demokrasi dışı siyasetin bedellerini ödemiş ve sonuçlarını tecrübe etmiş bir hareketin demokratik oyunun içinde yer alabilmenin değerini takdir etmesi şaşırtıcı değil. Zira, hareket yakın döneme kadar enerjisini büyük bir kısmını sistem tarafından kabul görmeye ve -bırakın meşru olarak tanınmasını- legal konumda tutunmaya harcamıştı. Adil bir oyun kurup (demokratik) oyun içinde yer almak istemesi tuhaf değil. Bunun koşullarından biri de birlikte oyun oynayacağın rakiplerini muhatap olarak kabullenmek ve oyunun sonuçlarına saygı duymaktır. Aksi halde oyunu sen kazandığında veya oyunda çeşitli kazançlar elde ettiğinde rakiplerinin bunu kabul etmesini beklemek pek anlamlı olmazdı.

Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı yemin törenindeki tavrı ve arkasından konuyla ilgili verdiği röportaj ve beyanatlarda bu tür bir muhalefet perspektifinin işaretlerini görüyoruz. Demirtaş ve Kürt siyasî hareketinin Türkiyeleşme hedefini yürütürken işlevsel ve kendisini etken kılacak bir muhalefet tarzında sebat mı edeceğini, yoksa arkaik sol ve Kemalist mahallelerinin baskısına boyun mu eğeceğini şimdiden söylemek zor gibi. Ancak iyimser olmak için sağlam sebep, Kürt tabanının bu konuda siyasî kadrolarının çok önünde olduğu gerçeğidir. Taban gerçek sorunları olan ve onların siyaset yoluyla çözülebilirliğine inanç ve ihtiyaç duyan oldukça tecrübeli ve ferasetli bir kitleden oluşuyor. Dolayısıyla, bu seçmen tabanının kendi siyasetçilerini anti-siyasete sapmaktan alıkoyacak şekilde onlara rehberlik edebileceğini ve gerektiğinde onları terbiye edebileceğini umabiliriz.

15.09.2015

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et