Ekonomi bilimi bize iki tür zıt piyasa öğretir: Tam rekabet ve Monopol piyasası. Tam rekabet piyasası çok alıcı ve satıcının olduğu, bilgiye ulaşımın açık olduğu ve piyasaya giriş çıkışın serbest olduğu piyasalardır. Monopol (Tekel) piyasa ise, tek satıcının olduğu, tek malın satıldığı, giriş-çıkışların yasaklandığı, bilgi paylaşımının olmadığı piyasa türüdür. Gerçek yaşamda piyasalar bu iki tür arasında dağılırlar. Bir örnek verelim: 2004 yılı ile birlikte Türkiye’de iç hat havayolu taşımacılığı serbest rekabete açıldı, daha önce sadece THY hizmet sunucu iken, Pegasus, Atlas gibi firmalar eklendi. Ne oldu? Rekabet, daha yüksek hizmet kalitesi, daha düşük fiyatlar ve daha fazla yolcu getirdi.
Şimdi bu noktadan hareketle AKP’yi analiz edelim. Hali hazırda AB ve yeni anayasa sürecinden uzaklaşan AKP; alkol, kürtaj ve Gezi olayları ile birlikte daha da bir içe kapandı. Sağdaki seçmen için tek parti olmaya doğru yol almak için, diğer küçük parti başkanlarını partisine katarak ilerledi. Eleştirileri kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak aldı ve fikir alışverişini azalttı.
Monopol piyasalara yaklaşmak demek, daha düşük hizmet kalitesinin daha yüksek bir fiyata alınması demektir. Ayrıca bu “rekabetsiz“ ortam toplam üretimi / hizmeti de düşürme eğilimindedir. Üstelik tek başına siyaset piyasasını idare ettikçe; devleti büyütme ve her şeyi belirleme yaklaşımı da artacaktır. Monopol olma eğilimi arttıkça, eleştirilere gittikçe daha kapalı olma ve oluşturulan küme dışındakileri düşman ilan etmek de doğal görünecektir.
17 Aralık Yolsuzluk operasyonları ile bu durum yeni bir boyut kazandı. AKP’nin medya üzerinde bilgi akışını kısıtlayıcı rol oynadığı ve iş adamları arasında ihalelere dayanan bir para düzeni kurulduğu görüldü. Bu tespit, hâlihazırda dava konusu olmakla birlikte; kamuda oluşan yaygın inanç ve ses kayıtlarından anlaşılan durum bu ön-kabulü destekliyor. Üstelik AKP’nin bu süreci bir paralel darbe ile nitelendirerek, yolsuzlukla ilgili neredeyse tüm savcı ve polisleri görevlerinden uzaklaştırması, arkasından HSYK, internet ve MİT düzenlemeleri ile yaptığı müdahaleler bu inanca katkı sağladı. Daha da önemlisi tüm bu düzenlemeler daha “özgür” bir Türkiye’nin aksine, daha “kısıtlayıcı” ve “şeffaflıktan uzak” bir Türkiye’ye doğru atılan hızlı ve acemi adımlar olarak kayda geçti.
Monopol piyasasına yaklaşan tüm birey, aile, kurum, toplum, ülke, siyasi partiler gittikçe hantallaşmaya, rekabet ve serbest eleştiri olmadığından zamanın ruhundan uzaklaşmaya, kendi doğrularını daha kalın çizmeye ve gücün verdiği rahatlıkla hata yapmaya daha yakındırlar. Dünya bu örneklerle dolu. Birçok diktatör bu öldürücü tuzağın esiri olmuştur. Batı’da kendisine dokunulmayan Vatikan ve kilise sistemi birçok yolsuzluk ve gayri ahlaki skandallar üretmiştir. Türkiye’de bir dönem ordu, askeri mahkeme koruması altında eleştirilmekten uzak olduğundan, her şeyin en doğrusunu en doğru şekilde yapan kurum olarak görmüştür kendini. Benzer sorunlar; yargı mensupları, sendikalar ve benzeri kapalı yapılarda da görülebilmektedir.